Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Siyasi kayboluş ve petrolün siyasallaştırılması

Newton'un üçüncü yasasında dediği gibi her etki bir tepki doğurur. Doğa bilimleri ile sosyal bilimler arasında mantık kuralları transferi hem bilimsel hem de bilişsel olarak hatalıdır, fakat bazen açıklama ve analizi kısaltmanın da bir yoludur. Siyasette ve uluslararası ilişkilerde özgün kanunlar, ilkeler ve stratejiler bulunur. Suudi Arabistan-ABD ilişkileri de iki ülkenin tam bağımsızlığı ve her birinin kendi çıkarlarının gözetilmesi nedeniyle yerleşmiş normlara ve doğal değişikliklere sahiptir.
Suudi Arabistan ve ABD arasında temel olan, kırklı yıllardan beri devam eden stratejik ittifak ve ilişkilerdir, bunlar on yıllar boyunca iniş ve çıkışlar yaşadı. Doğu ve Batı dünyası artık tanıdığı ve başarılarıyla büyülendiği “yeni Suudi Arabistan”ı konuşurken, eski başkan Barack Obama döneminden beri Amerikan siyasetindeki en önemli tarihsel değişiklikler ve bunların mevcut yönetimdeki doğal uzantısı bilinme, yaygınlık, okuma ve analiz açısından ondan daha az konuşuluyor ve biliniyor. Her iki yöndeki büyük değişikliklere dair dengeli bir görüş oluşturulmadan, gözlemciler resmi net olarak göremezler.
Liberal sol akım, birkaç yıldır Amerikan Demokrat Partisi'nin kontrolünü elinde tutuyor. Bu bir analiz değil, Amerikalıların, daha az ölçüde de olsa tüm sosyal, akademik, politik ve medya tartışmalarında dolaşan bir bilgi. Bunu inkâr etme, uzak durma ya da kamufle etmekte hevesli olanlar, birçok nedenle diğer herkesten fazla Ortadoğu'nun bazı aydınları, yazarları ve medya kuruluşlarıdır. Bu Amerikan solunun vizyonu, ABD'nin kimliğini değiştirmeye çabaladı ve çabalıyor. Bizi burada ilgilendiren husus ise ABD'nin politikalarını, stratejilerini ve dünyayla ilişkilerini de değiştirmeye çabalamış ve çabalıyor olması. Bu çaba, Obama döneminde uğursuz “Arap Baharı”nda ve Arap ülkelerini yönetmeleri için “köktendinci grupların” desteklenmesinde, İran ile yapılan kötü “nükleer anlaşma”da, ABD’nin “İsrail” devletinden sessizce de olsa uzaklaşmasında kendisini gösterdi. Mevcut yönetim döneminde ise sembollerinin Suudi Arabistan'a karşı pozisyonlarında ve resmi açıklamalarında kendisini gösterdi. Liberal sol akımın sembollerinin Rusya ve Ukrayna konusundaki sert duruşları, çok geçmeden ABD’den uzaklaşan Avrupa ülkelerindeki müttefiklerinin çıkar ve istikrarlarını tehdit etmeye başladı. Bunun son örneği, “OPEC+”a yönelik organize saldırı ve Suudi Arabistan'ın petrolü siyasallaştırmakla suçlanması.
“OPEC+” Örgütü’nü petrolü siyasallaştırmakla suçlamak, politik olarak sorumsuz ve tamamen mantıksız bir tutum. Örgütün uzun tarihiyle çelişiyor, petrol üreten ülkelerin çıkarlarını kasten görmezden geliyor ve “enerji piyasaları” konusunda uzmanca bir tartışmayı reddediyor. Bu tutumu küçük bir ülke sergileseydi, cevap ve tartışmayı hak etmeyen bir tutum olduğu için kolaylıkla görmezden gelinebilirdi. Ama ABD'nin tutumu olduğu için üç Suudi Arabistanlı bakan buna yanıt verdi; Enerji Bakanı, Dışişleri Bakanı ve Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyesi ülkelerin bakanları da açıklamalar yaptı.
Yolunu kaybetmiş imparatorluklar kendileri, müttefikleri ve dünya için bir tehlikedir. Bunun kanıtı tarih ve coğrafya boyunca bol miktarda bulunur. ABD politikalarını değiştirdiğinde, dünyanın canlı ve aktif ülkeleri de yeni durumlara göre pozisyonlarını değiştirecek ve çıkarlarını korumak için doğuştan gelen haklarını kullanacaklardır. Bu siyasetin ABC'sidir ve ancak vasıflı, vizyon sahibi olmayanlarda öfke veya kontrolsüz hamasete yol açar ve büyük güçlere yakışmaz. İmparatorlukların dünyanın ilkelerini, uluslararası örgütleri, siyasi ve ekonomik normları tehdit etmeye başlaması “siyasi bir yolunu kaybetme”dir. İmparatorluklar siyasi ve ekonomik olarak istikrarlı “uluslararası örgütleri” tehdit ettiğinde, “uluslararası sistem”e “iç yasalarını” dayatmaya çalıştığında, dünyanın tüm ülkeleri ona uyum sağladıktan sonra “küreselleşmeyi” tüm boyutlarıyla tehdit ettiğinde, siyasi tutumların hamaseti bir tehlike haline gelir. Seçim yarışı sırasında partiler arasındaki çekişmenin uluslararası ilişkilere yönelmesi “siyasi bir kayboluştur”.
