Modernleşme sürecine kadar İslam ve dolayısıyla İslamlaşma eğrisi kendi özelliği içinde sürekli yukarı doğru bir inişli çıkışlı zemine sahipti. İslami bilginin sahiciliğini dikkate alan bir yaklaşım içinde karşılaştığı tehditleri; düşünsel, sezgisel ve ameli boyutu içinde öğrenerek kendi bilgi sistematiği içinde yeniden tanımlamayı başarmıştır. Tabi ki İslamlaşma tarihi inişli ve çıkışlı, siyasi boyutu da inişli ve çıkışlı olmuştur. Birer dünya kültürü haline gelebilmeyi, bin yıl gibi uzun bir dönemde neredeyse hem inanç kümelerini ve kültürleri, hem de düşünce ve düşünme biçimlerini etkilemeyi başarmıştır. Bu durumu aklı başında her tarihçi söylemekten çekinmez!
Modernleşme döneminin başlaması ile birlikte İslamlaşma sürecinde ciddi sorunlar oluşmaya başladı. Hem Müslümanların kendi tarihsel seyri içinde Müslümanlaşmanın eğrisinde bir düşüş söz konusu olduğu gibi düşünsel boyutunda ve eyleminde de sorunlar baş gösterdi. Bu eğri aşağıya doğru bir seyir izlemeye devam etmektedir. Bu çok temel bir sorun ve bu sorunun temel bir etmenini ortaya koymak ise daha da temel bir özellik taşımaktadır.
Soru şu: İslam, bin yıla yakın bir süreç içinde sürekli İslamlaşma eğrisini yukarıda tutmasına rağmen, ne oldu da son iki yüz yıldır İslamlaşma eğrisi hem içeride ve hem dışarıda aşağıya doğru bir seyir izlemeye devam etmektedir? Hatta bu durum nasıl kötüleşerek kendi seyrini daha da aşağıya doğru bir ivme ile sürdürmektedir?
Sorunu doğru anlamanın yolu, sorunu açığa çıkaran şeyin neliği meselesinde bir zihni açıklığa sahip olmayı zorunlu kılar. Modernleşme ile modernleşme öncesi dönem arasındaki derin farkı kavramadan mesele açıklığa kavuşmaz!
Modern dönem öncesi durumda bilgi anlamaya dair bir biçim üzerinden elde ediliyordu. Kurgu yoktu. Kurgu olmadığı içinde doğru bilginin ortak özelliği söz konusu oluyordu. Bütün bilgiler aşkınlığı içinde taşımak durumunda kalıyordu. Bu aşkınlığı ikna edici bir zeminde açığa çıkaran bilgi ise diğer bilgi türlerini yeniden tanımlama imtiyazı kazanıyordu. Bu yüzden, felsefi sistem ile de uzlaşı söz konusu edilebiliyordu. Faal akıl ile vahyin indiği zeminin ve mekânın ortak özelliği vurgulanarak ortak zemine dikkat çekiliyordu. Bu yüzden din/vahiy doğal olarak kendi üstünlüğünü açık bir şekilde göstermeye devam ediyordu. Arada bir müslüman zihin yalpalasa da eski gücünü gösterecek bir zemine sahip olmanın üstünlüğü ile yeniden belirleme imtiyazını gösterebiliyordu. İslamlaşma kendi serüvenini yaşamaya devam ederken, siyasal üstünlüğünü ve kültürel iktidarının kendisine sağladığı zemini koruyarak modernleşme dönemine kadar devam ettirdi.
Modern dönem ise yeni bir tehdit olgusu içinde İslamlaşmanın önüne çıktı. Bu çıkış, süreç içinde hem bir iktidar alanının kapsamını oluşturdu ve hem de bilgi süreçlerindeki üstünlüğü de ele geçirdi. İktisadi ve siyasi üstünlük üzerinden İslam Dünyasının işgale maruz kalması, ayakta kalanların ise modernleşmenin üstünlüğünü kabul eden, siyasal, hukuki, eğitim ve etik alanlarını da içeren değişimi kabullenerek başardıkları için sorunu çatallaştırmıştır.
Bu tehdidi güçlü kılan ise farklı bir bilgi sürecini ve özneliği inşa ederek varlık sahasına çıkarmasıdır. Hem bilgi süreçlerine tam hâkimiyet, hem özneliği biricik kılarak onu yeniden tasarımlayarak yeni bir toplum ve devlet aygıtı üretmesine zemin oluşturdu. Bu tehdidin ortak bir özelliği olmadığı, görece kendisinin bir uzantısı gibi algılansa da bambaşka bir duygu ve düşünce evrenine sahip olduğu aşikârdı. İslamlaşma, bugüne kadar farklı tehditlerle karşılaşmıştı, ama bu sefer karşı karşıya kaldığı tehdit kendine özgü ve kendi şartlarını dikte ederek bir mücadele alanı vermekteydi. Hatta ileri bir adım atarak, kendi dışında kalan bilgi sistemlerinin değerini ortaya koyduğu gibi, onlara müdahale ederek onları tanımlamaya devam etmeyi başarmaktaydı. İşte bu durum, İslamlaşmanın yanında farklı kadim kültürlerinde bir tehdidi olarak öne çıkmaktaydı. Bu Tehdit Çin, Hint, Ortodoks ve Yahudi kültürlerini de asimile etmenin yol ve yordamını bulmakta gecikmediği gibi İslam düşüncesi ve bilgi süreçlerini de derinden etkilemenin yöntemlerini bulmakta pek gecikmedi.
