Halid Berri
TT

İyi niyet bir insan olsaydı, ikamet yerini belirlerdim

Bana bir erkek ya da kadın atlet verin, Dünya Atletizm Şampiyonası’nı kazanacaklarını garanti ederim. Bana bir futbol takımı verin, ülkesindeki lig şampiyonluğunu kazanacağını garanti ederim. Bana bir öğrenci verin sınıfında birinci olacağını garanti ederim. Sadece küçük bir şartım var. Sahadaki rakiplerin temizlenmesi. İlk sürücülük derslerimizden kullandığımıza benzer bir sokak ya da ekonomiyi yöneten ‘iyi niyetli’ insanların oluşturduğu gibi bir pazar istiyoruz.
Bir halk sağlığı doktoru olsaydım, herhangi bir toplumda yeterlilikteki düşüşün nedenini, ‘iyi niyet’ değerinin göklere çıkarılmasına bağlardım. Beceri açısından bakıldığında kötü bir değere işaret ediyor. Bir doktorda veya bir tamircide iyi bir nitelik ararsak ve listesinin başında iyi niyeti olursa bu, birden ona kadar gerekli becerilerden yoksun olduğu anlamına gelir. Bu ‘iyi niyet’ ifadesi, bir başarı vaadinden ziyade bir yetersizliği haklı çıkarıyor gibi görünüyor. Bir yeteneğin övülmesinden çok bir kusurun düzeltilmesine benziyor. İki kişinin birbirine “Ama niyeti iyiymiş” dediği bir konuşmanın sadece sonunu yakalarsanız, bahsedilen kişinin hata yaptığını hemen anlarsınız. Bir hayat arkadaşına diğer yarısını sorsanız ve o da “İyi bir insan” şeklinde cevaplarsa, burada bir kendini teselli etme durumu söz konusu olduğunu anlarsınız.
Bununla birlikte, iyi niyet tek başına sahiplerine diğer koşulu yerine getirmelerini, yani sahayı rakiplerden temizlemelerini sağlayacak bir nüfuz vermez. Dolayısıyla idari yeterlilik hastalıklarında bir doktor olsaydım, ‘iyi niyet’ ‘nüfuz’ ile bir araya gelince, toplumu geri kalmış sayardım. Bu, herhangi bir yerin yönetimi söz konusu olunca yıkıcı bir karışımdır. Yöneticinin tüm kararlarını temiz görmesini sağlar. Bu kararların faydalarına ilişkin şüphelerini ve bunları değiştirme isteğini azaltır. Yan önlemler gerekse de ona bunları uygulama kararlılığı verir. Ne yazık ki, rekabetçi bir alanda üstünlüğü sağlamanın en kolay yan önlemi, sahayı rakiplerden temizlemek veya tekelleştirmek olacaktır.
Sorun, değiştirilebilecek veya eğitilebilecek tek bir kişiyle ilgili değilse daha karmaşık hale gelir. Uygulamalı eleştiri etrafında dönmeyen hatta kasıtlı olarak başarı-başarısızlığı ve siyasi ve ekonomik meselelerdeki görüş ayrılıklarını vicdanın iyi ya da kötü olmasıyla, hayır ve şerle ya da hak ve batılla bağdaştıran bir kültürde yetiştiysem, herhangi bir ihmalkarlığı bunu yapan kişinin içinin bozuk olmasına dayandırdığımda beni suçlamayın. Başarı için gereken şeyin basitçe iyi niyet olduğunu düşünürsem beni suçlamayın. Bir kafede oturduğum yerden dünyayı değiştirebileceğimi düşünürsem beni suçlamayın. Koşullar liderlik etmeme izin veriyorsa ve bunun sebebinin şüphesiz başkaları olduğunu düşünmekte zorlanıyorsam beni suçlamayın. ‘İyi niyet’ ve doğruluğun zaferinde Allah'ın kıldığı bir vesile olduğumu düşünerek onlara baskı yaparsam beni suçlamayın. Etrafımdakiler benimle aynı fikirdelerse onları da suçlamayın.
Bu silsile halinde devam eden durumla ‘iyi niyetli’ toplumlar tekelci toplumlara dönüşüyor. Bu toplumlarda bir takım tüm şampiyonlukları kazanıyor. Takımın işi döner kapıdan girip çıkmaktır. Sanat sendikaları kitlesel olarak elde edilen şeyi ortadan kaldırır. Basın sendikaları, modern becerilere sahip kişileri niteliklerden yoksun bırakır ve piyasada artık talep görmeyen eski becerilere sahip olanlar için bunları tekelleştirir. İşin odak noktası hepsinin, performansların geliştirileceği ve rekorların kırılacağı başarılı bir ‘rekabetçi saha’ oluşturmaktan ziyade, hizipsel bir arzuyu harekete geçirmeye yönelik müdahaleler olmasıdır.
İyi niyet, kamuya açık alanlarda çeşitli kıyafetler giyen basitleştirilmiş popüler bir ifadedir. Ekonomide ‘sosyal adalet’, siyasette ‘hak’, sanatta ‘mesaj’ giysisini giyer. İsteğe göre sihirli sözleri olur. Ne zaman hileden sıkılsan bir cümleye ‘kazanan’ kelimesini koy. Spontane, yıpranma, ekonomiyi yönetip rekabetçiliği teşvik etme, işlevsel verimlilik ve modernizasyon hakkındaki tartışmalarda…
Yatırım yasaları, maliye ve gümrük politikaları ve üretim faaliyetlerinin kalitesi hakkındaki tartışmalarda…
Bence bir önceki paragrafın sonucundan toplumları değiştirme ilkesine ulaşıyoruz. Yaşam koşullarını değiştirmekten ahlaklarını değiştirmeye, görünüşlerini değiştirmekten özlerini değiştirmeye... Bütün bunlar ‘üretimsel faaliyetin’ değişmesiyle değişir. Ancak bir şartla: Üretimsel faaliyetteki değişimin, kendi önceliklerini belirleyen ve ayrımcı koşullarda yarışan tekelci bir arzuya dayalı olmaması gerekiyor. Bunun yerine başarı ya da başarısızlık sonuçlarına katlanmak şartıyla, varlıkların ve bireylerin maceralarını istedikleri şekilde sürdürmeleri için kapıların açılmasına dayalı olması gerekiyor. Tıpkı herhangi bir alanda yeteneklere karşı olduğu gibi.
Evet, bu nedenle yatırım verimliliğinin tıpkı atletizm gibi bir yetenek, beceri ve eğitim olduğu idrakından yola çıkmalıyız. Yatırım sahiplerinin yükselişi, diğer sektörlerdeki yeteneklerin yükselişine benzer. Belirli bir toplumda belirli bir ürüne olan ihtiyacı fark edebilen yatırım gözü olan bireyler artar. Bu ihtiyaç ucuz plastik terlikler veya abartılı turistik turlar olabilir. Daha sonra bu yatırımcıların ihtiyacı talebe dönüştürmesine, yani küçük veya büyük olsun hedef kitlenin satın alma gücü çerçevesinde talebi sağlamasına olanak sağlayan bir piyasa oluşur. Buradan kâr ederler ve genişlerler. Bu, başkalarını aynı sektöre katılmaya teşvik eder. Böylece hedeflenen pazar doygunluk noktasına ulaşır. Bu arada, diğer yatırımcı gözler yeni alanlar keşfeder ve bu böyle sürer gider.
Yukarıda bahsedilen döngü, iş fırsatları yaratır ve rekabet yoluyla işgücünün verimliliğini geliştirir. Hatta -sermaye döngüsünde- daha fazla tüketici grubu yaratır. Bu da piyasaya daha fazla yatırımcıyı çeker ve diğer endüstrileri faaliyete geçirir.
Bu yolda iyi niyet veya kötü niyetin sorgulanmasına yer yoktur. Ya da tüketicileri harcamalarına göre ahlaki olarak sınıflandırmak da bulunmaz. Tüketicinin en büyük üstünlüğü, ürüne ne kadar harcamaya istekli olduğu ve böylece sektörü ne kadar canlandırabileceğidir. Bir toplumun üretim faaliyetlerini idare etmek maharete, kültüre ve en önemlisi de tecrübeye dayanır. Toplumların zaten deneyimlediği bir durum varsa tekerleği yeniden icat etmeye gerek yok. Herhangi bir ahlaki slogan altında sermayenin tekerine çomak sokmamaya çok dikkat edin. Zira bunun tek bir sonucu olur o da tökezlemedir.
Serbest piyasa ekonomi kitabının önsözüdür. Amin deyin, sonra konuşalım.