Mustafa Özcan
TT

Şankiti’nin Halep senaryosu 

‘Deneyimim ve Tanıklığım’ adlı eserinde Suriyeli yazarlardan Said Havva Suriye'nin azınlıklar tasallutuna düşmemesi için önünde sadece iki seçeneğin veya çıkış yolunun olduğuna parmak basar.  İki seçenek şudur: Ya Mısır ya da Türkiye'ye bağlanacak ve himayesine girecektir. Aksi takdirde bir gün korkulan senaryo ile karşılaşacaktır.  Sadece yerel güçler veya oyuncular değil, uluslar arası oyuncular da Türkiye ve Mısır bağlantısı yerine azınlıklar ittifakından yana olmuşlardır. Bu denklem ile ilgili müdellel çalışmalardan birisini Lübnanlı Maruni yazarlardan Dr. Nebil Halife yapmıştır. İstihdaf-ı Ehli Sünnet/Men Yetezaamu el Alem El Arabi-İslami: Es Suudiyye em İran?   Ehli Sünneti Hedef Almak: Arap ve İslam Alemine kim liderlik yapacak: Suudi Arabistan mı yoksa İran mı? başlıklı kitabında bu konuya ele almıştır.
Bölgede Sünni kitle olarak nüfus yoğunluğu Mısır ya da Türkiye’dedir. Lakin coğrafi olarak Suriye sadece Türkiye ile iltisaklıdır. Mısır daha uzakta kalmaktadır. Mısır ile Suriye arasındaki birlik, Doğu-Pakistan ile Batı Pakistan arasındaki birlik denemesine benzemiştir. Zira siyasi birlik vardır ama coğrafi birlik yoktur.  Arada tampon ülkeler vardır.  Bu nedenle iki tecrübe de uzun ömürlü olmamıştır.
Mısır çekildikten sonra Said Havva’nın öngörüsü gerçekleşmiş ve azınlıklar ittifakı iktidara gelmiştir. Ardından da Esat ailesi tek başına ülkenin iplerini ele geçirmiştir. 1957 yılında Nuri Said Paşa ile Menderes Suriye’nin kendi kamplarına katılması için çabalamaktadır. Nasır ise tam tersine Mısır-Suriye birliği için çabalıyordu.  Türkiye’nin NATO üyesi olmasına rağmen tarihi seyir ve dengeler nedeniyle ABD hasım kampta olan Nasır-Suriye beraberliğini tercih eder.  Muhtemelen bu beraberliğin coğrafi iltisak olmadığı için geleceği olmadığını da görmüştür. Türkiye ile Irak arasında kalacak olan Suriye kolayca kıpırdayamazdı. Farazi dairede olsa da Suriye-Türkiye beraberliği daha uzun ömürlü olabilirdi. 1958 ile 1961yılları arasında ayakta kalan Birleşik Arap Cumhuriyeti siyasi geçimsizlik yüzünden tarihe karışmıştır. Böylece azınlıklar ittifakının önü açılmıştır. Bu da Lübnan iç savaşı gibi bölgesel kargaşaya hizmet etmiştir. Nuri Said Paşa ve ardından Menderes, Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin doğuşundan ve yıkılmasından hemen sonra devrilmişlerdir. Adeta bölgenin lanetine uğramışlardır. Menderes, Birliğin yıkıldığı yıl idam edilmiştir(1961). 
Tarih tekerrürden ibarettir. 2011 yılından sonraki süreçte de yine ABD’nin ayak diretmesi sonucu Türkiye ile Suriye arasında gelişecek olan birlik ve beraberlik azınlıklar ittifakı lehine şekillenmiştir. 1958-1961 yıllarında Türkiye ile Irak yerine Mısır’ı tercih eden ABD, bu defa da yine karşı kampı yani Rus-İran ittifakını, yani azınlıklıkların hamilerini tercih etmiştir. 2011 sonrasında Suriye rejimi ortak olarak İran ve Rusya ile yoluna devam etmiş ve onların vesayeti altına girmiştir. Obama ise Türkiye’yi oyalamış ve ataklarını engellemiştir. Şam rejiminin İran ile Rusya’nın kontrolüne girmesine hizmet etmiştir. Potansiyel olarak Türkiye’nin Suriye halkının ya da çoğunluğun lehine bir denge sağlaması beklenirken, İran ve Rusya seçeneğini tercih ederek rejim lehinde dolaylı bir tutum izlemiştir. Şimdi Türkiye’nin Esat rejimiyle yakınlaşmasına karşı çıkarak esasında kendi kendini nakzetmektedir. Zuhayir Salim’in sorduğu gibi sonuçta ABD Suriye rejiminin yıkılmasını istiyor mu istemiyor mu? Ya da yeni tutumu rejimin devrilmesini sağlayacak mıdır? Ya da Türkiye’yi berzahta mı tutacaktır? Türkiye’nin yakınlaşma politikalarını sabote edeceğine Esat rejimi aleyhinde neden somut adımlar atmıyor? Ukrayna’ya verdiği somut desteğin asgari düzeyde de olsa benzerini Suriyeli muhaliflere neden vermiyor? Şimdiye kadar sürekli olarak muhalifleri yüzüstü bırakan ve zeminlerini gevşeten ABD olmadı mı? Daha önce de Türkiye’nin güvenli bölge tekliflerini sudan bahanelerle savsaklamıştır. Evet! Ürdün rejiminin de Suriye ile yakınlaşma politikalarını sabote etmiştir! Peki! Yerine tutarlı bir politika üretti mi?  ABD açılım değil siyasi kabızlık üretiyor!
Türkiye’nin BAE ve Rusya ile Esat rejimini yeniden yüzdürmek, ehlileştirmek ve makbul hale getirmek için arayış içine girdiği ifade ediliyor.  Bu kötü bir zamanlamaya işaret ediyor. Türkiye Esat rejimini devirmek için muhaliflere destek verdiği sırada ABD bigâne kalmıştır. Şimdi ise Esat’a açılmak isterken yine karşısına ABD çıkıyor! Hangi yüzle? Türkiye onca yıl sonra devrilmeyen Şam rejimiyle ilişkileri normalleştirmek istiyor bu defa da itiraz ABD’den geliyor!

