Ürdün, BAE, Bahreyn, Sudan, Umman ve diğer Arap ülkelerinin Beşşar Esed rejimine açılması ve ilişkileri normalleştirmesi dahil son birkaç yıldır şahit olduğumuz önceki tüm açılım ve normalleşme durumları gibi Türkiye de aynı yoldan gitmeye çalışıyor. Her iki taraftan üst düzey güvenlik görevlilerinin bir dizi toplantısı ile başlayan ve dışişleri bakanlarının diplomatik iletişimiyle devam eden bu yol, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Ankara ve Şam arasındaki ilişkileri yeniden düzenleme bağlamında Beşşar Esed ile görüşebileceğine dair açıklamasıyla siyasi düzeye ulaştı.
Esed rejimine açılma deneyimlerindeki hedef birliğine rağmen, bu deneyimlerin her birinin kendi nedenleri ve karakteristik özellikleri vardı. Ancak henüz başlamamış Türk deneyimi dışında, hepsi neredeyse aynı sonuca ulaştı; ülkelerin Esed rejimi ile ilişkilerinin gerçek ve ciddi bir sonucu olmadığı. Bunun nedeni şu ikisinden biri; birincisi, büyük bir bölümü diplomatik ve konsolosluk ilişkileri ile sınırlı olan Bahreyn Krallığı ve Umman Sultanlığı örneğinde olduğu gibi, ilgili ülke ile Esed rejimi arasındaki sınırlı ilişkilerin doğasında gizli. Suriye durumunun gerçekliği bu sınırlara, koşullardan ve özellikle de Esed rejiminin Suriye ve çevresindeki 10 yıllık savaştan sonra içinde boğulduğu siyasi ve güvenlik koşullardan kaynaklanan başka bir sınırlama ekliyor. İkinci neden, BAE ve Suriye’nin güney komşusu Ürdün örneğinde olduğu gibi, bazı ülkelerin Esed rejimine açılımlarının gelişimini engelleyen faktörlerle bağlantılı. Bu faktörlerin en önemlisi, Esed rejiminin özellikle siyasi ve güvenlik düzeylerindeki politikaları ve uygulamalarında gizli. Suriye'nin harap olması, maddi ve idari yetenek ve kapasitesinin yok edilmesi, milyonlarca Suriyelinin öldürülmesi, tutuklanması, yerinden edilmesi, evsiz barksız kalması, yöneticilerin uyuşturucu üretimi ve kaçakçılığıyla meşgul olma, bunu temel bir işe dönüştürme kertesine varacak kadar yasaların ihlal edilmesi ve paralı asker kullanma politikalarının sürdürülmesi nedeniyle Suriye’nin ulaştığı durum da bu faktörlere ekleniyor.
Türkiye'nin başlamak üzere olan Esed rejimine açılım yolculuğu, kendisinden önceki tüm açılımlardan daha fazla mevcut koşullarda onu başarısızlığa mahkûm edecek demeyelim de sonuçları sınırlı kılacak gerekçelerle kuşatılmış. Çünkü mesele söz ve niyetlerle ilgili değil, açılımında Türkiye’nin karşısına zorluklar çıkaran ve zorluklar giderilmedikçe tatmin edici sonuçlara ulaşılmasını engelleyen her iki taraftaki gerçekler ve verilerle ilgili.
Ankara'nın Şam'a açılma motivasyonları, Türkiye'nin bugünkü kalkınmasının dayandığı çevreye açılma ve onunla sorunları sıfırlama stratejisiyle ilgili değil. Türkiye'nin Suudi Arabistan, BAE ve Mısır ile uzlaşmasındaki amaç buydu. Yine bu motivasyonların arkasında, ülkeler arasındaki ilişkilerin arka planında yer aldığı gibi, Türkiye'nin bu açılımdan elde edeceği kazanımlar da yatmıyor. Zira Türkiye, Esed rejiminin içinde bulunduğu zayıflığı, kıt imkanları, inandırıcılığının çöktüğünü ve hamilerine ne kadar tabi ve bağımlı olduğunu en iyi bilen ülkelerden biri. Tüm bunlar Türkiye’nin açılımını, iç ve dış etkenlerin karıştığı acil baskılar ve koşullarla bağlı hale getiriyor. Bu baskı ve koşulların en belirgin olanı, Rusya'nın Şam'daki rejimle ilişkilerini normalleştirmesi için Türkiye’ye yaptığı baskıdır. Zira normalleşme, bir yandan Moskova'nın Ukrayna'da devam eden savaşının gölgesinde Suriye'den kısmi geri çekilmesini sağlamasına yardımcı olurken, diğer yandan İran'ın Suriye'ye müdahalesini ve kontrolünü daha da genişletmesini engellemesine katkıda bulunacak. Rus baskısı bir yönüyle özünde, Türkiye'nin Suriye politikasını değiştirmesi talebinin yer aldığı iç baskılarla örtüşüyor. Suriye konusunda politika değişimi talebinin arkasında, Erdoğan'ın 2023’te yapılacak seçimlerde yeni bir cumhurbaşkanlığı dönemi için zaferini garantilemek amacıyla daha fazla Türk seçmenin oyunu kazanma çabası yatıyor. Keza somut sonuçlar olmaksızın ona karşı uzun süre muhalefetin tarafını tuttuktan sonra Türkiye'nin Esed'e karşı tutumunu dengeleme konusunda muhalefetteki tarafları tatmin etmek, Suriye dosyasındaki Türk varlığının maliyetlerini ve sorumluluklarını azaltmak çabası da. Tüm bunlar, Ankara'nın pozisyonlarında değişiklik gerektiriyor ve Ankara’daki bazı çevreler, açılımın, Suriye pazarına ve oradan komşu Arap ülkelerine doğru ekonomik genişlemenin yolunu açacağına, bunun da mevcut ekonomik ve geçim krizini biraz da olsa hafifleteceğine, Türkiye'deki sosyo-ekonomik koşulların iyileşmesine katkıda bulunacağına inanıyorlar.
