Abdulaziz Tantik
TT

Şiddetin topolojisi…

Son günlerde ülkemizde haberlerde boy veren şiddet olayları her gün artarak devam etmektedir. Kadına yönelik şiddet ile başlayan süreç, lise düzeyinde gençlik şiddeti, otobüslerde şoföre yönelik şiddet ve her sorunlu ilişkide meydana gelen şiddet olarak betimleyebiliriz.
Trafikten tutunda ayrılmak isteyen eşi öldürmeye varan şiddet, toplumsal sarmalı ciddi bir şekilde sallamaktadır. Etrafımıza bakındığımız anlarda bir şiddet gösterisi ile karşı karşıya kalabiliriz. Bir hayvana şiddetten tutunda herhangi bir eşyaya yönelik şiddette bu topolojinin bir parçası olmaktadır. Aile içi şiddetten toplumsal şiddete; yani toplumun her kesiminde oluşabilen bir şiddete dönüşme emareleri göstermektedir.
Toplum farkına varmadan ayrışıyor, şiddet dilini meşrulaştırıyor ve kendini koruma refleksini gösterirken şiddeti meşrulaştırıyor. Siyasal zeminden sosyolojik zemine, psikolojik zeminden sosyo-psikolojik zemine kadar her alanda bir şiddet durumu söz konusu olmaktadır.
Şiddetin iki türü söz konusu edilebilir. Dışarıdan içeriye dönük şiddet ile içeriden dışarıya dönük şiddet… Dışarıdan içeriye dönük şiddet modern öncesi dönemler için geçerliliği söz konusu olan şiddete örnektir. İçeriden dışarıya dönük şiddet ise daha çok modern dönemler ve sonrası için söz konusu edilebilir. Burada şiddetin doğasına yönelik bir değişimden söz edilebilir. Toplumsal baskı yerine kişisel baskıların öne çıktığı bir zemine gelindi. Bu yönelimi besleyen kültürel doku doğru anlaşılmazsa mesele izaha kavuşturulamaz!
Şiddet, gönüllülük dışında bireyleri, toplumları, kültürleri, medeniyetleri değişime uğratma arzusunun dışa vurumudur. Eşyayı dönüştürme ve tabii olandan yapay olana yönelmede de bir şiddet arzusu açığa çıkmaktadır. Tekçi bakış, mutlak doğru olma kesinliği gibi temel ilkeler kişiyi başkalarını düzenleme, düzeltme, değiştirme ve biçimlendirme gibi bir arzuya taşımaktadır. Modern olan, olgunun yeniden kurulması üzerine bina edildiği için bir sözleşme değil, bir biçimlendirme üzerinden ilişki kurmaktadır. İşte bu ilişki biçimi şiddeti normalleştiren bir özellik kazanıyor.
Türkiye gibi ülkelerde, ne geleneksel kültüre dayalı bir şuura sahip, ne de modern kültüre dayalı bir bilinci taşımadan tarafeyn arasında sıkışmış kişilikler eliyle şiddet yaygınlaşıyor. Bunu besleyen taktik ve stratejik siyasetler, şiddeti bir anomali olmaktan çıkararak kişiler ve toplumlar nezdinde meşrulaştırıyor. Kişiye yönelik şiddete, kişi karşı çıkarken, bir başka kişiye yönelik şiddete ise ‘o hak etmiştir’ yargısı üzerinden değerlendirme yapabiliyor. Kendi içinde var olduğu topluma yönelik şiddete, şiddet üzerinden tepki verirken, başka bir topluma yönelik şiddete ise hak edilmiş şiddet muamelesi yapabilmektedir. Bu değerlendirme biçimini besleyen bir eğitim ve kültürel dokunun varlığı kaçınılmaz olacaktır.
Şiddetin varlığı bir otoritenin varlığını zorunlu kılar. Şiddetin meşrulaştırımı otorite üzerinden sağlanır. Otorite ise kendi otoritesini mutlaklaştırdığı andan itibaren, kendi dışındaki her şeyi yeniden biçimlendirme imtiyazı kazanır. İşte bu imtiyaz, şiddeti normalin kendisi kılar. Bunu besleyen metafizik ilkeler bulmak da zor olmasa gerek!
