Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Dengeyi yeniden sağlamak, yenilik ve ilerleme

1966’da El-Ezher’de okumak için gittiğimde, hemen Malik bin Nebi’nin “Bandung Konferansı Işığında Asya-Afrika Fikri” kitabını buldum. O zamanlar Mısır’da slogan haline gelen bu tür başlıklar, iki ayrı kategoride, yani tarafsızlık ve pozitif tarafsızlık alanında görünüyordu. Ancak bu sözlerin ve programların Cezayir’in sömürgeye karşı devrimi sırasında Cezayir asıllı bir İslam düşünüründen gelmesi ise tamamen farklı bir konudur. Mısır’a gitmeden önce, Malik bin Nebi hakkında hayal kırıklığı yaratan ‘sömürülebilirlik’ düşüncesi dışında bir şey bilmiyorduk. Biz Maşrık’ta, Haçlı Seferleri’nin öncesini ve sonrasını hatırlarken; Faslılar, Kuzey Afrika’daki son güçlü devlet olan Muvahhidlerden sonra yaşananları hatırlıyorlar. Malik bin Nebi’ye göre ve birçok faktör nedeniyle ‘sömürülebilirlik’ durumu yeniden ortaya çıkmıştır. Maşrık’ta bunu, ‘çöküş dönemi’ olarak isimlendirdik. On sekizinci yüzyıla kadar kültürel ve entelektüel olarak buna sahiptik. Buna karşılık Malik bin Nebi’ye göre Faslılar arasında iki şey birlikte gün yüzüne çıktı: Askeri zayıflık ve kültürel gerileme.
Bu kadar uzun bir girişin sebebi nedir?
Çünkü Malik bin Nebi, medeniyetin doğuş ve gerileme faktörlerini analiz etmeye karamsar bir başlangıç ​​yaptıktan sonra Mısır devriminde ve ardından Mısır’ın Çin, Hindistan, Endonezya ve sömürgecilikten kurtulmuş diğer birçok ülke ile birlikte Endonezya’daki Bandung Konferansı (1955) ile başlayan ittifaka girmesinde, sömürgecilikten kurtuluşun, gelişmenin ve ilerlemenin büyük ufuklarına yeniden girmenin ve etkili rol oynamanın bir yolunu gördü. Malik bin Nebi, bu ittifakı, bağımlılıktan ve Soğuk Savaş’ın dehşetinden bir çıkış yolu olarak düşündü. Ayrıca bu geniş ittifakı, İslam adına dar ve köktendinci milliyetçiliğin ötesinde bir fırsat olarak gördü. Asya-Afrika’nın yeni bir medeniyet potansiyeline sahip olduğunu ve diğer medeniyetlerle bir arada var olan geniş İslam medeniyeti için de durumun böyle olduğunu söyledi. Yine ona göre Arapların sömürgecilikten ve bağımlılıktan kurtulma arzuları, Hint, Çinli ve Endonezyalıların arzularından daha az değildir. Aynı şekilde Tito’nun ve Yugoslavya’nın kendine has özellikleri de göz ardı edilmemelidir.
Tüm bu düşünceler, Çin Devlet Başkanı’nın Suudi Arabistan Krallığı’na ziyaretini ve sırasıyla düzenlenen şu üç zirveyi takip ederken aklıma geldi: Suudi Arabistan-Çin, Körfez-Çin ve Çin-Arap. Suudi Krallığı, Vizyon 2030 ile Bir Kuşak, Bir Yol arasındaki uyumluluk gibi, denge olarak sunabileceği bir argümana sahiptir. Çin ile çok çeşitli alanlarda stratejik ortaklığa sahiptir ve bu ortaklıklar paralel olarak Körfez ülkelerini ve diğer Arap ülkelerini de içermektedir. Bunlar Çin’i, en büyük küresel ortaklardan biri haline getiriyor. Bugün bu ortaklıklar sadece kaynakları değil, denizler ve okyanuslar boyunca karada ve havada bulunan stratejik alanları, sürdürülebilir büyüme imkanlarını ve geniş işbirliği ufuklarını içermektedir.
Tüm bunlar ne anlama geliyor?