ABD'nin müttefiklerinin bu sol siyasi akımla çilesi devam ediyor. Avustralya ile denizaltı krizinde Fransa, doğal gaz, Rusya’dan gaz ithalinin reddedilmesi ve Amerikan alternatifinin fiyatını önemli ölçüde yükseltme alanında Avrupa ülkeleri, birçok dosyada İsrail, ondan önce de uğursuz “Arap Baharı” sırasında Mısır ve Bahreyn, silah satışı, Yemen ve İran'ın bölge ülkelerine müdahaleleri konusunda Suudi Arabistan ve BAE, bugün de OPEC ülkeleri bu çileyi yaşıyor.
Suudi Arabistan ve BAE rasyonellik, sükûnet, hassas ve tarihi bir denge ile Rusya-Ukrayna krizinde uluslararası bir siyasi duruş sergilediler. Suudi Arabistan, bu krizin esirlerinin bir bölümünün serbest bırakılmasına aracılık etti ve başardı. BAE Devlet Başkanı Rusya'yı ziyaret ederek Devlet Başkanı Putin ile görüştü. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Ukrayna Devlet Başkanı'nı aradı. Suudi Arabistan 400 milyon dolar insani yardım sundu. İki ülke halen krizi sona erdirmek ve dünya üzerindeki sonuçlarını hafifletmek, bu kritik tarihsel aşamada şiddetle çalan “üçüncü dünya savaşı” davulları yerine “uluslararası barışı” desteklemek ve yerleştirmek için barışçıl çözümler arayışında.
Demokrat Parti içindeki siyasi Obamaizmi sol olarak tanımlamayı reddetmek, birçok Arap halkının gerçek sahneye körleşmesine yol açtı. Bu, sosyal ve siyasal bilimlerin en basit kurallarını bilmemekten kaynaklanan mantıksız bir reddetme. Herhangi bir normatif yargıya varmak istemeyen (çünkü bu başka bir konu) pratik ve uygulamalı, ABD ve dünyada benimsenen bir tanımlama. Bazı etkili Arap kurumlarının ve bireylerinin buna karşı çıkmaları şaşkınlığa yol açıyor.
Elon Musk, dünyanın en zengin adamı, vizyon sahibi bir mucit, başarılı bir iş adamı ve göz ardı edilemeyecek tartışmalı bir kişi. Demokrat Parti içindeki bu Amerikan akımının sol olarak tanımlanması bazılarında hoşnutsuzluk uyandırıyorsa Elon Musk bununla yetinmeyip, “Marksizm” tanımının ABD'nin kendi içinde uyandırdığı tartışmalara atıfta bulunarak bu daha geniş akımı “neo-Marksistler” olarak tanımlıyor.
ABD iç yasalarının ve mevzuatının uluslararası örgütleri ve dünya ülkelerini tehdit etmek için kullanılması, “siyasi kayboluşun” bir parçası. “OPEC+”a yanıt olarak “NOPEC Yasası”nın uygulanmasından bahsetmek, daha önce “CAATSA Yasası” ve benzer örnekler etrafında dönen tartışmalara biraz benziyor. Politik bir yaklaşım olarak tekrar tekrar kullanıldığında devletlerin ve imparatorlukların güvenilirliğini ve statüsünü sarsıyor. Gücün mantıksız bir şekilde kullanılması ve müzakere yerine tehdit etmek ise “imparatorlukların çöküşünün” önemli göstergelerinden biri.
Belçika ve Macaristan'ın pozisyonları, yakın gelecekte ABD'nin müttefiki olan diğer “Avrupa ülkelerinde” olacaklar için bir model teşkil ediyor. ABD’nin peşine takılma ivmesi, bilhassa büyük ve baskın siyasi kayboluş nedeniyle bu yıl sert ve şiddetli geçecek olan kışın yaklaşmasıyla “enerji piyasaları” ve “doğal gaz” konusunda Avrupa halklarının temel ihtiyaçlarıyla çarpışacak. Politikacılar bir çıkış yolu bulamazlarsa, hayatın gereklerinin doğal bir karşılığı olarak halklar bir yol bulacak.
Son olarak, Suudi Arabistan değişmedi ama ABD değişti. Uluslararası güç dengesi değişiyor ve gelişiyor. Devletlerin çıkarlarını korumaları, akıl, mantık ve uluslararası hukuka göre temel bir hak.