Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Ölümsüzler kulübünde kraliyet süiti

Bugün onun son randevusu. Bir randevuya gecikmek ya da bir sözü bozmak onun adeti değildi. Kalp ona ihanet etti ve ihanet onun adetidir. Bitmeyen kuyruklar, gözyaşları, bir övgü ve çiçek denizi içinde sevenlerinin mesajlarını almak için topraktan birkaç gün süre istedi. Uzun bir romana güzel bir son yazmak için topraktan mühlet istedi.
Yarın dünya eksik uyanacak. Yetmiş yıl boyunca bir kraliçe, sanki dünya onun kanatları altında yaşıyormuş gibi bu dünyanın kanatları altında yaşadı. Bugün, hikaye severler, büyük ihtişam ve halelerin büyük savaşlara ve tehlikeli dönemeçlere ihtiyacı olmadığını anlıyorlar. Olağanüstü haleler, güven, samimiyet, bilgelik, sabır ve sessizlik iplikleriyle dokunabilir.
Dünya, taç üzerindeki taç olan kadını özleyecek. Gülümsemesiyle yıkılan imparatorluğun yaralarını saran Kraliçe’yi özleyecek. Kader 1952'de onu göreve çağırdığında, hayatını halkına adamaya, son nefesine kadar görevini yerine getirmeye söz verdi. Ne saraylar onu kendini beğenmişliğe ne de nüfuz onu hırsa sürükledi. Her zaman ofisinden daha büyük ve sarayından daha misafirperver göründü. Yetkilerinin mütevazılığı, vatandaşlarının onları dinlemeyi ve endişelerine kulak vermeyi iyi bildiği hissinin kökleştirdiği manevi bir otoriteye sahip olmasını engellemedi.
Onun döneminde dünya çok değişti ve dönüştü. Yeni, monarşi kurumu dahil olmak üzere eski olan her şeye saldırdı. Asalet onu yenilenme rüzgarlarını kabullenmekten alıkoymadı. Gelenek, onun zamanla mütevazı bir şekilde dans etmesini engellemedi. Kraliyet vakarı ile imajını çizdi. Ofisine büyük şahsiyetler akın etti. Onunla randevu herhangi bir büyük isim için büyük bir randevuydu. Beyaz Saray'ın efendisi onunla görüşmesini bir onur olarak görürdü. Onun elini sıktığında, Sovyet Çarı ile el sıkıştığında hissettiğinden daha fazla haz duyardı.
Bu, atanan veya istifa edip veda etmeye gelen hükümet başkanları için de geçerli. Bir gün, 40 yaşındaki Tony Blair gururlu bir şekilde ofisine girdiğinde, ona, kendisi doğmadan hemen önce aynı makamda oturan bir kişiyi, Winston Churchill’i nazikçe hatırlatmıştı. Blair'in gözlerinde alçakgönüllülük yeşermişti.
Yarın dünya eksik olacak. Dünya Kraliçeyle yaşamanın bağımlısı olmuştu. Sadece kendine benzeyen gülümsemeye sahip bir hanımefendi, parlak renklerin hanımıyla yaşamaya bağımlıydı. Mavi, rengini onun gözlerinden çalmıştı. Yeşil, kışkırtıcıydı. Sarı, göz alıcıydı. Doksanlara yelken açmasına rağmen morun kenarlarında oynaşan elbiseler parlaktı.
Yarın dünya daha az olacak. Kraliçenin şapkası eksik olacak. Kraliçe zarafetin asaletle buluşmasıydı. O modayı takip etmezdi, moda onu takip eder ve öğrenirdi. Kraliçenin halesine, çağa ve saraya yakışan bir giyim tarzı vardı. Böylece zaman nehrinin üzerinde asılı duran bir ikona benzedi. Aile içinde suç, ergenlik ve ihanet fırtınaları esti. Tabloid (magazin gazeteleri), medya ve sosyal medya, tweetlerin iplerine heyecan dolu hikayeler asıldı. Pek çok kişi bu gediklerin kaleyi yıkacağını düşündü. Ama o, vatandaşlarının kalbindeki uçsuz bucaksız kredinin sahibinin kredisiyle çarpışınca dinen bu fırtınaların üstüne oturdu.
Bugün uzaktaki o otele varacak. Otelin sakinleri ün ve ihtişamlarını peşlerinde sürükleyerek lobide bir halka oluşturdular. Winston Churchill, nedenlerini belirtmeden onları bir toplantıya davet etmişti. Onlara tuzak kurmuştu. Sanki otele gelmeye hazırlanan ziyaretçiye yakışır bir karşılama düzenlemek için onları hazırlamak istiyor gibiydi. Büyük ekran, ona son bir kez bakmaya gelen insanların bitmek bilmeyen kuyruklarının görüntülerini gösteriyordu. Kalabalıklar, tabutun önünde bir kez eğilebilmek için uzun süre beklemekten kaçınmıyorlardı. Parlak renkli ve eski şapkalı askerleri fark ettiler. Eksiksiz melodiler gibi çalışılmış hareketler, geçip gittiğine inanılan çağlardan kalma gelenekler dikkatlerini çekti. Dünya bu büyülü vedanın tuzağına düşmüştü.
Joseph Stalin ekrana baktı ve gözleri şaşkınlıkla parladı. Batı hikayeler icat eder ve insanlar da onlara inanır. Resimler ve boyutlarla oynar ve gezegenin sakinleri de buna kanar. Kraliçe’nin adı Stalingrad destanı türünde bir destanda geçmiyor. Yetkileri, taburları ve topları olmayan Vatikan’ın efendisinin yetkilerini aşmıyor. O anda içini vatandaşlarına karşı sitem duygusu kapladı. Kruşçev'in Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin 20. Kongresinde ölümünden sonra nasıl kendisini hedef aldığını hatırladı. "Yoldaş" Vladimir Putin'in kararlılığı olmasaydı, onun mezarını başkentten ve "kutsal Rusya"dan kovacaklarını biliyordu. Halkı ona çiçekler, gözyaşları ve şükran yağmuru yağdırırken sessizce yatan hanımefendiye karşı biraz kıskançlık hissetti.
Mao Zedong, görüntüleri küçümseyerek izledi. Kraliçe’nin adı hiç "uzun bir yürüyüş", bir kurbanlar ve acılar nehri ile bağlantılı olmadı. Bir devrimi tetiklemedi veya bir saldırganlığı engellemedi. İçinde kötülük hissi üstün geldi. Şapkaların ve parlak elbiselerin hanımına mı veda etmeye gelmişlerdi? Gülümsemesi, atlarının ve köpeklerinin fotoğrafları, kaçan dönemlerin tozunu taşıyan o katı gelenekleriyle mi onları cezbediyordu? "Kırmızı Kitap"ın müzelerde sergilenen bir çömlek gibi olması onu üzüyordu. Onu sadece yoldaş Şi'nin Gorbaçov'un yaptığı gibi fırtınaları parti kalesine sokmasının mümkün olmadığını bilmek teselli ediyordu.
Charles de Gaulle kuyrukları görünce bir tür hüzün hissetti. İngiltere’den nefret etmiyordu, sadece asalete ve sembollere bağlılığı nedeniyle onu kıskanıyordu. Fransızlar başka bir hikaye diye kendi kendine konuştu. Zevkleri peynir ve şarap türleri gibi. Görkem sahiplerini bulundukları yüksekliklerden aşağı indirmek onları cezp ediyor. Ben onların son krallarıydım ama beni yüzüstü bıraktılar. Elysee'nin efendisine kral benzeri yetkiler bahşettiğimde, tarihsiz başkanlardan hoşlanma hatasını işlediler.
Kim Il Sung gördüklerine inanamadı. Aynı anda hem ülkesinin düşmanlarına hem de vatandaşlarına bir mesaj vermek için bu kalabalıkları toplamaktaki başarısından dolayı İngiliz istihbaratının başkanına saygıyla şapka çıkardığını söyledi. Churchill, Kim'in kafasından neler geçtiğini anladı ve hemen özenle örülmüş bir İngiliz gülümsemesiyle karşılık verdi.
Muammer Kaddafi haksızlığa uğradığını hissetti. Halkı ona Afrika Krallarının Kralı gibi davranmamıştı. Ne sevgi ne de muhabbet göstermişti. Onu öldürdükleri gün kınama kuyrukları oluşturduklarını görmemişti. Güçlü olduğu dönemlerde önünde eğilme bağımlısı olanlar, öldürüldüğünde bedenine tırmanmak için acele etmiş ve onu yeren şiirler yazmışlardı.
Saddam Hüseyin de aynı duygular içindeydi. Diğer ülke ve başkentlere akmasın diye İran devriminin közlerini, haritasına ve sınırlarına bağlı kalmaya zorladığını kimse hatırlamamıştı. Rejiminin kökünden söküldüğü, boynuna ipin dolandığı gün sevgilerini göstermek ve veda etmek için halkı kuyruklar oluşturmamıştı. Bu İngiliz kuyruklarını anlamak onun için zordu. Orada uzanmış kadın, hapishaneleri, düşmanların ve yoldaşların entrikalarını yaşamamıştı. “Bütün savaşların anası” gibi hadiselere ve dehşetlerine dalmamıştı.
Uzaktaki otelde Kraliçe'ye kraliyet süiti ayrıldı. Ölümsüzler Kulübü'ndeki yerlerini güvence altına almak için korkunç kanlı bir kargaşaya ihtiyaç duyanlar bunun için onu çok kıskanacaklar.