Vahdettin İnce
Yazar
TT

Şark cephesinde bazı şeyler değişmez

Bir Serhed kasabasında otobüs terminalinde firmanın çalışanının dediğine göre yarım saat sonra Erzurum tarafından gelecek otobüsü bekliyoruz. Başka bir serhed kabasına gideceğiz. “Abi, otobüs yarım saat sonra geliyor. Yenge hanımı bayan yanına, seni de hostes yerine oturtacağız. Kusura bakmayın. Bugünlerde yer bulmak çok zor” dedi. Adamın nezaketi yetmişli yıllardan kalma simsarlara ilişkin kanaatimi değiştirecek gibi. Yazıhanenin dışına çıktım. Bu mevsimde güneş, açıkta kalan hiçbir şeyi sevmez; yılan gibi ısırır, sarartır, soldurur, kavurur. Hemen bir gölgeye sığındım.
Kısa boylu şişman adamın biri hararetle bir şeyler anlatıyordu etrafındakilere. Gözleri nah şu kadardı, diyordu, iki elinin baş ve şehadet parmaklarını birleştirip yuvarlak hale getirerek. Kuyruğunun sonunu ise Allah sizi inandırsın, göremedim. Böyle bir yılanı hayatımda bir daha hiç görmedim, diye de ekledi. Bu tahammülfersa hikayeyi dinlemeye katlanamamış olacaklar ki birer birer ayrılıyordu etrafındakiler. Adam bana dönüp anlatmaya devam etti. Bir adım ötede yakıcı bir güneş var, çaresiz dinleyeceğiz kuyruklu yılanı. Yazıhane sahibi esir alındığımı düşünmüş olacak ki “abi çayın soğudu masada” dedi. Göbekli, yetmişli yaşlardaki kısa boylu adamın, beni ikna etmek için bütün inandırıcılığını yüzüne yansıtmaya çabalayarak yılanın kalınlığını göstermek amacıyla fazlasıyla öne çıkmış göbeğinin önünde çember yaptığı kolları havada kalmıştı, ben arkamı dönüp giderken. İçeri geçince yazıhane sahibi “gördüğüm en yalancı adamdır” dedi. Benimse aklıma yılanın onu yutup yutmadığı sorunsalı takılmıştı. Bir süre sonra “araba geldi abi” diye seslendi. Yazıhanenin önünde otobüs falan görünmüyordu. Yolun karşı tarafında bir minibüs duruyordu. Hadi abi geç kaldık diyordu yazıhaneciye minibüsün şoförü. Otobüs bu mu? dedim. Abi burada otobüs durmaz, bununla gideceksiniz, dedi. Hani bayan yanı, hani hostes koltuğu?!...Hayali yılan hikayesini anlatan kısa boylu, şişman, gördüğü yılan kadar dolgun göbekli adam mı, otobüs yerine bizi tıkış tıkış dolu minibüse dolduran, üstelik bizi minibüsün dar koridorunda tahta bir iskemleye oturtan yazıhaneci mi “gördüğüm en yalancı adam”dı bilemedim?! Hanım sinirden kan çanağına dönmüş gözlerle bana bakıyordu. Bense “yurdum insanı”nı bıraktığım gibi bulmanın hazzını yaşıyordum. Tek ayaküstünde kırk yalan becerisi devam ediyordu ne de olsa. Yetmişli yılların simsarlarına ilişkin kanaatimi değiştirmeme gerek kalmamıştı ayrıca.
İbrahim Hakkı ünlü eseri “marifetname”de bazı insanların fiziki özelliklerinden hareketle karakterlerini tahlil eder. Çizdiği bir tip için bu gibi adamlar hain ve yalancı olurlar, der. Bir zaman yolu bir hana düşer. Eserinde çizdiği tip, hancı olarak karşısında durmasın mı!. Ama ters giden bir şey var. Hancı son derece nazik, dürüst, saygılı biri gibi el pençe duruyor ve İbrahim Hakkı’ya hürmet etmede kusur etmiyor. İbrahim Hakkı “ilk işim bu tiplerle ilgili yazdıklarımı değiştirmek olacak” diye içinden geçirerek hancının serdiği tertemiz, yumuşacık yatağa uzanıverir. Sabahleyin hancıyı, üzülmüş, büzülmüş, ağlamaklı bir yüz ifadesiyle ellerini ovuşturur vaziyette karşısında görünce şaşırır. Üstad, der hancı, ne diyeceğimi bilemiyorum, sizin katır geceleyin handan firar etmiş! O kadar da sağlam bağlamıştım oysa! İbrahim Hakkı, bir katırı bırakın bir insanın bile aşamayacağı yükseklikteki avlunun duvarlarının sınırladığı göğe doğru ellerini açarak “Allah’ım, beni yalancı çıkarmadığın için sana şükürler olsun” der.
Bu yaz memlekete kısa bir seyahate gitmiştik. Yollar harika. Şehirler serpilmiş, büyümüş, modernleşmişlerdi. Ülkenin batısında olan bütün medeniyet nimetleri köylere kadar gitmişti. Değişim her yere sirayet etmişti.
Şimdi güz gelmiş, ağaçlar, kışın eli kulağında diye üzerime yaprak yaprak mesaj gönderiyor. Aklım hala kuyruklu yılan (yalan) hikayesinde. Bazı şeylerin değişmediğine sevinsem mi bilemedim.