Suudi Arabistan ve diğer Araplar açısından, bir projeye ve iradeye sahip oldukları ve dünyayı tanıdıkları gibi çıkarlarını da iyi bildikleri anlamına gelir. Ayrıca kendilerine güvendiklerini ve sözlerinde durduklarını gösterir. Onlar eşitlik, özgürlük ve bağımsızlıktan yanadır. Öte taraftan bunun stratejik denge ile gerçekleşmesi ne anlama geliyor? Bu Çin-Arap karşılaşması, çağdaş dünya düzenindeki dönüşümler arasında önemli bir konuma sahiptir. Soğuk Savaş sırasında ve sonrasında dünya çeşitli stratejik değişimlere tanık oldu. Bazısı, bölgesel düzeyde ittifaklardaki ortak çıkarlara veya ekonomide ve güvenlikte ya da her ikisinde birden bir dizi ülke arasındaki niteliksel ittifaklara dayanmaktadır. ABD, Soğuk Savaş'tan sonra tek kutup haline geldi. Çünkü her sürdürülebilir bir aradalıkta o da bulunur ya da buna razı olur. Ayrıca dünyanın ikinci büyük ekonomisi hatta dünyanın ikinci askeri gücü haline gelen Çin’e karşı hassasiyetlerinin yüksek olduğu da açık. Rusya’nın eşitler arasında birinci olacağı bir Avrasya ittifakının veya bloğunun kurulacağına inanılıyordu. Ancak Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaşın ardından bu neredeyse imkansız hale geldi. Ardından Avrupa, İngiltere’nin AB’den ayrılmasına rağmen, ABD ile daha yakın ittifaklar kurmak zorunda kaldı. Şu anda açık bir şekilde, “post-Amerikan dünya ve çok kutupluluk” söylemi yayılıyor. Ekonomik anlamda kastedilen çok kutupluluk ise stratejik ve askeri olarak iki boyuta sahiptir. Post-Amerikan dünya sisliydi ve hala da öyledir. Öte taraftan çok kutupluluk da hala tartışmalıdır. Bir Çin kutbunun oluştuğunu varsayarsak, bir dev olarak komşu Hindistan bunun parçası olmayacaktır!
Bu nedenle şu ana dek kesin olan şey, “orta güçlerin” çatışmaya meyletmeksizin ekonomik ve teknolojik seçenekleri çoğaltma eğilimidir. ABD Başkanı Biden, Çin Devlet Başkanı’nın Suudi Arabistan’ı ziyareti öncesinde bölgedeki eski dostlukları ve bu dostluğun güvenlik boyutlarını anlattı. Dolayısıyla ABD’nin, on yıl önce “Bir Kuşak, Bir Yol” planıyla yeni ve iddialı kimliğini açıklayana kadar yalnızca büyük bir satıcı ve ithalatçıdan ibaret olan Çin ile bir tutulmayı kabul etmesi kolay olmayabilir. Çin ile ABD arasında, -yukarıda belirttiğimiz gibi- hassasiyetler ve büyük bir rekabet var. Ancak imkanları, iradeleri ve çıkarları ile uzak kalabilecekleri eksenlere girmeme endişesi devam eden Araplar için bu geçerli değildir. ABD, abluka altına alsa da yirmi yıl boyunca Venezuela’ya boyun eğdiremedi. Irak ve Afganistan’daki askeri, Venezuela ve diğer ülkelerdeki ekonomik başarısızlıklarından sonra ne kadar homurdansa da Araplarla ilişkilerdeki yeni gerçeği kabul edecektir. Çünkü Körfez’de, Arap dünyasında ve çevresinde büyük çıkarları var. Biden, döneminin başındaki başarısızlıktan sonra Arapları ABD ile olan çıkarlarının onlar adına en faydalı ve en iyi seçenek olduğuna ikna etmeye çalışacaklardır. Bu nedenle gözleri bir yandan Çin’in meydan okumalarına, öte yandan İran’la ilişkilerindeki hatalarının sonucu olarak politikalarının ne olacağına odaklanırken; ilişkinin daha iyi yönlerini sunmaya uğraşacaklardır.
Şu anki durum, Malik bin Nebi’nin sözlerinin tamamen doğru olduğu altmışlı yıllardaki Soğuk Savaş dönemindeki duruma benzemiyor. Ayrıca ABD’nin 1970’lerde İngiltere’nin yerini aldığı zamanki gibi de değil. Onlar özgürleşmek, kendilerine nezih, yeni ve gelişmiş bir hayat kurmak isteyen milletler ve ülkelerdir. Bu asil hedeften şaşırtan çatışmalardan nefret ederler. Artık tek olmayan kutup da bunu kabul etmek zorundadır!