İslamlaşma eğrisinin aşağıya doğru yönelmesinin ikili bir boyut taşıdığını söylemek doğru olur. İlki, Müslümanların, kendi iç dünyalarında karşılaştıkları bu yeni tehdit karşısında yenilgiye uğramalarının oluşturduğu travmanın kendisi ve oluşan aşağılık kompleksi ile yeni olana yönelik yaltaklanma arzusu ve bunun sağladığı iktidar alanıdır. Yine aynı zeminde bu oluşan yeni duruma karşı oluşan tepkiselliğin aşırılığa yönelerek yeni bir tepkiselliğin ürettiği aşağıya doğru seyirdir. Yeniye açıklık ve bu yeniyi kabul edeyim derken İslamlaşmanın kendisine zaaf kazandırmada olduğu gibi tepkiselliğin oluşturduğu geleneğe yönelik tam bir yönelim ise kendi içinde yaşadığı zaaf ile mevcut durumu anlamada oluşturduğu girdap üzerinden İslamlaşmayı aşağıya doğru bir seyir izleme zorunda bırakmaktadır. Bu durumun hala anlaşılamaması ise İslamlaşmanın önündeki önemli bir zaafı işaret etmektedir.
Fakat bu zaafı oluşturan bir dışsallığın varlığını da göz ardı etmemekte yarar var. Yeni tehdit, kendi kurgusu içinde sürekli güçlenmeyi sağlayacak bir kurgusallığa sahiptir. Bu kurgusallığı ise çok güçlü bir düşünce eşliğinde gerçekleştirmektedir. Bu gücü ise kurguya sahip olan bilgi sistematiğinden almaktadır. Kurgu, kendi yapaylığı içinde sürekli ürettiği zaafları yeniden tamir etmeye imkân sağlamaktadır. Kurguyu yapan akıl, kurgunun verdiği zaafı gidermede de etkin bir rol oynamaya devam etmeye imtiyazlı olandır. Modernleşme sürecinde yaşanan zaafların yeni bir düşünce ve düşünme biçimi üzerinden geçiştirilmesi ve çözüme dönük hareketlerin başarılı olmaya yakın olmaları bu durumu gözler önüne sermektedir. Modernleşme, Post Modernleşme, yeniden ama farklı bir modernleşme üzerinden yapay zekâ ve Post Hüman çağ betimlemeleri, hep oluşan zaafların giderilmesine matuf oluşturulan çabaların karşılık arayışlarıdır. Bu arayışların başarısı ise sahip oldukları sermaye ve kültürel üstünlük kadar siyasal iktidara da sahip olmalarıdır. Hatta bu başarıyı sağlayan en temel etmen, kendilerine alternatif üretecek bütün kültürlerin asimile edilerek kendilerine güç katmalarını sağlayacak bir zemine kavuşturulmalarıdır.
Bütün bu olup bitenin bir akıl tarafından üretildiği ve yönetildiğini işaret eden birden fazla olgu vardır. Neredeyse bütün dünyada eğitimi sekülerleştirmek başlı başına bir başarıdır. İslam dünyasında kendine ait medrese eğitimini geri göstermek ve gereksiz hale dönüştürmek önemli bir kazanımdır. İslam coğrafyasında seküler eğitimin olmadığı bir zemin bulmak neredeyse imkânsızdır. Bilginin İslamileştirilmesi çabalarının yeterli bir karşılık bulamadığı gibi bunu sağlamanın entelektüel derinliğinin olmadığının keşfi de başlı başına bir sorunsal alan olarak önümüzde durmaktadır. Her konuda atılan adımların bir ‘El’ marifeti ile sabote edilmesi, kurulan her yapının süreç içinde değişime uğraması da bir elin karıştırıcılığını işaret eder. Hiç mi yeterliliğini gösterecek bir İslamlaşma zemini kurulamayacaktır? Bugüne kadar ortaya konulmuş her çaba bir şekilde akamete uğratılmış, İran İslam Devrimi bile bugün istenilmeyen bir konuma geriletilmiş durumdadır. İhvan gibi İslam coğrafyasında ağırlığı olan bir yapının bile ciddi bir gerilemeye tabi kılındığı bir gerçeklik olarak önümüzde durmakta iken, ‘Yönetici Elit bir aklın’ varlığını inkar pek makul görünmemektedir.
Modernleşme insanın tanrısallaşmasının önünü açmıştır. Bu tanrısallığın adım, adım kendini inşa ettiğini görmek için sadece basiretini açık tutmak yeterli olacaktır. Hem batı içinde kendi muhaliflerini/Hıristiyan dindarları değişime uğratmak, hem batı dışı olarak gördükleri Ortodoksları komünizm üzerinden değişime uğratmak, hem Çin ve Hint gibi dev kültürleri modernleşme süreçlerine tabi kılarak oradaki dindarları bile modernleşmenin aracı haline dönüştürebilmek sıradan bir hamle ve yapı olarak düşünülemez! Ateist Yahudi terkibinin kendisi bile modernleşmenin nasıl bir etki ortaya çıkardığını görmek açısından yeterli bir ipucu verecektir.
Burada Batı/modernleşme için en büyük tehdit İslam ve dolayısıyla Müslümanlardı. Ama derslerine iyi çalıştıkları görülmektedir. Önce Müslümanlar ile peygamberleri arasındaki bağı koparmaya matuf bir çabayı hem dışarıdan ve hem de içeriden tetiklediler. Hadis çalışmaları, hadis tartışmaları, sünnete yönelik sert eleştiriler, kültür ve medeniyet tartışmaları yanında yorum bilim üzerinden İslami bilginin doğasına matuf hamleler yapıldı. Seküler eğitimin içinde yer alan din eğitimine yönelik müdahale üzerinden bu yeni yorum bilim üzerinden dinin yeniden yorumlanması ve modernleşmeyi içerecek bir düzeye ulaşmasının basamakları oluşturuldu. İslamlaşmanın kendi tarihsel seyri içinde zaten bu yöne doğru bir eğilim vardı. Modernleşmenin ürettiği iktidar karşısında duyulan aşağılık duygusu ile onu meydana getiren bilgiye yönelik bir kompleks, dini yorumlamada felsefi ve bilimsel bilgiyi dikkate alan yaklaşımlar. Dini bilginin doğasına yönelik, yine felsefi ve bilimsel yöntem üzerinden müdahil olma ve sorular ortaya koyma çabaları bir sonuç doğurdu tabi…
İslam’ın kendisine ait bir hakikat idraki, doğru ve yanlışı, ahlaki ilkeleri vardı. İbadetler içerikten bağımsız bir şekilde korunmakla birlikte ahlaki zeminde kurulan yabancılaşma üzerine oluşan ibadet ve ahlak ayrılığı Müslümanlaşmanın kendisine yöneltilmiş bir eleştiriye dönüştürüldü. İslam tarihinde meydana gelen bazı ‘yerel’ zeminlerdeki hatalar, siyasal çatışmalar sanki Müslümanlaşmanın bizatihi kendisinden neşet etmiş gibi bir algı üreterek müslüman nesli Müslümanlaşmanın kendisinden uzaklaştırma arayışları işlevsellik kazandı. Yapılan her çalışma bilinçli bir akıl tarafından hayata geçirildiği gibi sekülerleşmenin kalıcı hale dönüşmesinin bütün zeminleri harekete geçirilerek bu sağlanmaya devam etmektedir. Mealcilik tartışmaları, Kuran Müslümanlığı, geleneksel olana yapılan sığ bir vurgu gibi şiddet eğilimli tekfir hareketleri de Müslümanlaşmanın önündeki engellere dönüşürken, sekülerliğin kalıcılığına katkı sunmaktan öte bir şey yapamadılar. Bu hareketlerin kasıtları bu olmasa da yaptıkları işler yüzünden buraya güç verdiler. İşte bu yüzden ‘elit bir akıldan’ söz etmeyi doğru buluyoruz. Kimler olduğu önemli değil! Ama önemli olan modernleşmenin sağladığı iktidar alanını kaybetmek istememeleri, bu iktidara alternatif olacak her şeyi ama her şeyi geriletmek ve kendi iktidar alanını güçlendirmeye matuf bir zemine taşıma arzusudur. Modernleşme ve tanrılık iddiası kadar tanrılık oyunu olarak bu durumu görmekte mümkündür. Bu örgütten çok, ideolojik bir yapı olarak bütün bir sermayeyi elinde tutan ve iktidarları kendi isteklerine uygun bir şekilde kullanabilme becerisi olan bir yönetme erki olduğu bedihidir. Yeri geldiğinde çok farklı davranışlar sergilemelerine rağmen hedeflerinden milim sapmaya imkân tanımamaları da önemle üzerinde durulmayı hak etmektedir.
Müslümanların var olmalarını garanti altına almayı hak etmeleri için, bu güce dair bir tanım imkânı bulmaları ve kendilerini yeniden sil baştan kuracakları bir zemine sahip olabilecekleri bir entelektüel sıçrayışa ihtiyaçları olduğunu anlamaları şarttır. Bunun içinde mevcudu ve dinamiklerini iyi idrak ederek ideolojik yaklaşımlarını deşifre etmeleri elzemdir. O zaman bu iktidarı alaşağı edecek ilahi inayete sahip olabilirler. Müslüman bilir ki ilahi inayet olmadan hiçbir şey elde edemez! O zaman şuurlu Müslümanlar, ilahi inayete sahip olacak bir düşünce ve eyleme sahip çıkarak ilahi inayete davetiye çıkarmayı öncelemelidirler. Bu İslamlaşmanın eğrisinin geleceğini belirleyecektir…
TT
İslamlaşmanın eğrisi…
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة