İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Lübnan 6 yıllık kabusun sonunu bekliyor

Lübnan'a çeşitli afetler taşıyan –ki bunların en az acı vereni doğal afetler ve salgındı- 6 yılın sonunda saatler ve anlar Lübnan halkı için çok ağır geçiyor.
Altı yıl boyunca devlet yapısı programlı ve sistematik olarak yerle bir edildi. Ulusal egemenlik nihai olarak yıkıldı. Ülke boğucu bir ekonomik ve mali krize, korkunç mali, adli ve idari yolsuzluğa, anayasayı yok etmeyi amaçlayan ısrarlı ve kasıtlı siyasi engellemelere, 1860'tan beri bilinen Lübnan standartları için bile emsalsiz mezhepçi ajitasyon ve fanatizme şahit oldu.
Felç etme, engelleme, şantaj ve demokrasiyi devre dışı bırakma ile başlayan 6 yıl, birkaç saat sonra yine felç etme, engelleme, şantaj ve demokrasiyi devre dışı bırakma hatta onu öldürme ile son bulacak.
Altı yıllık dönem, ulusal mutabakatın dışındaki mezhepçi silah gücünün Beyrut’un bölgelerini ve meydanlarını yaklaşık iki yıl boyunca “işgal” etmeyi başarmasıyla başladı. İşgalin amacı, meşru hükümeti vurmak ve bu silahın adayını ülkenin cumhurbaşkanı olarak dayatmaktı. Bu 6 yıl boyunca silahın gücü pekişti ve “İran” misyonunu yerel ve bölgesel düzeyde yürütmesi için kendisine gereken mezhepçi ve siyasi örtü sağlandı. Buna karşılık silahlı işgal gücü de, vekilinin ve Hristiyan örtüsünün kendisine ve projesine “hizmetlerini” takdir etti ve - özellikle Hristiyan çevresi içinde -  kotalar, mevkiler ve nüfuz konusunda onun ve dostlarının istediklerini yapmalarına olanak tanıdı. Entrikalarına, nefretine ve başta Sünni ve Dürzi olmak üzere Lübnan bölgelerini dolaşan fitnelerine göz yumdu. Dahası Şii müttefiki Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri'yi "eşkıyalıkla” suçlamasına sessiz kaldı.
Ahd döneminin makamına veda eden sahibi, bu 6 yıl içinde, Fransa’daki sürgününden bölgesel ve uluslararası bir uzlaşı ile geri dönmeden önce benimsemiş olduğu tüm "özgürlük" ve "egemenlik" sloganlarına sırt çevirdi. Başkanlık hayali gerçek olduktan kısa bir süre sonra da daha önce çağrıda bulunduğu ve davet ettiği her şeyin tam aksini hayata geçirdi. Böyle radikal bir değişim Ahd döneminin sahibi için yine de bir sorun oluşturmadı, çünkü coşturduğu, kışkırttığı ve “onu bir şeye ve ardından tam aksine ikna etmesi” kolay olsun diye beynini yıkadığı kitlenin azımsanmayacak bir bölümünün doğasını önceden biliyordu. Aynı kolaylıkla, silahlı gücün sahibi "Hizbullah" da kitlesini Fransa'dan dönen Generalin artık Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın 1989 sonbaharının sonlarında söylediği gibi "şok edici ve yıkıcı bir İsrail vakası" olmadığına ikna etti. Aksine, yaklaşık iki yıl boyunca (2006-2008) engellenen ve felç edilen Lübnan'ın cumhurbaşkanlığına getirilmeyi hak eden "direnişin adayı" olduğuna destekçilerini kolayca inandırdı.  Gerçekten de Hizbullah, daha sonra, muhaliflerinin birikmiş hatalarından ve onların siyasi gerçeği yanlış okumalarından faydalanarak, 6 yıl önceki çabasında, yani Generali cumhurbaşkanı yapmakta başarılı oldu.
Anayasal olarak 6 yıllık Ahd dönemi bugün bitiyor. Ama Lübnan ve Lübnanlıların kötü şansına, bu dönemin yaratılmasına katkıda bulunan ve ihlallerine yardımcı olan faktörler halen mevcut. Dahası, gerek Lübnan içindeki gerekse bölgesel ve uluslararası düzeydeki aktörlerin çoğunun gerçek pozisyonları açığa çıksa da, öngörülebilir geleceğe ilişkin göstergeler pek güven vermiyor. Altı yıl boyunca Lübnan'ı kuşatan kabus döneminin olası alternatifine gelince, -mevcut verilere göre – iyinin kötüsü olan şu iki olasılıktan ibaret.
Birincisi, vekaleten var olan İran işgalinin dayattığı gerçekliğin devam etmesi yani kendisinden siyasi bir gerçekliği değiştirmeden anayasal bir boşluğu doldurması istenen etkisiz bir “kriz yönetimi” cumhurbaşkanının seçilmesiyle sona erebilecek bir boşluk dönemi. İsrail'in bu işgalden duyduğu memnuniyet, geçtiğimiz birkaç gün içinde, Lübnan ile İsrail arasındaki deniz sınırını belirleme anlaşmayla nihayet teyit edildi.
