Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Karadavi hakkında ortak bir kelimeye gelin

Teröristlerin ölüm nedenleri farklı, sonları çeşitlidir, ancak hepsi hayatları boyunca ideoloji ve söylem, grup, örgütlenme ve fetvalar yoluyla öldürmenin, bombalı saldırıların ve masumları hedef almanın yollarını aramışlardır. Doğrudan ellerini kana bulamayanlar, duygusal olarak kaybolmuş, zihinsel olarak rehin alınmış onlarca, yüzlerce takipçi aracılığıyla bunu yapmıştır.
Yusuf el-Karadavi geçen hafta öldü ve onun biyografisini, 90 yıldan uzun bir süreye yayılan etkisini bu köşe gibi dar bir alanda özetlemek kolay değil.  Ancak kolyenin boynu sarması yeter sözünde olduğu gibi özetle ele alınabilir.
Hasan el-Benna ve Müslüman Kardeşler'in tüm mürşidleri fakih ve din alimi değil, Benna bunun farkındaydı ve örgütün bu eksikliğini doldurmak için Tantavi Cevheri gibi bazı Ezherlileri yanına çekmeye çalıştı. Kendisinden sonra bayrağı Yusuf Karadavi'nin devraldığı Muhammed el-Gazali'yi kullandı. Örgütün eğitim kurumlarına ve yüksek öğretime nüfuz etmesiyle, örgüte hizmet eden ve ona siyasetin bütün çelişkilerine karşı ihtiyacı olan dini fetvaları sunan örgütün ölçüsüne göre din alimleri yetiştirilmeye başlandı.
Fıkıh ve şeriat ile meşgul olmak, terörizm olarak etiketlenmenin önünde bir engel değil. Kur'an-ı Kerim, Araf Suresi'nde Bel’am bin Baura'yı alim olarak nitelendirir ve akıbetinden bahseder: “Onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu.” İslam geleneğinde yanılmış ve yanıltmış tanınmış din adamları bulunur. İslam mezheplerinin kaynakları, her bir tarafın diğer tarafın fakihlerinin yanılgı içinde olduklarını anlatan örneklerle dolu.
Karadavi'ye bir hürmet ve saygı havası eklemeye çalışmak, İran, Türkiye ve diğerleri gibi bölgedeki bazı ülkelerin katıldığı bir Müslüman Kardeşler stratejisi. Çünkü o, politika ve stratejilerine hizmet etmek için bu ülkelere hizmetlerini sundu. Partizan siyasi duruşunu din ve İslam olarak adlandırdı ve söylemlerini dini bir söylem diye sundu. Onun dinle uzaktan yakından alakası olmayan siyasi eğilimlerin hizmetkarı olduğunu ise herkes biliyor.
Karadavi 1926'da doğdu. Müslüman Kardeşler 1948'de Mısır Başbakanı Muhammed Fehmi el-Nukraşi'ye suikast düzenlediğinde, Karadavi 22 yaşındaydı. Bu terör eylemiyle ilgili tam olarak şunları söyler: “Biz gençler ve öğrenciler Nukraşi suikastını bir rahatlama ve sevinçle karşıladık. Bu suikast öcümüzü aldı ve bize itibarımızı geri kazandırdı.” Hatta Köy ve Mektep Çocuğu kitabında Nukraşi'nin katili Abdulmecid Hasan’ı şu mısralarla över:
Sana selam olsun Abdulmecid
Sevin, gençlere bir model oldun
Bir köpeği zehirledin ardından bir başkası geldi
Ama bizde her köpeğin bir zehirleyicisi vardır.
Nukraşi suikastından sonra, Hasan el-Benna öldürüldü. Ölümünden sonra örgütü yargıçları ve bakanları öldürdü, bombalı saldırılar düzenleyip yakıp yıktı. Seyyid Kutub, kendi döneminde patlayıcı ve etkisi günümüze kadar devam eden terörist fikirlerini yaydıktan sonra idam edildi. Abdullah Azzam, bin Ladin, el-Zerkavi, el-Bağdadi, Kasım Süleymani ve el-Zevahiri öldürüldüler. Karadavi ise rahat yatağında öldü.
Burada soru şu; aradan geçen on yıllar içinde, Karadavi o gençlik coşkusundan ve başlangıçtaki radikalliğinden geri adım attı mı? Cevap; biyografisi, kitapları, fetvaları ve televizyon programları, bu coşkuyu bir metoda dönüştürdüğünü teyit ediyor. Yukarıdaki mısralarını terörizmi haklı çıkarmak için bütünleşik bir söyleme, her terörist için suçunu meşrulaştıran fetvalara dönüştürdüğünü doğruluyor. Karadavi masumları öldürmek için intihar eylemlerinin düzenlenmesini caiz görüyor ve tek şart olarak eylem emrinin örgüt tarafından verilmesini koşuyor. Kara Arap Baharı sırasında Kaddafi'nin öldürülmesi için fetva vermişti. Müslüman Kardeşler grubunun muhaliflerinin öldürülmesi için fetvalar vermişti. Geçtiğimiz on yıllarda Müslüman Kardeşler tarafından düzenlenen her terör eyleminde, Karadavi'nin bu eylemi meşrulaştırdığı ve dini olarak caiz olduğuna dair fetva verdiği görüldü.
Karadavi’nin Seyyid Kutub'a, grubun bazı pozisyonlarına ve sembollerine yönelik eleştirileri de oldu, ancak bunlar, yumuşak iç eleştirilerdi. Kutub'a yönelik eleştirisi, ona karşı nefret dolu şahsi bir tutumdan kaynaklanıyordu. Kutub, “Müslüman Kardeşler”in Nasırcılığa karşı devrimci gizli bildirilerinin hazırlanmasını denetliyordu ve Karadavi'ye güvenmiyordu. O bildirilerde Karadavi hakkında şöyle demişti: "Karadavi ve el-Assal davetten ayrıldılar ve hainlerin saflarına katıldılar. Müslüman Kardeşler onlardan sakınmalılar."
Karadavi müsamahakar değildir, aksine kendisi ve metodu hakkında kelimenin tam anlamıyla şöyle der: “Fetvada kolaylaştırma ve davette tebliğ.” Bu, onun ve Müslüman Kardeşler'in siyasi projesine hizmet etmek için ideolojik hoşgörüyü kullandığı anlamına gelir. Yalnızca son 10 yılda Karadavi, Mısır gençliğinin protestolarını (Şubat 2011) gasp etti ve dönemin Mısır devlet başkanına suikast düzenlenmesi ve öldürülmesi için bir fetva (Şubat 2011)  yayınladı. Ezher'i ve Şeyhi Ahmed el-Tayyib'i hedef aldı (Şubat 2012). Öncesinde ve sonrasında "Sünni Veliyy-i Fakih" olmak için çabaladı. Hayatı bir din alimi olarak değil, bir siyasi ve partizan İhvancı (Müslüman Kardeşler) gibi nefes nefese iktidarın arkasından koşmakla geçti. O, Süfyan el-Sevri'nin "Bir din aliminin kalbinden çıkan son şey başkanlık sevgisidir" sözünün bir örneğiydi. Nasıl öyle olmasın ki, gençliğinde köyünde mensubu olduğu tarikat şeyhi Beyyumi el-Azuni, Karadavi'yi “Ebu Yusuf” diye çağırırmış, Karadavi itiraz edip ona: "Ben Ebu Yusuf değilim, Yusuf’um" dediğinde Şeyh Beyyumi; “Ama ben sana böyle sesleniyorum ve sana Ebu Hanife'nin arkadaşı Ebu Yusuf'a söylediğini söylüyorum: (Sultanların sofrasında tatlı yiyeceksin)” demiş.
Ölümle alay edilmez ama Karadavi'nin düşüncesi, söylemi ve destekçileri hala etkileme ve yıkım peşinde, dolayısıyla herkesin Karadavi ve düşüncesinin tehlikesinin farkına varması sağlanmalı. Bu, düşman ve muhaliflerine yaptığı gibi ne onu tekfir edip İslam ümmetinden dışlayarak, ne de hakaret edip aşağılayarak değil, bilakis, tarihi, gerçekleri ve hadiseleri zikrederek, ona, düşüncelerine ve müntesiplerine karşı uyarıp ikaz ederek yapılmalı. Teşvik ettiği roller, söylemler ve fetvalar anlatılmalı. Tüm bunların insanlar üzerindeki feci sonuçları gösterilmeli. Gerçeklerden bahsetmek onu mahkum ediyorsa, öyle olsun, zira bunlar kendi eylemlerinin ve düşüncelerinin ürünü.
Karadavi'nin çelişkileri sayısız; tüm geleneksel “dini kurumları”, onların sembollerini ve din adamlarını hedef aldı, sonra da “Uluslararası Müslüman Alimler Derneği”ni tesis etti. Bazı Arap ülkeleri kimi teröristlerin vatandaşlığını iptal ettiklerinde onları hedef aldı, başka bir ülke binlerce kişinin vatandaşlığını iptal ettiğinde ise bir mezar taşı kadar sessiz kaldı. Düşünce ve konuşmalarında bunun gibi pek çok örnek bulunur.
Karadavi, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi bir dizi Arap ülkesi tarafından kanunun gücü ve kendisine karşı kanıtlanmış suçlarla terörist olarak sınıflandırıldı. Siyasi nedenlerle İslam'ın bazı şartlarının terk edilebileceğine dair fetvalar verdi. Geçmiş yıllarda Hac şartına karşı tutumu, onun dinle ve fıkıhla hiçbir ilgisi olmayan tamamen partizan bir politikacı olduğunun kanıtı.
Son olarak, Karadavi siyasal İslam hareketlerinin yükselişini tanımlamak için kullanılan “İslami Uyanış” terimini övünerek ilk kullananlardan biriydi. Uğursuz Arap Baharı geldiğinde Karadavi şöyle demişti: “Her zamanın bir devleti ve adamları vardır. Liberaller ve laikler zamanlarını yaşadılar. Bu, bizim ve İslamcıların zamanıdır. Yani ‘köktendinciliğin zamanı’dır.”