Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Körfez ulusal stratejileri!

Washington'daki Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü, geçen hafta Dubai'de bazı Körfez ülkelerinden kadın- erkek küçük grupların katıldığı ve iki gün süren kapalı bir tartışma paneli düzenledi. Yazının bundan sonrası konuşulanların detaylarının birebir doğrudan alıntısı değil, kişisel izlenimimdir ve iyi bilinen “Chatham House” kuralına dayanmaktadır, yani alıntı yapılan konuşmacıların kimliği gizli tutulacaktır. Kapalı panelin amacı, Enstitü tarafından seçilen bir Körfezli gruptan Körfez vatandaşlarının kamu işlerine katılımıyla ilgili ulusal stratejiler hakkında bilgi sahibi olmaktı ve davet edilen kişiler Enstitü yönetimi tarafından seçilmişti.
Panelde üç Amerikalı uzman, video konferans yöntemiyle konuşma yaptı. Ardından, oturumların koordinatörlüğünü yapan ve diyaloğu yöneten “Amerikan uyruklu küçük araştırmacı gruplarının liderleri” ile kapsamlı bir tartışma döndü.
Benim izlenimim, panelin düzenlenmesinin ana motivasyonu (niyet okumuyorum), dış politika ile ilgilenen bazı Amerikan elitlerinin Körfez devletlerinin bugün Ukrayna'da neredeyse küresel hale gelen savaşta “diğer taraflara” yöneleceği varsayımıyla ilgili endişeleri.
Varsayım şu gerçeğe dayanıyor; "Batı” genel olarak Körfez’in “hazmetmediği” insan hakları değerlerini yüceltmeye" devam etti. Bu nedenle “insan hakları ve özgürlükleri” üzerinde ısrar eden liberal (Batı-Amerikan) sistem, Çin seçeneği (verimlilik ve liyakat) ve Rus modeli (güçlü adam) olmak üzere üç sistem (model) arasındaki seçimde, Körfez ülkeleri, Batılı “liberal model” yerine iki “Doğulu” modelle iş birliği yapmaya istekli ya da eğilimli. Elbette bu varsayım, belki kışkırtıcı ama söyleyenler buna ikna olmuş durumdalar!
Varsayıma, bu algının gerçeğe yakın olmadığı gerekçesiyle karşı çıkıldı. Körfez halkları özgürlükler ve insan hakları ile ilgileniyor ve ekonomide, sosyal ve yasal hayatta izlenen model, çevresine göre yaşadığı engellere ve zorluklara rağmen Batı modeli.
Bu varsayımın altında belki de psikolojik bir dürtme (uyarma) girişimi yatıyor; “bizimle” olmalısınız, aksi takdirde özgürlükleriniz tehdit altında olacak!
Söz konusu varsayıma itiraz edildi ve itiraz edilmesi doğaldı. Körfez ülkelerinin öncelikleri yerine “Amerikan önceliklerini öne çıkarma” fikrinin geçmişte yıkıcı bir etkisi olduğu ve tekrarlanmaması gerektiği vurgulandı. Prens Muhammed bin Selman'ın Amerikan gazetesi "Washington Post"a verdiği ve 22 Mart 2018'de yayınlanan cesur ve net röportajından bir örnek verildi. Prens bahsi geçen röportajında, "bir aşamada Vahhabilik Allah için değil, Amerikan taleplerine karşılık yayıldı” ifadesini kullanmıştı. Seksenli yıllarda (Afganistan'ı işgal eden) sosyalist kamp ile Batı kampı arasında çatışmaların şiddetlendiği aşamayı çeşitli Amerikan yönetimleri sadece bir ret ile karşıladı ve böylece Obama yönetiminin yaptığı gibi birden fazla Arap bölgesinde dinamik İslam teşvik edilmeye başlandı.
Bugün Rusya'nın Ukrayna'daki savaşıyla talepler yenilendi. Washington bir kez daha, kendi önceliklerini başkalarının, hatta dostlarının önceliklerinin önüne koymakta ısrar ediyor ve bu yönelimi, yaldızlı sloganlarla sarıyor. Körfez'in Çin veya Rusya modeline başvurmasını abartmak, seçimin özgürlük ile totaliterlik arasında olduğuna dair bir tür yönlendirme girişimi izlenimi veriyor.  Bu, Körfez ülkelerindeki gerçeğin yanlış bir okumasıdır ve bu ülkelerin ABD ve Batı ile uzun süreli dostluk ve iş birliğini önemsememektir.
