Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Kalkınma Çin’de de olsa gidip alınız

Yeni Arap kararının başkenti ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi'nin vizyonuna göre “yeni Avrupa” olan Riyad'da bir kez daha Suudi Arabistan, Körfez ve Arap olmak üzere üç zirve düzenlendi. Ama bu sefer zirveler ABD ya da herhangi bir Batılı ülkeyle değil, Çin devleti ve onun Başkanı Şi Jinping ile yapıldı.
Doğuya yönelme, Soğuk Savaş sonrası dönemde siyasi dengeler inşa etmek için yıllar önce başlamış bir Suudi Arabistan-Körfez politikası ve bu politika çok geçmeden bu 3 zirvede meyvelerini verdi, çünkü Çin Devlet Başkanı’nın belirttiği gibi, üç zirve yıllar veya 10 yıl süren çalışmaların sonucu. Bu politika ve sonucu, her ne kadar siyaset ve ekonomi ayrılmaz ikizler olsa bile, siyaset ve sloganları üzerinden değil, ekonomi ve onun imkanları, iddiaları ve gücü sayesinde uluslararası ve bölgesel dengeleri siyasi ve ekonomik olarak değiştiren önemli bir küresel olay.
Büyük fikirler, kapsamlı açıklamalara ve sonsuz dipnotlara ihtiyaç duymaz, aksine altındaki tüm detayları kendisi ifade eder. Çin Devlet Başkanı da bu vesileyle el-Riyad gazetesinde yayınlanan yazısında “Arap medeniyeti köklü bir medeniyettir. Ilımlılık ve orta yol çağrısında bulunur, kapsayıcılığı ve karşılıklı yararı teşvik eder ve medeniyet çatışmasını reddeder” diye yazarken ve Arap uygarlığından, Araplar ile Çin arasındaki tarihi ilişkilerden bahsederken, büyük ve ifade ettikleriyle basit fikirler sunuyordu, ancak bunlar birçok tasavvur, vizyon ve çözüm içeriyordu. Bu, ABD Başkanı Barack Obama'nın İran medeniyetini öven –ki övülmeyi hak ediyor- ama aynı zamanda Arap medeniyetini küçümsediğini de ifade eden sunumunun tam tersi. Stratejisi, kararları ve siyasi duruşu, hepsi sahip olduğu bu yaklaşımı yansıtıyordu ve Biden da bu Obama çizgisinden giderek, "Suudi Arabistan'ı parya" yapmaya çalışacağından bahsetmişti.
Sürekli gelişme dünyanın ve insanların kaderidir ve Soğuk Savaş'tan sonra dünya çok değişti, bu nedenle artık ne Batı eski Batı, ne de Doğu eski Doğu. Obama ve Biden'ın ABD’si Reagan ve baba Bush'un ABD’si değil, aynı şekilde Şi Jinping'in Çini Mao Zedong'un Çini değil. Tarihin çarkından farklı renk ve eğilimlerde birçok su aktı. ABD, özellikle liberal solun Demokrat Parti'nin kontrolünü ele geçirmesinden sonra çok değişti. Arap ülkelerindeki müttefiklerinden uzaklaştı ve Arap Baharı olarak bilinen olaylar sırasında kaos istikrarını destekledi. Köktendinci akımları destekledi ve başta "İran rejimi" olmak üzere Arap ülkelerinin bölgedeki muhalifleriyle yakınlaştı ve onunla talihsiz "nükleer anlaşmayı" imzaladı.
İdeolojik körlük ve gücün kibri, insanları etkilediği gibi imparatorlukları da etkiler ve ABD, ileriliğine, uygarlığına, bilgisine ve gücüne rağmen bu hataya düştü. Bu körlük ve kibir, Suudi Arabistan'da, Körfez ülkelerinde ve Arap ülkelerinde yaşanan gerçek gelişmeleri görmesini engelledi. ABD'nin silahlanma ve savunma politikalarından, anormal ahlaki değerleri yayma baskılarından, bu ülkelere yönelik medyatik, akademik ve kültürel organize saldırılarından, bu ülkelerin çıkarlarını, güvenliklerini, istikrarlarını ve egemenliklerini hiçe saymasından bıktığını ve tiksindiğini ifade eden tüm açıklamaları ve belirtileri görmezden gelmeyi seçti.
