Tunus, Arap Baharı fırtınasından, yükselen bir demokrasi ve sivil toplum aşamasına barışçıl geçişin başarılı bir simgesi gibi çıktı. Analizlerin çoğu, bir Arap halkının anavatanını zor koşullar altında güvenli bir limana götürebileceği kanaatindeydi ve işte Tunus, 2010-2011 kargaşasından sonra en iyilerinden biri olan yazılı bir anayasa yayınlamıştı. Ancak seçilmiş bir kurucu meclis tarafından hazırlanan 2014 anayasası metin açısından, neredeyse eksiksiz olmasına, parti faaliyetlerinde özgürlük, kadınların desteklenmesi, devletin vatandaşlarını koruyup gözetmesi açısından temsili demokrasinin amaçlarını gerçekleştirmesine ve içerdiği birçok olumlu işarete rağmen, çok geçmeden kesin bir gerçek ortaya çıktı, o da (metinler yaşamdan farklıdır). Zira Tunus’ta anayasal metinleri doğru bir siyasi davranışa taşıyabilecek hiçbir demokratik gelenek yoktu ve mevcut değildi. Tunus'ta anayasa ve anayasacılığın 1857'deki ilk anayasasından, 1961'deki bağımsızlık anayasasına ve sonrasındaki bir dizi anayasaya kadar uzun bir hikayesi var. Tunus, bağımsızlık yıllarında kendisini “Dustur” (Anayasa) Partisi olarak adlandıran bir parti tarafından yönetildi. Anayasa fikrinin biçimsel önemine rağmen, anayasalar halen tanık olduğumuz çabuklukta değiştiriliyorlar!
2010-2011'deki radikal değişimden sonra, Nahda Partisi'nin (ki dinamik İslam'ın bir formatıdır) ya da en azından parti içinde etkili olanların, kendilerinin (mutlak gerçeğe sahip olduklarına) inandıkları, pratikte netleşti. Sadece bu da değil, parti iktidara hâkim olduğu dönemde, Tunus devletinin parasını (zarar görenlerin tazminatı) dediği şey için tüketti. Zarar görenler de yalnızca Zeynel Abidin bin Ali döneminde (zulme uğrayan ve kovuşturulan) kendi destekçileri idiler! Uluslararası Para Fonu IMF’nin desteğinden başarıyla yararlanan Fas deneyiminin aksine, Tunus'un bütçesi heba edildi. Bin Ali'nin son yıllarında göreceli bir başarı elde eden bütçe, yoldaşlara dağıtıldı. Makamların dağıtılması ve paylaşılmasıyla durum daha da kötüleşti. Çoğunlukla (Arap) olan bir uygulama yaygınlaştı; iktidar partisinin devleti kontrol etmesi ve kamu dairelerinde uzman ve yetkin kişileri görevden alıp yerlerine politikacıları ya da daha doğrusu taraftarlarını yerleştirmeyi hakkı olarak görmesi. Meclis oturumları horoz dövüşlerinin arenasına dönüştü. Dünya, meclis gibi seçkin olması gereken bir yerde değil, mahallelerde yaşanması gereken bir takım çekişmelere tanık oldu.
Gerisi malum ve öncelikle “Nahda” Partisi’nin davranışları, ardından meclisin davranışlarına yönelik yaygın bir küçümsemenin rüzgarıyla 25 Temmuz 2021 Hareketi gerçekleşti. Kays Said’in liderlik ettiği Hareket, kendisine muhalif olarak karşısında yalnızca bir azınlık buldu. Ne var ki bu Hareket ne istemediğini biliyordu ama tam olarak ne istediğini bilmiyordu. Zamanın geçmesi ve Tunus'u içinde bulunduğu durumdan kurtarmak için bir yol haritası çizmekte ağır davranılması ile birlikte Cumhurbaşkanı Kays Said'in adımları yavaş ve tereddütlüydü. Bunun üzerine bu değişimi onaylayan ya da daha iyi olacağını umarak sessiz kalan güçler, 25 Temmuz Hareketi’nden vazgeçmeye başladılar ve böylece son seçim felaketi (skandalı) yaşandı; oy kullanma hakkı olanların sadece yüzde 12'sinden azı sandığa gitti!!
