Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Çadır ve ölüm dışında kurtuluş yok!

Üçüncü dünya ülkelerinin katlandığı çatlaklar çoğunlukla ya inşa edilen ulus-devletin yüzünde yaralar bırakmış eski sömürgeciliğin kalıntılarının etkisinden veya ulus-devlette yolsuzluk ve baskı ile lekelenmiş idari ve siyasi bir başarısızlık, Batı bankalarına borç karlarının yükü altında ezilen bir ekonomiden kaynaklanıyor. Bu faktörlerin birleşimi, insan gruplarını, daha iyi durumda olacaklarına inanarak mülteciler veya göçmenler olarak başka yerlere göç etmek için zorluklara katlanmaya ve ölümle yüzleşmeye sevk ediyor.
Örneğin, yoksulluk, sefalet ve baskının vurduğu çok sayıda Latin Amerika ülkesinin sakinleri, erkek, kadın ve çocuk, ABD'nin güney sınırlarına ulaşmak ve geçmek umuduyla tehlikeli yollarda uzun mesafeler yürümek zorunda kalıyorlar. Yahut Kuzey Afrika veya Doğu Akdeniz'den Avrupa'nın en yakın noktasına gitmek için denize açılmaya elverişli olmayan küçük teknelere binen grupların bir kısmı bitkin bir şekilde Avrupa’ya ulaşsa da daha sonra sık sık göç ettikleri yere geri gönderiliyorlar. Diğer bir kısmı da boğularak deniz sularının altında kayboluyorlar. İngiliz Adaları ile Fransa'yı ayıran Manş Denizi göçmenleri taşıyan bu küçük teknelerle dolu. Yine bazıları deniz tarafından yutulurken karaya ulaşan teknelerdeki mültecilerin gittikleri yer bir tür "toplama kampları” oluyor. Bu yasadışı göç, ülkenin kötüleşen ekonomik durumuna rağmen, İngiltere'deki politikacılar ve medya için bir meşguliyet haline geldi. Diğer bir grup insan da kargo ve nakliye gemilerinde kalarak, karaya ayak basmadan yıllarca limanlar arasında dolaşıyorlar. Göç ve ilticayı düzenleyen bir dizi uluslararası yasanın çıkarılmasına rağmen, çoğu, yetkililerin umursamadığı kağıt üzerindeki mürekkepten ibaret kalıyorlar. Dahası göçü reddetmek ve onunla mücadele etmek pek çok Avrupalı partinin "manifesto"sundaki aleni eğilim haline geldi. Son olarak İtalya'da olduğu gibi buna dayanarak iktidara geliyorlar.
 İnsanlar, son derece ağır ve tehlikeli olan zorlu ekonomik ve politik koşullar sonucunda göç etmektedirler. Yayımlanan istatistikler, bugün dünyanın dört bir yanında asgari yaşam şartlarından yoksun kamplara, ülke sınırlarına dağılmış, sınırlar arasında intikal eden gruplar halinde göç etmek zorunda kalan yaklaşık 70 milyon insan olduğunu tahmin ediyor. 1951 Mülteci Sözleşmesi mülteciyi, ırkı, dini, sosyal bir gruba mensubiyeti veya siyasi görüşleri nedeniyle hayatı veya özgürlüğünden endişe duyan kişi olarak tanımlar. Daha sonra iltica terimine, insanları kovalayan yoksulluk ile "vatansızlık" gibi başka terimler de eklendi. Vatansızlık, gelişmekte olan veya gelişmiş ülkeler olsun, birçok ülkede sosyal ve politik bir sorun haline geldi. Bu paradoksal terim ilk olarak Avrupa'da Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesinden sonra ortaya çıktı; düşman bir ülkenin vatandaşı olup vatanına dönmek istemeyen herkes “vatansız” oldu!
Yukarıdakiler, iltica ve göç olgusunun bir tanımı ve dünya kendisi için konferansların düzenlendiği, devlet başkanlarının bir araya geldiği ve bütçelerin ayrıldığı iklim sorunuyla meşgulken, “mülteciler ve vatansız kişiler” dosyası, tartışılmayan arka planda kalıyor.
Birçok ülkedeki iç savaş, iltica ve sığınma olgusunun nedenleri arasında yer alıyor. Bu savaşlara ya uluslararası toplum sessiz kalıyor ve başka şeylerle meşgul olup göz yumuyor ya da devam etmesi bazı büyük ülkelerin çıkarına oluyor. Diğer birçok ülke arasından Suriye, Libya ve Yemen, bunun önümüzdeki örneklerinden. Gördüğümüz gibi bu ülkeler uluslararası ilginin “odağından” uzaklaşıyorlar. Dahası şehirlerinden ve köylerinden bilinmeyen bir yer ve kadere göç ettirilen savunmasız vatandaşların acılarına aldırmadan bu ülkelerin toprakları üzerinde çatışmalar yürütülüyor. Ülkeler konferanslarının hiçbirinde bu insani meseleye ilgi göstermiyorlar. Afrika'da olduğu gibi bazı göçler, önemli bir kısmına sanayileşmiş ülkelerin, özellikle de Batılı ülkelerin katkıda bulunduğu çölleşme ve kuraklık nedenlerinden kaynaklanıyor. Gelişmekte olan ülkelerin, küresel iklimdeki büyük değişikliklerin nedeni olan karbon salınımı olarak bilinen şeye katkısının küçük bir oranda olduğu biliniyor. Afrika ve diğer bölgelerden mülteciler Avrupa'ya akın ettiğinde, sanayileşmiş Batı’nın suçlarına ve onların geleneksel yaşam kaynaklarından yoksun bırakılmasına yaptığı katkıya atıfta bulunulmadan suçlamalara maruz kaldılar. Oysa geleneksel yaşam kaynaklarından yoksun kalmalarının ana nedeni, esasında kaynağının endüstriyel Batı’nın olduğu karbon salınımları. Batı, baskıcı devletlerden, dahası vatandaşlarına baskı yapan ve zulmeden, onları göçe ve sonu meçhul bir deniz macerasına iten totaliter devletlerden göçlerin suçunu da taşıyor, çünkü bu ülkelerin vatandaşlarına karşı ihlallerine ve suistimallerine kayıtsız kalıyor veya göz ardı ediyor. Yine bazı büyük ülkeler de bu totaliter rejimlerin iktidarda kalmasına ve milyonlarca insanın kaderini kontrol etmesine yardımcı oluyor.
Bir grup insan boğularak ve/veya aç kalarak ve kamplarda yaşayarak “ölümden başka kurtuluş olmadığı” kanaatine vardığında, terörün yayılmasına, çatışmaların çıkmasına ve devletlerin çökmesine şaşmamalı.
Dünyanın bugün kendisi için çağrılar yaptığı iklim savaşının en önemli küresel sorunlardan biri olduğu doğru, ancak aynı zamanda, ülkelerdeki çatışmaların kuşatılması ve ister devletler, ister rejimler olsun, sebep olan taraflara işaret edilmesi gerektiği de doğru.
Yemen'deki çatışmanın, Yemen'de darlık, yoksulluk ve göçe neden olan İran'ın askeri, mali ve lojistik müdahalesinin bir sonucu olduğunu kabul etmek kaçınılmaz. Aynı müdahale, Lübnan'da devleti işlemez, evlatlarına bakmak, onları gözetmek ve böylece dünyanın şahit olduğu ölüm botlarıyla göçlerini kontrol etmek gibi kendisinden istenen en küçük rollerini bile yerine getiremez hale getiriyor. Libya'ya uzak ülkelerin müdahaleleri, Libya devletini kırılgan, güney sınırlarından göçlerin sahnesi, çatışma alanı haline getiriyor. Dahası bizzat evlatlarının göç etmesine neden oluyor. Aynısı, bugün 10 yıldan fazla bir süredir bölünmüş ve devletin yasalarını uygulama gücünden bile yoksun olan Suriye için de geçerli. Nedeni de iktidardakilerin bir kısmının, faydalı Suriye’nin sadece kendilerini çevreleyen Suriye olduğunu düşünmeleri ve totalitarizmi pekiştirmeye yardımcı olması için "Şeytan"a başvurmakta bir beis görmemeleri.
Dolayısıyla, uluslararası toplum “iklim sorunu” konusunda koparılan büyük bir yaygara içinde yaşarken, Latin Amerika’dan Ortadoğu halklarına acı çeken insanlar meselesine aldırmıyor. İnsanlar benzeri görülmemiş küçümsemelere ve hor görülmelere maruz kalırken, dikkatini Çin ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki çatışmaya yöneltiyor, ülkeler sembolik statülerini korumak için kaynak ve enerjilerini tüketiyorlar.
Son söz; Batılı başkentler istikrarlı ülkelerdeki bireylerin hakları için dünyayı ayağa kaldırırken, milyonlarca yerinden edilmiş insanı görmezden geliyor, dahası önlerine yüksek duvarlar örüyor!