İkincisi, deniz sınırını belirleme anlaşmasının Washington'un himayesinde imzalanması gibi, Amerikan himayesinde bir cumhurbaşkanın “atanması” yoluyla İran ve İsrail’in “birlikte yaşamasını” alenen tekit etmek. Bu, İran nükleer dosyasında ABD-İran ilişkileri dosyasından sorumlu Robert Malley'in çabalarıyla ilgili ayrıntıları çevreleyen sessizliğin ortasında onaylanan bir anlaşma. Elbette, aklı başında hiç kimse, acil öncelikler ortasında nükleer dosya gibi hassas konularda Washington'dan kararlı ve aleni bir tutum benimsemesini bekleyemez. Bu acil önceliklerin en öne çıkanları:
- Ukrayna'daki Rus savaşının gelişmeleriyle, son Çin Komünist Partisi Kongresi'nden sonra Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in liderliğini pekiştirmesi ve iktidar üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmasının ardından Pekin'in Tayvan'a yönelik tehditleriyle başa çıkmak. Çin Komünist Partisi Kongresi'ni takiben Çin’in, hem Çin hem de Rusya'nın çıkarlarına yönelik Amerikan tehdidine karşı Moskova'nın yanında yer aldığına dair açık bir beyanı olmuştu.
- Rus doğal gazının yokluğu ve Ukrayna savaşının neden olduğu diğer ekonomik zorluklar gölgesinde, zorlu bir kış öncesinde Batılı müttefiklerin çıkarlarına yönelik Amerikan ilgisi. Burada, Doğu Akdeniz gazını güvence altına alma ihtiyacı, Washington'un petrol fiyatlarına olan ilgisi ve üretim hacmini okuma konusundaki kafa karışıklığı gerçekten dikkatleri çekiyor ve çekmeye de devam ediyor.
- Ortadoğu'daki statükoyu hesaplanmamış risklerden mümkün olduğunca uzak tutmaya özen göstermek. İsrail seçimleri ve Likud sağının kazanması halinde aşırı politikalarının tehlikeleri bu çerçeveye giriyor. Sopayı ortadan tutarak, Moskova ve Pekin ile ilişkilerini daha da güçlendirmeye itecek kadar Tahran’a düşmanlık etmekten kaçınarak Arap-İran gerilimini “kontrol etmek” de bu çerçeveye dahil. Özellikle bu bağlamda, İran'ın çeşitli bölgelerindeki halk hareketlerinin acımasızca bastırılmasına yönelik ABD’nin tepkisinin soğukluğu dikkat çekiyor. Bu, Washington'un 2009'daki "Yeşil Hareketi" desteklemekten kaçınmasını hatırlatıyor.
- Donald Trump'ın lambadaki cinini saldığı aşırı sağa gittikçe daha fazla yönelen Cumhuriyetçi Parti karşısında Joe Biden yönetiminin hareket ve manevra kabiliyetini belirleyecek olan ABD ara seçimleri.
Lübnan'a dönecek olursak, büyük ve küçük her şeyi kontrol eden işgalci bir gücün varlığında yönetimde fiilen hiçbir “boşluk” yok. Perşembe günü, Hizbullah Genel Sekreteri'nin, Lübnan ve İsrail'in deniz sınırını belirleme anlaşmasını resmen imzalamasının ardından, Hizbullah’ın geçtiğimiz aylarda açıkladığı "istisnai önlemlerin ve seferberliğin " sona erdiğini duyurması oldukça dikkat çekiciydi.
Yine pek çok kişi, anlaşmanın imzalanmasının ardından sınır belirleme müzakere heyetinin en önde gelen üyesi olan Temsilciler Meclisi Başkan Yardımcısı İlyas Ebu Saab'ın sözleri üzerinde durdu. Avn yanlısı "Güçlü Lübnan" bloğunun bir üyesi olan Ebu Saab, İsrail doğumlu Amerikan müzakereci Amos Hochstein'a atıfta bulunarak, varılan sonucun bir "Hochstein Anlaşması" olarak tanımlanmayı hak ettiğini söyledi. Ayrıca Hochstein'ın dürüstlüğünü ve "tarafgirlikten uzak" durmasını coşkuyla övdü!
Görünüşe göre Hochstein'ın "tarafsızlığı" Hizbullah’ı şaşırtmamış ve bu nedenle anlaşma, Lübnan için “seferberlik” durumunu bitirmeyi gerektiren bir zafer olarak kabul edildi. Hizbullah ile arasındaki tuhaf ve gelecek vaat eden bir telepatiyle İsrail hükümeti de kendisini muzaffer olarak görüyor.
Denildiği gibi şükür nimeti daim kılar.