Özellikle bu aşamada ve Batı'nın “enerji açlığı” yaşadığı, Avrupa ülkelerinde enflasyonun tırmandığı ve ekonomik krizlerin yaşandığı bu dönemde, Körfez ülkeleri, belki de Rusya Federasyonu'nun rızası dışında, Avrupa'daki enerji krizine karşı bir sığınak ve belki de kısmen bir kurtarıcı oldular. Bu bölge, Batı pazarının ihtiyaçlarını karşılamak için üretim kapasitesini artırarak tarihsel konumunu bir kez daha kanıtlıyor.
Körfez'in öncelikleri bölgesel güvenlik ve buna yönelik tehdit İslam Cumhuriyeti rejiminden geliyor. Körfez'de hiç kimsenin (insanlar ve kurumlar olsun) İran halklarına karşı bir düşmanlığı olmadığı da vurgulanmalı. İran halkları, özgürlüklerini kazanmak ve insan haklarını savunmak için kendi yollarıyla mücadele eden halklardır. Ayrıca İran'da yaşananlar, İran halklarını ilgilendiren bir “İran meselesi”dir. Bizi ilgilendiren, İran rejiminin Suriye, Irak, Lübnan, Yemen ve diğer ülkelerdeki olumsuz müdahalesinin kötü döngüsüdür. Körfez ülkelerinin asıl kınadıkları, bu rejimin, bahsi geçen ülkelerde çok fazla kargaşa yaratmaya ve bu ülkelerin kandırdığı vatandaşlarını darbeci projelerine katmaya yönelik yorulmak bilmez girişimleridir. Bu herkesin bildiği bir şey ve Körfez için bir endişe kaynağı, çünkü ülkelerinin ve toplumlarının güvenliği ile ilgilidir.
Bu müdahale, Humeyni'nin savunduğu “Tahran yok, Bağdat yok, İslam var!” fikrine dayanıyor. Bu fikir de komşu ülkelere "yumuşak sızma" stratejisini temel alıyor.
Bu şu anlama geliyor; bağımsız sivil ülkeler yok, liderliği Tahran'da olan bir "İslam ümmeti" var! İran'ın görevi de bölgeyi kontrol etmek ve bu slogan halihazırda geçerli olan İran anayasasında yer alıyor.
İran politikalarının Körfez ülkelerinde şüphe uyandıran bu kısmı ile Washington ilgilenmiyor. Körfez ülkeleri nükleer müzakerelere katılmaya davet edilmedi ve İran'ın Arap ülkelerindeki kapsamlı müdahalesine ilişkin şikayetleri dikkate alınmadı.
Bazı bölge ülkelerinde İran müdahaleleri kontrolü ele geçirir geçirmez, devlet başarısız, acımasız ve yoksul hale geldi. Tahran'ın kısmen veya tamamen kemirebildiği Arap bölgelerinde olduğu gibi evlatları göçmen botlarında ölmeye başladı. Kısmen içeride ve çevrede izlenen kibirli politikaların bir sonucu olarak son haftalarda İran'da küllerin altında da olsa yaşanan yangın karşısında Batılı medyanın veya politikacıların sesi çıkmıyor. Hem de çok sayıda can kaybına ve Tahran’ın ikilemlerini komşularına ihraç etme ihtimaline rağmen.
Halihazırda devam eden başörtüsü devrimi ile çatışmanın, İran propagandasının bazı Araplar arasında yaymaya devam ettiği gibi mezhepler arasında olmadığı, komşu ülkelerde başarılı bir şekilde yoluna devam ederken İran’da dini devlet sloganları altında tökezleyen bir sivil devlet mücadelesi olduğu ortaya çıktı. Körfez ulusal stratejisi, bölgede İran projesine direnmektir.
Son olarak; Amerikan çalışma merkezlerinin bölgenin önceliklerini göz ardı ederek, onu bir tarafa karşı diğerinin tarafını tutmaya zorlayan girişimleri devam edecek. Bunun için yine, söz konusu merkezlerle iletişim ve etkileşimi aktifleştirmek gerekiyor.