Akademik bir geçmişe sahip olan Kays Said, muhtemelen Tunus'ta bağımsızlıktan sonra üniversite amfilerinde ders veriyormuş gibi halkına fasih Arapça ile hitap eden tek siyasetçi. Diğer hepsi ya da daha doğrusu Tunuslu politikacıların çoğu halka hitap ederken ya Tunus lehçesi ya da Arapça ile Fransızca karışık bir dille konuşurlardı. Dikkat çektiğimiz fasih Arapça konuşma hususu, tali bir konu değil, aksine önümüzde şekillenmekte olan krizin merkezinde yer alıyor, zira gerçeklikten tam bir kopuşu ortaya koyuyor. Bir anayasa taslağı hazırlamak için komisyon kurmak, ardından taslakta kişisel düzeyde değiştirmeler yapmak ve ardından yayınlamak, yayınlanmasının ardından dilbilgisi hatalarının bulunduğu anlaşılınca geri çekmek ve daha sonra yeniden yayınlamakla bu kopuş tekrarlandı. Said, belirli siyasi güçler için (iyi niyetli ihmal) politikasını izlemeye karar verdi, ardından bu politikayı Tunus'un yaşayan tüm güçlerinden uzaklaşacak kadar genişletti.
Sonuç, Tunuslu siyasi güçlerin ve seçkinlerin çoğunun uzak durduğu, homojen ve saydam bir siyasi formül oldu ve bütün bunlar 17 Aralık'ta yapılan seçimlerin kötü sonuçlanmasına yol açtı. Seçim için Buazizi'nin kendini yaktığı ve Tunus devrimini ateşlediği günün seçilmesine dahi kimse aldırış etmedi. Zira geçmiş önemli değildir, önemli olan geleceği okumaya çalışmaktır.
Göstergelerden biri, 25 Temmuz 2021 Hareketinin amacının dinamik İslam'ı zayıflatmak olduğunu gösteriyor ama art arda gelen hatalar, dinamik İslam'ının güçlenmesiyle sonuçlandı. Dinamik İslam zamanla zarar gören herkesle geniş bir ittifak hareketi içinde birleşmeyi başardı. Elbette, bu müttefik hareket realitede bir şeyleri değiştirmeyi başarır başarmaz, dinamik İslam, birçok Arap bölgesinde yaptığı gibi müttefiklerinin aleyhine dönecektir. Arap siyasi ortamında inşa edilen cepheler her zaman geçici ve kırılgan olmuşlardır ve bu durum, diğer birçok Arap deneyiminde tekrarlanmıştır.
Tunus’un krizi henüz bitmedi, aksine yeni ve sert bir krize girdi. Yeni krizin göstergelerinden biri de siyaset tecrübesi az olan üniversite hocasının ütopik politikaları sonucu olan uluslararası izolasyon. Zira komşu Avrupa destekleyici değil, aksine eleştirel ve hatta son seçimlere gözlemci göndermekten kaçındı.
Sayın Kays Said muhtemelen düşündüklerini uygulamaya devam edecek, ancak bunun realpolitik olarak bilinen şeyle hiçbir ilgisi yok. Nahda’yı eleştirdiği her şeyi şu ya da bu şekilde tekrar etmiş olabilir. IMF de ekonomiyi çöküşten kurtarmak için Tunus’a ihtiyaç duyduğu krediyi sağlamaktan kaçındı veya bunu ağırdan aldı.
Endişemiz, Tunus'un şu iki senaryodan birine yönelmesi; ilki, iç bölünme ve dış müdahalenin bir bileşimi olan Libya senaryosu, ikincisi Irak senaryosudur ki, bunda da bazı aşırılık yanlıları işsiz ve öfkeli Tunusluların bir kısmını milis çatışmaları alanına çekecek.
Bazılarının, daha önce Tunuslu öncülerin siyasi kültürleri ve ürettikleri (demokrasi!) bakımından Arapların geri kalanından farklı olduklarına dair girdikleri bahsin, yanlış bir bahis olduğu ortaya çıktı. İdeoloji veya ütopya ile yönetilmeyen, toplumu yönetme konusunda kimsenin mutlak gerçeğe sahip olmadığına inanan demokratik bir kültüre sahip olmak için kültürel hazırlığın ya da rehabilitasyonun yetersiz olduğu hatta hiç olmadığı neredeyse kesin olarak kanıtlandı.
Son söz, önder Burgiba'nın bir sözü şöyledir: Mutlak anlamıyla demokrasiden bahsetmek için zamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Zira Arap toplumları, onlar için zamanın 14 asırdır durduğu alimleri lehine düşünürlerini marjinalleştirdiler.
TT
Tunus ve demokrasi sorunu
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة