Vahdettin İnce
Yazar
TT

Firavunoğullarının peşini bırakmayan lanet

Bizim zamanımızda üniversiteden mezun olmak için “mezuniyet tezi” hazırlama şartı vardı, hala var mı bilmiyorum. Tarih bölümünde okuyan bir arkadaşıma hocası “Van gölü ve çevresinin Osmanlıya katılması” başlıklı bir tez hazırlamasını istemiş, bir de yararlanması için Farsça bir kitap vermişti. Kitabın ilgili bölümlerinin tercümesi hususunda arkadaşıma yardımcı olmuştum. Kitapta bolca “Kürt”, “Kürt mîrleri”, “Kürdistan”… kelimeleri geçiyordu. Arkadaşım tezini tamamlayıp hocaya götürdüğünde hocanın gözleri fal taşı gibi açılmış, kocaman bir “bu ne!” çekmişti. Sizin tavsiye ettiğiniz kitapta böyle geçiyor diyecek olmuş arkadaşım, ama nafile. Çabuk değiştir bunları, demiş hoca hışımla. “Yerel halk”, “yerel kökenli”, “kendilerine yerel diyenler”, “yerel beyler”, “yerel bölge” (belki de yerelistan) de, diye eklemiş. Ama bilim, ama objektiflik, ama aydın namusu… demişse de işe yaramamış. Sonunda arkadaşım çareyi başka bir konuda tez yazmakta bulmuştu.
Geçenlerde değerli dostum, okul arkadaşım Prof. Dr. Fuat Aydın’ı zoom üzerinden verdiği bir konferansta dinlerken bu olayı hatırladım. “Hz. Peygamberin tarihselliği, Hz. İsa’nınki kadar problemli midir?” başlığı altında yaptığı konuşmada çok önemli tespitlerde bulunuyordu. Kırk yıllık dostumun, az çok tahmin ettiğim akademik özgürlükten istifade ederek edindiği bilgi birikimini hikmet mertebesine ulaştırmış olması beni gururlandırdı. İyi bir dinler tarihi hocası olan dostum “Mısır’da bulunan hiçbir tarihsel belgede orada yaklaşık olarak dört yüz yıl yaşamış İsrailoğullarının izine rastlanmaz” diyordu. Demek ki “oğullarını boğazlıyor, kadınlarını sağ bırakıyordu” ayetinde işaret edildiği gibi Firavun hanedanı İsrailoğullarının fiziki varlığını ortadan kaldırmaya çalışmakla yetinmemiş, gelecek nesiller olup bitenlerden haberdar olmasın diye tarihten de izlerini silmiş diye düşündüm. Nitekim Firavun hanedanının alışkanlığından haberi olmayan, ya da haberi olduğu halde bu tarzı bilerek sürdürmek isteyenler de tarihin en büyük özgürlük hareketini başlatmış ve denizleri yararak İsrailoğullarını özgürlüğe kavuşturmuş Musa peygamberin aslında yaşamadığını söylüyorlar ve Firavun hanedanının tarzını sürdürmek ve mazlumların özgürlük umutlarını yok etmek amacıyla ekran ekran belge boca ediyorlar üzerimize.  
Kur’an Firavun hanedanının bu tür uygulamalarının salt tarihsel, sırf Firavun’a özgü bir tavır olmadığını vurgulamak için “de’bu al-i Firavn” (Firavun hanedanının nesilden nesile devam eden alışkanlığı, tarzı) diye nitelendirir. “De’b” kelimesi içgüdü kadar süreklilik kazanmış alışkanlık, huy, tarz, gelenek gibi anlamlara gelir.
Arkadaşımın başına gelen hadisenin o zaman düşündüğümüz gibi on iki eylül döneminin şartlarından kaynaklanan bir istisna, bir lokal tavır olmadığını, tam tersine Firavun hanedanından beri kesintisiz olarak devam eden bir refleks, bir rejim olduğunu anladım böylece.
Fuat hoca tarihe ısmarlanan belgelerin bu nedenle mevsuk olamayacağını, en azından tartışmalı olacağını vurguladıktan sonra “mitolojilerin, masalların, efsanelerin satır aralarına bakmak lazım geldiğini, bu anlatılarda belgelerde olmayan birçok hakikatle karşılaşmanın mümkün olduğunu” belirtti. Kur’an “bu dünyada onların peşine bir lanet taktık” buyurarak mazlumların fiziki varlıklarını ortadan kaldırma çabasının yanı sıra onların izlerini tarihten silme girişimlerinin boşuna bir çaba olduğunu, bir mazlumun çektiği ahın, yürekten havaya emanet ettiği lanetin binlerce yıl sonra bile olsa gelecek nesiller tarafından duyulacağını dile getirmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki mazlumlar fıtri bir dürtü ile gelecek nesillere ulaştırmak istedikleri mesajları bir aşk hikayesi, bir hurafe, bir uçuk kaçık kahramanlık destanı, gerçek üstü tasvir ambalajı içinde söylenceye, dilden dile uzanan mitolojiye emanet etmişler. Sonra vahiy bu ambalajı buruşturup atmış ve insanların çıplak hakikati görmelerini sağlamıştır. “Her hurafe nitelikli şerrin katmanları altında bir hayır vardır” nitekim. Önemli olan hurafenin bir tortu gibi üzerine yapıştığı hakikati ortaya çıkarma ferasetine sahip olmaktır. “Allah ölüden diriyi çıkarır…”
Ya da mazlumların ahı ile kaynayan Şakiro gibi bir dengbêj tek parti rejiminin “yerel” ambalajına gömdüğü bir mazlumiyeti haykırarak lanet gibi peşlerine takar.
Atatürk üniversitenden okul arkadaşım Prof. Dr. Fuat Aydın hocaya bu ufuk açıcı konuşmasından dolayı teşekkür ederim.