Necib Sab
Arap Çevre ve Kalkınma Forumu (AFD) Genel Sekreteri ve “Çevre ve Kalkınma” dergisinin editörü
TT

Şarm eş-Şeyh Zirvesi hangi hususta başarılı oldu?

Şarm eş-Şeyh İklim Zirvesi’nin sona ermesiyle birlikte, zirvenin sonuçlarını başarısızlık, ihmal ve açık zafer arasında geniş bir yelpazede sınıflandıran analizler çoğalacaktır. Bu ise genellikle gerçekçi olmayan hedeflerin benimsenmesinden veya abartılı itiraz veya övgüden kaynaklanır. İşin garibi, zirveye saldıranlar arasında, turizm amaçlı davet dilenen ve konferansa herhangi bir olumlu katkısı olmayan kimseler de vardır. Karşı tarafta, özellikle ev sahibi ülkedeki bazı sesler, zirveden “iklim çalışmaları tarihindeki en büyük başarı” olarak bahsetmeye başladı. Gerçek şu ki zirve başarısız olmadı, fakat en yüksek beklentileri de gerçekleştiremedi. Zirveye ev sahipliği yapan Mısır, üzerine düşen görevi tam anlamıyla yerine getirmiş ve kendisinden beklendiği gibi Afrika’nın kaygılarını konferansa taşımıştır. Zirvede elde edilenler, mevcut uluslararası durum ışığında mümkün olanın en iyisiydi. Mısır diplomasisi, anlaşmazlıkları yönetmeyi ve üzerinde anlaşmaya varılamayan konularla ilgili kapıyı açık tutmayı başardı. Mısır’ın belki de en önemli başarısı, Ukrayna’dan Tayvan’a jeopolitik çatışmaların zirve salonlarına sıçramasını önlemeyi sağlayan mutedil konumuydu. 
Dünyanın en büyük ekonomilerinin başındaki isimler, ülkelerin karşı karşıya olduğu çöküşlere rağmen zirveye katıldılar. Oysa beklentiler, fon artışları taahhüdüne hazır olmamaları nedeniyle mahcubiyetten kaçınmak için birçoğunun katılmayacağı yönündeydi. Almanya Başbakanı Olaf Scholz’dan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a, İngiltere Başbakanı Rishi Sunak’tan ABD Başkanı Joe Biden’a kadar herkes iklim eylemiyle ilgili taahhüdünü tazeledi. Olaf Scholz, Rusya-Ukrayna savaşının, iklim finansmanı üzerindeki olumsuz etkisine rağmen, yakın vadede verimlilik önlemlerini güçlendireceğini, tüketimi rasyonelleştireceğini ve orta vadede ise temiz ve yenilenebilir enerjilere geçişi hızlandıracağını söyledi. Ancak, dünya genelindeki ekonomik çöküşlerle birlikte yükümlülüklerin dağılımı konusundaki anlaşmazlık devam etti. İkinci hafta, Bali’deki G20 zirvesinden bir mesajla başladı. ABD Başkanı Biden ve Çin Devlet Başkanı Şi, -çevreyi en çok kirleten- iki ülkesi arasındaki iklim işbirliğinin yeniden başladığını duyurdular. Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, pandemi ve enflasyon da dahil olmak üzere küresel krizlerden kurtulmanın en kısa yolunun iklim kriziyle mücadelede dünya ülkelerinin iş birliği yapması olduğunu belirterek, diğer başkanlar gibi emisyonları azaltma, temiz ve yenilenebilir enerjiye geçiş taahhüdünü yineledi. 
Zengin ülkeler, kayıp ve zararlar için gereken fonun Adaptasyon Fonu (AF) başta olmak üzere mevcut fon ve mekanizmalar aracılığıyla sağlanabileceğini düşünürken, gelişmekte olan ülkeler tarihsel sorumlulukla orantılı şekilde bağımsız bir fon konusunda ısrar etti. Bu durum, Avrupa Birliği’ni (AB) iklim felaketlerinin neden olduğu kayıpları finanse etmek üzere özel bir fonun oluşturulmasını destekleyecek bir çözüm önermeye sevk etti. Çin, her zamanki gibi, emisyonun en büyük kaynağı olmasına rağmen katkıda bulunmaktan kaçınmak için fakir ülkelerin arkasına saklandı. “Uyum” programlarına, yani iklim değişikliğinin etkileriyle başa çıkmak için önleyici tedbir fonlarının artırılması, Afrika kıtasının ve gelişmekte olan ülkelerin karşı karşıya olduğu en önemli sorun olduğu için Mısır’ın öncelikler listesinin başında yer aldı. Ölümcül kuraklıklar ve seller yalnızca geleceğe yönelik korkular değil, aynı zamanda bunlar karşısında çaresiz kalan bu ülkeleri vuran gerçeklerdir. Zirve, “uyum” için fon sağlama ihtiyacını kabul etmede ilerleme kaydetti, ancak bu çoğunlukla bütçe kalemlerinin yeniden dağılımıyla sınırlı kaldı.
Diğer taraftan Şarm eş-Şeyh İklim Zirvesi’nin en belirgin özelliklerinden biri, etkileşimli Arap varlığı oldu. Geçmişte Arap çekincelerinin göz ardı edilmesine yönelik tepkiler geri çekilme ya da engelleme ile sınırlıyken, bu sefer pratik girişimler ortaya çıktı. Özellikle “Yeşil Ortadoğu” ve “Yeşil Suudi Arabistan” programı kapsamında ağaçlandırma, yeniden kullanım, depolama gibi faaliyetler, emisyonların azaltılması, temiz ve yenilenebilir enerjiye geçiş ile entegre edildi. BAE ve Suudi Arabistan ortaklıklar ve büyük yatırımlar yoluyla hidrojen ve yenilenebilir enerji için büyük programlara dahil oldular.  Mısır, Tunus, Fas ve Ürdün, emisyon azaltımı ve uyumu birleştiren programlarını açıkladılar. Dikkate değer bir diğer sonuç, Mısır tarafından yürütülen “Afrika Karbon Piyasaları Girişimi’nin” onaylanmasıydı.
Şarm eş-Şeyh İklim Zirvesi, engellere rağmen iklim taahhüdünün kaçınılmaz ve geri dönülmez bir hedef olarak sürekliliğini kanıtlayarak aslında mümkün olanın en iyisini gerçekleştirdi. Yeni mali katkıların azlığına gelince, bu şaşırtıcı değildi ve kısmen özel sektörle yapılan ortaklıklar ve yatırımlarla telafi edildi. Ayrıca zirvede, Dünya Bankası başta olmak üzere kalkınma finans kuruluşlarından, çalışma kurallarında düzenlemelerde bulunmaları, iklim dostu projeleri tercih etmeleri talep edildi. Bu hiç şüphesiz, iklim finans programlarını etkinleştirmesi ve genişletmesi gereken hem bölgesel hem de ulusal Arap kalkınma fonları için de geçerlidir.
Bilimin büyük bir felaketi önlemek adına talep ettiği şey, en azından gaz emisyonlarının derhal durdurulmasıdır. Ancak gerçeklik, alternatifler bulmak ve bunları uygulamak için kademeli bir dönüşümü dayatmaktadır. Bundan dolayı son saatlerdeki tartışmalar, kademeli olarak durma ve kademeli olarak hafifletme isteyenler arasında yaşandı. Şarm eş-Şeyh Zirvesi, icrai çözümlere kapıları açık tutmayı başardı, ancak bedeli kimin ödeyeceği konusundaki anlaşmazlıklar devam ediyor. Belki önümüzdeki yıl Abu Dabi’de yapılacak zirvede, “kayıplar ve zararlar” çözümünü harekete geçirmek için kabul edilebilir bir formül benimsenir ve böylece zengin hükümetlerin gelişmekte olan ülkelerdeki gönüllü sadakaları, hak edilmiş tazminatlara dönüşür. Gelişmekte olan ülkeler ise yükümlülüklerini yerine getirmeli, işlerini içeriden düzene sokmalı, şeffaflık ve yolsuzlukla mücadele taleplerini egemenliklerine bir saldırı olarak görmekten vazgeçmelidir. Uyum için bütçelerin güçlendirilmesi ve iklim felaketlerinin zararlarının tazmini, emisyonların azaltılmasının ana hedeften uzaklaştırılmamalıdır. Bu ana hedef, sıcaklığın bir buçuk derecenin üzerine çıkmasının önlenmesidir ki, bu durum daha büyük kayıp ve felaketlere neden olacaktır.