Bekir Uveyda
TT

Mevcut hayalet: Eylül

ABD’de 11 Eylül hayaleti, tehlikesi henüz tamamen ortadan kalkmamış olan tek başlık değil. Her ne kadar üçüncü binyılın ilk yılı 2001’in 11 Eylül sabahında yaşandığından beri terör olayları kayıtlarında çağdaş insanın hafızasında en fazla yer tutan olay olarak seçkin yerini almış olsa da... O gün Kraliçe 2. Elizabeth, sayısı iki binden fazla olan katliamın kurbanlarının ailelerine başsağlığı dilemişti. Başsağlığı mesajında şu ifadeler yer alıyordu:
“Üzüntü, sevgi için ödediğimiz bedeldir.”
Aynı söz “Grief Is The Price We Pay For Love”, İngiltere'nin en köklü, monarşiye ve Kraliçe'nin ailesine sarsılmaz bir bağlılık duyan günlük gazetelerinden "Daily Telegraph"ın Kraliçe’nin ölümünden sonraki gün, yani cuma sabahı yayınlanan sayısının ön sayfasının tamamını kaplayan fotoğrafına da eşlik ediyordu.
11 Eylül 2001'de tüm dünyanın gözleri önünde meydana gelen bu ürkütücü tahribatın tekrarlanma olasılığının hayaleti halen mevcut olan tek korku değil. Hayır, başka tür bir korku daha var  - korkaklık anlamında değil de daha çok beklenti anlamında – olan bu korkunun, bugünün ve geleceğin stratejilerini planlayanların, eğitim müfredatları yazarlarının, siyasi gelişmeleri gözlemleyenlerin, terör örgütleri uzmanlarının ve ardından çeşitli düzeylerdeki karar vericilerin zihninde kalıcı bir varlığı olmalı. Bu, “el-Kaide” örgütünü üreten ideolojik yaklaşımın görünüşünü ve kabuğunu değiştirmesi, kimsenin aklına gelmeyen isimler alması, örneğin insanların karşısına “DEAŞ” adıyla çıkması ihtimalini hesaba katan bir korkudur. Tıpkı çeşitli şekillerde mutasyona uğramaya devam eden, bazıları sona erdiğini düşünürken gerçeklerin halen var olduğunu teyit ettiği, dahası kurbanlarını onunla birlikte yaşayabileceklerine ikna edebildikten sonra daha da canlanan “koronavirüs” gibi kendisine dirençli herhangi bir virüsle bir arada var olma gücünü kanıtlaması korkusudur. Radikal düşünceler de bu virüsler gibidir; özellikle sıcak, kuluçka görevi görecek, dolayısıyla kendisini hoş karşılayacak bataklıklar bulduklarında sivrisinekler gibi kıyılarına yumurtalarını bırakarak çoğalabilirler ki daha sonra kötülükleri istedikleri başka her yerde yayılsın.
Kendilerine “cihatçı” diyen örgütlerdeki lider unsurları avlamayı ve onları terörist eylemler alanından tasfiye etmeyi, bu liderlerden emir alan tabanı telaşlandırmayı başarmanın, örgütleri zayıflatabileceği ve öngörülebilir gelecekte hareketlerini felç edebileceği doğrudur. Ancak bu avlama tek başına sorunun kesin çözümü değil. Güvenlik uzmanları bu gerçeğin benden ve başkalarından daha çok ayrımındadır. Yine onlar özellikle hak dinin adını kullanan terör belasından nihai kurtuluşun nasıl olacağını da kesinlikle iyi biliyorlardır. Fikri açıdan da her kalem sahibi buna katkıda bulunabilir, hatta elinden gelenin fazlasını yapmalıdır. Ama bunu kimseye minnet yapmadan ve bildiğinden daha fazlasını iddia etmeden, en önemlisi de insanların tahammül edemeyeceği, aydınlanma yerine onlara yüz çevirtecek aşırıya kaçma ve abartılara düşmeden yapmalıdır. Dini düzeyde, yol halen yarım yüzyıldan fazla bir süre boyunca döşenen inatçılık ve tekfir mayınlarıyla dolu. Ani patlama tehlikesini önlemek amacıyla bu mayınları temizlemek, genç nesillerin zayıflıklarının herkesten daha fazla farkında olan seçkin din adamları arasındaki aydınlanmış zihinlerin görevi. Zira radikaller, genç erkek ve kızları ister şeriat isterse genel yaşam yolları ile ilgili olsun doğru inanç yolundan saptırmak için bu zayıflıkları kullanabilirler.
Hemen hemen aynı temel, ABD’de İkiz Kuleler’in yıkıldığı eylül öncesindeki veya sonrasındaki başka eylüller için de geçerli. Üzücü Ürdün-Filistin eylülünden bir yıl önce doğması mukadder bir Libya eylülü, ikisinden önce gelen bir Yemen eylülü (26.9.1962) var. Daha fazla örnek vermeye gerek var mı? Hayır, 11 yıl önce, 1 Eylül 1969 sonrası yılları bir kenara iten Libya'nın halen gerçekten en uygun alternatifi oluşturma göreviyle karşı karşıya olduğunu söylemek yeterli. Önemli bir mevkiye talip olmayan ve iktidar hazinesinde gözü olmayan bir Libya vatandaşı, Libya’nın silahlı bir askeri darbe olasılığını aştığı konusunda tamamen emin olabilir mi? Filistin-Ürdün çatışması (1970) tuzağının, dışarıdan bir taraf tarafından planlansa bile kopyalanmayacağını söylemek mümkün mü? Peki, tüm Yemenliler, birbirlerine karşı yapılan askeri darbelerin etkisiyle "mutlu" Yemen’’in şu anda içinde bulunduğa duruma düşmesinden almaları gereken dersi aldılar mı? Bunlar çok eski görünebilecek ancak yine de cevap gerektiren sorularadır.