Açılımın arka planından da anlaşılacağı gibi, içinde Türk hükümetinin Suriye meselesiyle ilgili temel kaygısıyla bağlantılı hiçbir şey yok. Bu temel kaygı iki ana maddeyi içeriyor; Suriye Demokratik Güçleri “SDG” meselesi ve mültecilerin Suriye'ye “gönüllü” dönüşü. Türkiye, mültecilerin geri dönüşü konusunda tek taraflı ilerlese de ikinci konu, farklı bir çaba ve tarafların birden çok düzeyde katılımını gerektiriyor. Türkiye, çekirdeğini Demokratik Birlik Partisi'ne (PYD) bağlı Kürtlerin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri'ni (SDG) "terör örgütü" olarak değerlendiriyor. Türkiye ayrıca onları Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) bir uzantısı olarak tanımlıyor ve bölgedeki varlıklarından endişe duyuyor. Onları, Suriye sınırlarına yakın bölgelerden kovmaya ya da daha uzak bir yere taşınmalarını sağlamaya gayret ediyor. Esad rejiminin meseleyi etkileme gücü yok. Sadece yetenek eksikliğinden değil, aynı zamanda onun ve Rus ve İranlı müttefiklerinin Amerika'nın "SDG"ye verdiği desteği etkileme konusundaki yetersizliğinden dolayı.
Şam'a açılım, “SDG” konusunda yararsızsa ve Türkiye'nin mültecilerin geri dönüşü konusunda bu açılıma ihtiyacı yoksa ve diğer alanlarda da çok az işe yarayacaksa, bu açılım, Türk kontrol alanı olarak nitelendirilen kuzeydoğu Suriye’de Türkiye'nin varlığına bir yük oluşturmaktadır. Türkiye'nin bu bölgedeki varlığı, Türk kuvvetlerinin ve müttefik silahlı grupların varlığıyla pekişmiş durumda. Bu gruplar arasındaki çatışmalara rağmen bölgede, özellikle Türkiye’nin Suriye ve kuzeyindeki rolünü destekleyici bir sosyal ve ekonomik kuluçka yuvası bulunuyor. Ankara'nın, içine kapanık, katı ideolojik yapıya sahip, milliyetçi-mezhepçi yüklerle yüklü, ipotekli, Suriye'de devlet ve toplumdan geriye kalanlara kontrol ve iradelerini dayatan, dış güçlerin yardımıyla yaşamaya devam eden bir rejime açılmak için kuzeydeki varlığını ve Suriye dosyasındaki rolünü terk etmesi zor.
Esed rejimine yönelik beklenen Türk açılımının arka planına ilişkin bu genel tablonun ortasında, genel Türk politikalarının ihtiyaçlarını karşılayan doğal bir açılımdan ziyade baskılara karşılık veren sınırlı ve mevsimsel bir açılım olacağı söylenebilir. Türkiye, 2023 seçimlerinin sonuçlarını etkileme konusundaki çıkarları doğrultusunda dostlarını memnun etmesi gerektiğine inanıyor. Ankara, sınırlı olacak ve medya alanını aşmayacak açılım sürecinde kuzeydoğu Suriye’de duyurulmuş politikalarını, en azından SDG kuvvetlerini sınırlarının uzağına itme hedefini sürdürecek. Bu kuvvetlerin uzaklaştırılmasının yol açacağı boşluk, Türkiye’nin Şam’a açılımına dair konuşmalar ve belki de bu konudaki birkaç adımın ortasında Suriye'de önceki tüm Türk operasyonlarını desteklediği gibi Türkiye’nin son hava operasyonunu ve beklenen kara operasyonunu destekleyecek mutabakatlarla doldurulabilir.
TT
Ankara'nın Şam'a açılımının arka planı hakkında!
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة