Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Suudi Arabistan ve Arapların yeni dünyada öncü rolü

Kasım 2022, Arap dünyasını uluslararası haberlerin ön sıralarına yerleştiren birçok önemli ve mutluluk verici olaya tanık oldu: Şarm eş-Şeyh’teki COP27, Katar’daki Dünya Kupası, Suudi futbol takımının Arjantin’i ve uluslararası yıldızı Messi’yi Dünya Kupası’ndaki ilk maçlarında 2-1 mağlup etmesi, Tunus’un Danimarka ile berabere kalması ve bir puan kazanmayı başarması. Arap dünyasındaki vatandaşların içini ısıtan bu haberler, pandeminin yansımalarının yanı sıra, gıda krizi ve ulusal para birimlerinin değer kaybetmesi karşısında özgüvenleri tazeledi ve moralleri yükseltti. Kongre’deki ara seçimlerin sonuçlarının ve 2024 yılı için ABD başkanlık adayları beklentisinin eşit derecede ilgi çekici olduğunu söylersek abartmış olmayız. Hiç şüphe yok ki, Rusya-Ukrayna krizi aynı zamanda dünya halklarının çoğunu meşgul eden ve üçüncü dünya savaşı olasılığı konusunda endişelerini artıran önemli bir olaydı. Bununla birlikte krizin kendisi, Arap petrol ülkelerinin tutumları dolayısıyla, olumlu tarafsızlık diye adlandırılabilecek bir pozisyonu ortaya çıkardı. Bunu, enerji krizinin petrol ve gaz fiyatları üzerindeki yansımaları takip etti.
Araplar, özellikle de Körfez’deki Arap petrol ülkeleri, uluslararası ilişkiler dengesinde etkili bir caydırıcı güce sahip olduklarını keşfettiler. Bu durum onlara, İsrail’e karşı savaşı kazandıkları Ekim 1973 olaylarını, büyük uluslararası petrol şirketleriyle ilişkilerini düzenlemelerini, petrol üretimini ve fiyatları belirlemelerini hatırlattı. Pek çok uzman ve yorumcu, Suudi Arabistan’ın Eylül 1999’da G-20’ye girmesinden bahsediyor, ancak Uluslararası Para Fonu çerçevesindeki etkili varlığını unutuyor. Bu bağlamda başıma gelen komik bir hikâyeyi hatırlıyorum. Paris’ten geçerken Fransızca bir yazı kaleme aldım ve Suudi Arabistan’ın Uluslararası Para Fonu’na (IMF) kabulünü istedim. Çünkü Suudi Arabistan, o dönemde milli gelirinin yüzdesine göre gelişmekte olan ülkelere en fazla yardımda bulunan ülkeydi. Yazıyla birlikte “Le Monde” gazetesinin ekonomi sayfasından sorumlu yetkilisi Bay Simoni’ye gittim. Makalenin konusunda hemfikir olmasına rağmen, yayınlamayla ilgili çekinceleri vardı. Bu katılım talebinde Suudi bakış açısını mı temsil ediyordu, yoksa makalenin yazarının kişisel bir fikrinden mi ibaretti? Nihayetinde bu fikir, Suudi Arabistan’ın G-10’a katılmasının önemi temelinde 28 Ocak 1983’te “er-Riyad”ın haftalık sayısında yayınlandı. Suudi Arabistan Krallığı bunu başarmak için G-10 kaynaklarına katkısını artırdı ve böylece fon sermayesindeki payını düzenleme açısından üye ülkeler arasında 12. sırada yer aldı. O zamanlar bu sıralamadaki tek Arap ülkesiydi. Fonun yönetim kurulunda, büyük pay sahipleri ABD, Japonya, Almanya, Fransa ve İngiltere’nin yanında kendisine, Çin’e ve Rusya’ya koltuk ayrıldı.
Krallığın, daha önce de belirttiğimiz gibi, Eylül 1999’da “G-20’ye” katılması şaşırtıcı değildi. Krallığın, dünyanın en büyük 20 ekonomisini içeren ve küresel üretimin yaklaşık yüzde 90’ını kontrol eden bu bloktaki ağırlığı birkaç faktöre dayanıyor. Bunlardan en önemlisi, dünyanın en büyük petrol ihraç eden ülkelerinden biri olarak kabul edilmesi ve Şarku’l Avsat’a göre 3 trilyona (Suudi riyali) yakın gayri safi yurtiçi hasılayla Arap dünyasının en büyük ekonomisini temsil etmesidir. Aynı kaynağa göre Suudi Arabistan, Merkez Bankası sahip olduğu 440 milyar dolarlık yabancı rezerv varlığı ile beşinci sırada yer alıyor.
Ayrıca Krallık, yalnızca petrol ve petrokimya sektörlerindeki sanayilerini geliştirerek değil, aynı zamanda Kalkınma vizyonu “Vizyon 2030” kapsamında planının hedeflerini gerçekleştirerek teknoloji, sanayi ve tarım dahil olmak üzere birçok sektöre büyük fonlar ayırarak kaynaklarını çeşitlendirmeye çalışmıştır.
Suudi Arabistan’ın “Kovid-19” salgını sırasında sanal teknolojiyle liderler düzeyindeki G-20 toplantılarından birine ev sahipliği yapması, gruptaki rolünün etkinliğini artırmıştır.
Kasım ayının ortasında Endonezya’nın Bali Adası’nda gerçekleştirilen G20 Zirvesi’nde Krallık heyetine Veliaht Prens Muhammed bin Selman başkanlık etti. Dünyanın büyük yirmi ülkesinin liderinin katılımıyla gerçekleşen bu önemli zirve, Suudi Arabistan’ın bölgesel güç ve etkili bir oyuncu statüsünün ötesine geçen merkezi rolünü, küresel seviyede somutlaştırmasını mümkün kılmıştır. Ayrıca Veliaht Prens, Tayland’ın başkenti Bangkok’ta gerçekleştirilen Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü (APEC) Liderler Zirvesi’nde ülkesinin heyetine başkanlık etti ve bu vesile ile üye devletlerin liderleriyle yapılan gayri resmi diyaloglara katıldı. Aralarında Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Endonezya ve Filipinler devlet başkanları, Brunei Sultanı ve Singapur Başbakanı Lee Hsien Loong’un da bulunduğu birçok dünya lideriyle görüştü. Suudi Arabistan Veliaht Prensi, Asya turlarını tamamlama amacıyla iki ülke arasındaki dostane ilişkileri gözden geçirmek üzere Kore’nin başkenti Seul’ü de ziyaret etti.
Uluslararası planda, Şarm eş-Şeyh’teki COP27, COP 25 ve 26’dan farklıydı. Çünkü bu, üçüncü dünya ülkelerinden bir Arap ülkesinde düzenlendi, kayıp ve zararın finanse edilmesi tartışması gündeme geldi, sanayileşmiş büyük ülkelerden, kendilerinin ana sebepleri arasında yer aldığı iklim değişikliğinin zararlarıyla yüzleşmek için gelişmekte olan ülkelere finansman sağlamaları talep edildi.