Batılı siyaset, kültür ve medya çevrelerinde, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Arap ülkelerinin Çin'e açılımından dolayı genel olarak Batı'nın ve özel olarak da ABD'nin kapıldığı korku gözden kaçmıyor. Bu ülkeler büyük imkanlara ve uluslararası etkiye sahip ülkeler ve Çin'e açılmalarının her alanda uluslararası güç dengesi üzerinde büyük bir etkisi olduğundan bu korku haklı. Ancak tüm bu korkulara rağmen, hepsi - Batı ve ABD- anlamaya, özümsemeye ve ardından politikalar, stratejiler ve bölge ile yeni formatta uluslararası ilişkiler inşa etmeye çalışmadılar. Artık bölgede kimseyi ikna etmeyen ahlaki ve politik tavsiyelerini yinelemekle yetindiler.
Bölgenin ve gelişmekte olan ülkelerin önceliği siyaset değil ekonomi, bu ülkelerle iletişim ve uzlaşının yolu ideoloji değil kalkınma. Batı'nın bölgedeki siyasi çelişkilerinin boyutu, kimsenin bu politikaların yakın ve uzak gelecekteki sonuçlarını anlamadığını veya farkında olmadığını iddia etmesine alan tanımıyor.
Üç zirvede yaşananlar sadece gelip geçici bir iletişim veya sınırlı ilişkiler değil, aksine gelecekte uzun vadeli ve her alanda geniş ölçekli bir stratejik ortaklık. Bunun yanında, her daim olduğu gibi bölge ülkelerinin Batı'daki geleneksel müttefiklerinden vazgeçmedikleri, aksine, başta büyük güçler olmak üzere tüm dünya ülkeleri ile kültürel ve ekonomik iletişim köprüleri kurdukları açıkça vurgulandı.
Çin Devlet Başkanının barış, güvenlik, kalkınma, adalet ve hoşgörü hakkındaki konuşması, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Arap ülkelerinin liderleri arasında bir karşılık, ortak değerler, medeniyet mirası ve gelecek umudu buldu. Şi Jinping’in konuşması, dünyadaki herhangi bir kültürel, medeni veya siyasi modele ancak tarihin sonu ve aklın ilerleyişinin sonu olarak tanımlanan “Batı demokrasisi” deliğinden bakabilen bazı Batılıların konuşmalarının tam aksiydi.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri, nüfusun çoğunluğuna göre genç ülkeler ve onlar ülkeleri ile gurur duyuyorlar, vatana sevgilerinde fedakarlar, geleceklerini inşa etmekle meşguller. Bu nedenle, bazıları ülkelerinin içeride, bölgesel ve uluslararası alanda yaptıklarının ne kadar büyük ve tarihi olduğunun farkında olmayabilirler. Ama yakında olacaklar çünkü olup bitenler münferit kararlar değil, entegre bir yaklaşım. İzole bir yönelim değil, kapsamlı bir strateji, anlık bir karar değil, geleceğe yönelik genişletilmiş bir plan.
İran dosyası, Yemen dosyası, enerji piyasaları, su yollarının güvenliği, egemenlik ve bağımsızlığa saygı, ülkelerin çıkarlarını ve kalkınmanın gerekliliklerini gözetme, pratik ortaklıklar kurma, köktendincilik ve terörü reddetme gibi bölgedeki önemli dosyalarda Çin, dünyadaki diğer büyük ülkelere kıyasla bu konularda daha anlayışlı ve bölge ülkelerine daha yakın görünüyor. Dolayısıyla bu geniş mutabakatın kapsamlı bir strateji ve çeşitli alanlarda geniş ölçekli anlaşmalar ile pratik olarak somutlaştırılması gerekiyordu ve Riyad'daki üç zirvede de aynen böyle oldu.
Bazı Batılı ülkelerden gelen tepkilerin bir kısmı dengeden, gerçekçilikten ve akılcılıktan yoksundu. Dünyadaki ve özellikle Ortadoğu'daki büyük değişimleri görememe acizliğini ifade ediyordu. Ancak çok geçmeden sakinleşir ve başka bir yol ararlar.
Son olarak, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Arap ülkelerinin çoğu, diğerine karşı uluslararası bir eksenin parçası olmak ya da bir tarafla diğerine karşı uluslararası kutuplaşmaya girmek istemiyorlar. Aksine onlar basitçe, büyük ya da küçük, dünyanın tüm ülkeleriyle iletişim kurarak kalkınmayı, ekonomik ve politik güçlerini inşa etmeyi amaçlıyorlar. Her tür ve biçimdeki diktaları, şart koşmaları ve ideolojileri reddediyorlar.