Bilgiyi ve düşünceyi öznenin kendisine indirgediğinizde hakikati öznel bir zemine taşımış olursunuz. Bu öznellik, zayıf olduğu sürece sorun değil, ama güçlendiği andan itibaren diğer öznelerin de kendi isteklerini yerine getirmesi gereken kişiler olarak algılandığında ve buna dair zorlayıcı bir eyleme dönüştüğünde, şiddet kendiliğinden öznenin kendi doğasının bir uzantısı haline gelir. Doğanın uzantısı olan şiddetin kendi normalini oluşturması, bunu beslemesi ve bunu dikte etmesi de sürecin tabii uzantısı olur.
Hakikatin gerçekliğe indirgenmesi, gerçeğin kesinliğini ve keskinliğini hakikatin kendisine hamletmeyi mümkün hale getirmektedir. Gerçeğin açık yapısı, öznenin düşünmesi, eyleme geçmesi ve beklentisinin de bir gerçeklik zemininde kurulması anlamına gelecektir. Buna güç yetirmeye başladığı andan itibaren belirleme imtiyazını bir hak olarak kullanma arzusunu eyleme geçirecektir. Şiddet buradan doğar ve dağılır.
Özneye irca edilmiş bilgi ve düşünce eşya ile ilişkiyi tasarım üzerine kurmaktadır. Akıl, varlığı tasarımlayarak yeniden kurmaktadır. Bu da doğal olanı yapay olan ile değiştirmeye yaramaktadır. Doğa ile girilen bu ilişki biçimi, insan yaşamına, insanın kendisine ve insanların oluşturduğu toplumsallığa da yönelebilmektedir.
Tasarım yapabilme gücü beraberinde doğal şiddeti taşımaktadır zaten! Bu tasarım birey ve topluma yöneltildiğinde iki türlü bir şiddetin varlığı açığa çıkmaktadır. İlki, psikolojik bir etki ile sürekli kişiyi değişime çağırma ve bu değişim karşısında elde edeceği kaliteli yaşamı fırsat olarak sunmadır. İkincisi ise, değişime direnen farklı kültürlere yaslanan bireylerin ve toplumların baskıyı da araçsallaştırarak şiddeti doğuran bakış ve eylemliliğin öne çıkartılmasıdır. Örneğin, cumhuriyet kurulduğunda Müslüman kimliğe yönelik hem içeriden ve hem de dışarıdan yapılan baskı gibi… Bugün ise el Kaide ve Daiş üzerinden oluşturulan şiddetin ters tepkiye dönüştürülerek Müslüman zihne yönelik kurulan baskı ve sürekli dışlanma psikozu üzerinden yapılan şiddettir. Benzer bir durum ırk ve cins içinde geçerlidir. Örneğin; bugün Lgbti diye bilinen eşcinselliğin ve türevlerinin ciddi bir baskı aracı olarak kişilere dayatılması, aleyhine bir şeyin yazılmasına imkân tanınmaması, aleyhte yazıldığı zaman, sosyal mecralardan; facebook, twettir, instagram gibi yerlerde yok sayılmalar, paylaşımların engellenmesi ve sonuçta ısrar edildiğinde engellenildiği görülmektedir.
Toplumsal yapıda en küçük bir tartışmanın büyüyerek şiddete yönelmesi, yaralanmaların, ölümlerin olması, hiç tanımadığı halde bir kadını öldürme girişimi, öldürmenin tadını alma adına bunu yapmanın şiddetin nereye doğru savrulduğunu görme açısından önemlidir. Son kira artışlarında ev sahiplerinin çıkmayan kiracılara yönelik şiddet gösterisi de bu zeminde ele alınmalıdır. Siyasal arenada çatışmanın öne çıkarılması, muhalefetin ihanet olarak tanımlanması, iktidarın otoriter ve baskıcı olarak betimlenmesi, iki tarafın birbirine karşı öfke duymasına neden olmaktadır.
Şiddet ise öfke, kin, nefret ve tiksinme üzerinden kendine alan bulan bir şeydir. Bir toplumda bunu çoğalttığınız zaman şiddeti de çağırmış olursunuz. Şiddeti ortadan kaldırmanın yolu, yeni bir bakış, yeni bir ilişkiler ağı ve yeni bir değerler skalasıdır. Bunu yaparken hangi dünya görüşüne dayandığınızda bir o kadar önem arz edecektir. Şiddetin normalini oluşturan –Ki şiddetin her türlüsüne karşı olan, özgürlükçü, demokrat ve hukuktan yana olduğunu bildirendir.- modern düşünce ve post modern düşünceye dayalı bir dünya görüşü üzerinden bu değerleri inşa edecekseniz, şiddeti çoğaltmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Çünkü bu kültür kendisini öteki üzerine kurmaktadır. Yani ötekini reddeden ve yok olması gerektiğine inanan bir bakışa sahiptir. Bu yüzdende kendisi gibi olmayan her şeyi öteki ilan ederek yok edilmesi gerektiğini belirtmekten de kaçınmamaktadır. Afrika ve Asyalı insanları insan bile saymayan ve onların ölümlerini normalleştiren bir bakışı taşıyor. İleri sürdükleri bütün değerlerin yerinde şu an yeller esmektedir. Hiçbiri kendi ülkelerinde bile uygulama alanı bulamamaktadır.
Yeni bir uluslararası sistem arayışında şiddetin varlığı giderek artacağı benziyor. Son yirmi yıldır irili ufaklı savaşlar sürmektedir. Bölgesel düzeyde ve ulusal düzeyde iç karmaşa süreklileşerek hayatımızın bir parçası olmaktadır. Yenilerde bir dünya savaşı sözü aldı başını gidiyor. Bu dünya savaşı meselesi ise bizatihi şiddetin dozunun artacağını gösterecektir. Daha spesifik bir şiddeti pandemi sürecinde yaşadık. Haklarımızın elimizden alındığı ve insanların bir şeylere zorlandığı bir dönemi yenilerde geride bıraktık.
Şiddet dört koldan saldırıya geçmiştir. Değerler skalası yerle bir edilmiş, tuzla buz olmuştur. Değersizliğin değere dönüştüğü bir zeminde şiddet neşvünema bulur. Toplumsal çatışma ağırlık kazanırken toplumsal uzlaşı ise bir zaaf olarak görülmektedir. Türler, cinsler, ırklar, kavimler, uluslar, ümmetler arasında ayrılıkların öne çıkartıldığı sözleşme yerine güç ilişkisi bağlamına oturtulduğu her zeminde şiddet kendine doğal bir mecra bulacaktır.
Çözüm, arafta kalan bir kültürün yerine doğru bir kültürü inşa etme ve kendi kültürel bağlamına geri dönme, Müslüman ise Müslüman dünya görüşüne geri dönüş sağlayarak şiddet ortadan kaldırılabilir. Modern dünya görüşü içinde şiddet sadece sana yönelik olduğunda kötü, diğerine yönelik olduğunda ise iyidir. Bu temel gerçeği unutmamak elzemdir. Ama bizim gibi ülkelerde şiddet, daha çok kültürel dezenformasyondan neşet etmektedir.
İçinde yaşadığımız şiddetin kültürel kodlarını doğru okuduğumuzda ondan kurtulmanın imkânlarını da konuşabilir hale geliriz. Kendi kültürel kodlarımızı ise sahih ve sahici bir zeminden hareketle inşa etmeyi başarmadan olmaz! Bu yüzden düşüncenin kendisine dair çok istekli ve güçlü bir yönelim şart olmuştur. Salt kendi kültürel öğelerimizi değil, bilakis, batılı kültürel öğeleri de asli hüviyetleri üzere öğrenmeliyiz ki kendi kültürel öğelerimizi doğru anlamlandıralım…