Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Nasıl hesap vereceğiz?

Din felsefesinde teodise olarak ifade edilen bir problem var; kötülük problemi. Kökenleri Epikür’e (341-270) kadar dayandırılıyor, elbette daha geriye götürmek de mümkün. Problem genellikle “Tanrı” ile ilişkilendiriliyor. Şöyle ki, yaratıcı her şeye müdahale edecek kadar kudretli ve merhametli, o halde dünyada bunca kötülük neden var? Ya da mutlak iyi olan yaratıcı ile var olan kötülüğü nasıl bağdaştıracağız?
Çok basite indirgeyerek ifade ettiğim bu problem, sokaktaki insanın da problemi olabiliyor, esaslı felsefecilerin de… Aslında şöyle ifade etsem daha doğru olur, daha önceleri yoğunluklu olarak akademinin konusu olan bu problem, bugün artık sadece akademik alanda değil, ateizmden bahseden sokaktaki gençlerin, deizmden bahseden okuldaki öğrencilerin de sorusu. Bir şekilde artan kitle iletişim araçları vasıtasıyla bu ve benzeri sorulara muhatap olup, buna dair sorulara cevap arıyorlar.
Genel olarak sorular şu şekilde; Allah, dünyadaki kötülüklere neden müdahale etmiyor? O halde “Tanrı yok”; ateizm. Allah bu kadar iyi, kudretli ve merhametli ise dünyadaki kötülüklere neden müdahale etmiyor? O halde, “Tanrı var ama dünyaya müdahale etmiyor”; deizm. Kim bilir yaşadıkça bu tip sorularla daha ne kadar muhatap olacağız? Zira geçmiş dönemde kötülük problemi, daha çok ateizm ile ilişkili ele alınırken bugün daha çok deizm üzerinden ele alıyoruz, yarın ne olacağını bilemeyiz.
Kötülük problemine dair sorular sadece İslam felsefesi içerisinde de tartışılmıyor, hatta Hristiyan teolojisi içerisindeki tartışmalar daha yoğun bile diyebiliriz. Nihayetinde birçok teorisyen de bu sorulara cevap arıyor. Kimi teorisyen, soru sormakla meseleyi açarken kimisi bir cevap bulmaya çalışır. Yakın döneme baktığımızda ise problem bir şekilde biçim değiştiriyor, Schopenhauer ile başlayan bu değişim sonucunda problem artık “kötülük ve Tanrı” arasındaki bir problem olarak ele alınmaktan kötülükle insan arasındaki ilişkiyle ele alınır oluyor.
Kötülük probleminin insanı, inancı üzerinden samimi bir sorgulama ile meşgul etmesi mümkündür. Kendini bulamamış insanların, arayış içinde bu tip probleme muhatap olup bir çözüm araması da mümkündür. Din karşıtlığı nedeniyle bu tip tartışmalı alanlara sık sık referans verenler de vardır. Ateistliğini ve deistliğini meşru bir gerekçeye dayandırmak isteyenler için de bu problem sık sık öne sürülür.
Teoside probleminin birçok çeşidi varken, cevabının da aynı oranda olması gerekir. Karşınızda bir değil birden çok problem varsa, tek bir cevap verilmez, problemin sayısı kadar cevap verilir. Tüm problemlere burada yer vermem mümkün değil ya da cevaplara…
Ancak bir inanan olarak bu probleme derin, dünyaya ise göz ucuyla baktığımda gördüğüm sadece “kötülük” ve “Tanrı” değil. Zira…
Dünyaya bir göz ucuyla bakalım, bir avuç toprak için Ortadoğu’dan Avrupa’ya birçok yerde savaşlar açılıp kadın çocuk öldürülen bir dünya burası. Savaşlarda bir taktik olarak tecavüzün kullanıldığı bir dünya. Büyü yapmak için hayvanların uzuvlarını kesen insanlarla yaşıyoruz. Birkaç patron kar etsin diye onlarca işçinin can verdiği bir dünyadan bahsediyorum. Deprem hattında bina yaparken demirden çalabilenlerin olduğu bir dünya… Sırf bir kişi kendisine yol vermedi diye çocuklarının gözü önünde babalarını vuranların, garibanın ekmeğini elinden alanların, iftira ile insanları yıllarca hapiste tutanların olduğu bir dünya… yazarken ve okurken bile kalbimiz sıkışıyor, sırf bencil heveslerini dindirmek için, muhtemelen akıl sağlığı yerinde olmayan bir yöneticinin, 18 yaşını yeni görmüş onlarca genci annesinden koparıp cepheye sürerken, kendi çocuklarını bilmem kaç yıldızlı otellerde tatil yaptıran, çocuklarına zarar gelmesi diye adlarını bile saklayanların olduğu bir dünya… Allah’ın bir nimet olarak dağların taşların arasından billur gibi çıkardığı suyu, bir miktar altın, biraz dolar için zehirleyenlerin olduğu bir dünya… kuşun, ceylanın yuvasını, otel yapmak için yakan, bozanların olduğu bir dünya burası. Daha yazayım mı, bence yazmayayım!
Acının hep garibanı bulduğu bir dünya burası, acı eğer garibanı değil güçlü olanı bulsaydı bir daha yaşanmazdı. Garibanın kimsesi olmadığı için ona uğrayan acıların da kimsesi olmuyor. Burası garibin ezildiği, kötülüğüne, kötülüğe rağmen güçlü olanın hiç ezilmediği bir dünya. Güçlünün zulmettiği bir dünya.
Böyle bir dünyada, garibanın yanında olan, yani iyi olan kaç insan tanıyorsun, tanıyoruz?
Sonra ellerimizi belimize koyuyoruz ve yaratıcıya hesap soruyoruz:
“Hani sen iyiydin, o halde dünyada neden kötülük var?”
Kötülüğün faili Allah değil, kötülüğün faili insan. Şimdi o kötülüğün hem mucidi hem taşıyıcısı olan insanı kenara “temizleyerek” koyuyor ve Allah’a hesap soruyoruz öyle mi?
Biz ne yaptık? Kaç masumu kendimize rağmen, kötülüğe haksızlığa isyan ederek koruduk? Hepsinde ama hepsinde “aman bize dokunmasın” diye sustuk, görmezden geldik.
Yalan mı?
Yetmedi!
Haksızlığa eliyle, diliyle buğzedenlere meczup muamelesi yaptık.
Yalan mı?
Şimdi Allah’a hesap soruyoruz, sen iyisin de bu kötülük ne?
Böyle düşününce, hesap sormak değil de aklıma hesap vermek geliyor.
Etrafımda bu kadar zulüm varken kaçına buğz edebildim diye…
Nasıl hesap vereceğim, nasıl hesap vereceğiz?
Hiç düşündünüz mü?