İslam Birliği'nin Nüvesi Olarak Türkiye- Suriye Birliği!
Yazar Hakan Albayrak, Beşşar Esat’ın babasının Haziran 2000 tarihinde ölümüyle boşalan yerine alelacele getirildiği sırada bir tez ortaya attı ve hatta kitabını yazdı. Kitap, İslam Birliği'nin Nüvesi Olarak Türkiye- Suriye Birliği başlığını taşıyordu. O atmosferde karşılıklı olarak ziyaretler gerçekleşiyor ve o hengamede ‘Şengen"i bırakın, Şamgen"e bakın! Tekerlemesi dillerden düşmüyordu.  Bununla birlikte tırmanma trendinde yürüyen ilişkiler, Mart 2011 yılında başlayan Şam Baharı ile birlikte tersyüz oldu. Şapa oturdu. Önce güven kayboldu ardından ilişkiler koptu.Hakan Albayrak’ın tezi de sürüncemede kaldı ya da bir başka bahara etiketlendi.

Yeni tez: Türkiye Halep’i kurtarsın!
Katar’da ikamet eden ve Müslüman Kardeşler hareketinin bağlılarından kabul edilen ve stratejik analizleriyle tanınan Muhammed Muhtar Şankiti aljazeera.net adresinde yazdığı bir makalede, Türkiye’ni Esat’a ve Rusya’nın garantisine dayanarak Suriye’deki güvenliğini temin edemeyeceğini iddia ederek geriye çekilme yerine ileriye kaçış stratejisini izlemesi gerektiğini telkin ediyor. Rusya ile anlaşarak ve onun üzerinden Halep’i Esat’ın pençesinden kurtarmasını ve Türkiye’nin garantisi altında buralara Suriyeli mültecileri yerleştirmesini istiyor. Aksi takdirde Esat’a dayanarak muhalefeti kaybedebileceğini ve muhaliflerden bir kısmının da ayrılıkçılara katılabileceğini öngörmektedir. Nitekim Muhyiddin Lazkani gibi muhalif isimler Türkiye’nin Esat’a dönmesine mukabil, Suriyeli muhaliflerin de PYD ile dirsek temasına geçmesini salık veriyor. Şankiti ilgili makalesinde, Ankara ile Şam yakınlaşması konusunda ne söylenirse söylensin esasında bu sürecin sancılı ve zor bir süreç olacağını hatta tamamlanmasının uzak bir ihtimal olacağını öngörmektedir.
 Şankiti ilave olarak Esat rejimiyle uzlaşmanın hem Suriye halkı hem de Türkiye için yararlı olmayacağını da varsayıyor. Güven aşınması nedeniyle iki rejimin yeniden dost olması, tokalaşması zor bir ihtimal olarak duruyor. Bu mesele Kelile ve Dimne’de konu edilen fabl/ hayvan hikayelerinden olan yılan ile kurtarıcısı adamın hikayesini andırıyor. Yılanı kurtaran adamın oğlunun yanlış bir hareketi yüzünden yılanın kuyruğu kopar, yılan da kurtarıcısının oğlunu öldürür. Oğlu ölen adamın yeniden dost olalım şeklindeki teklifine yılanın cevabı, ‘bende kuyruk acısı sen de evlat acısı oldukça bir daha dost olamayız’ şeklinde olur. İlişkilerin kimyası bozulmuş, değişmiştir.
Muhammed Muhtar Şankiti, Rusya, İran ile ABD muhalefeti arasında sıkışıp kalan Türkiye’nin Suriye’ye bu aşamada müdahale etmesinin zor olduğunu lakin yine de zamana yayarak asgari düzeyde yapacaklarının bulunduğunu savunuyor. Türkiye’nin hedef büyütmesi ve Esat’ı devirmeyi göze alması gerektiğini işliyor. Zımni olarak PYD odaklı siyaset yerine bütünüyle Suriye odaklı bir siyaset izlenmesini tavsiye ediyor. Yoksa tali amaçların, Türkiye veya Suriye muhalefetini tatmin etmekten uzak kalacağını bildiriyor. Bu stratejik vetire ya da sürecin uzun vadede kaçınılmaz olduğunu da vurgulamaktadır. Kısa vadede Esat’ı devirme planı yerine, sınır boylarındaki kurtarılmış bölgelerin alan ve sınırlarının genişletilmesinin daha ehven ve makul bir çözüm olacağını öngörmektedir. Bu meyanda Halep ve çevresinin yeniden muhaliflere kazandırılmasının önemine işaret ediyor. Bunun için Ruslarla pazarlık edilebileceğini ve Ukrayna meselesi karşısında Rusların sadece boru hattı değil aynı zamanda bir nefes alma borusu haline gelerek de pazarlık payını yükseltebileceğini tasavvur ediyor. Bunun sonucunda hem mülteci meselesinden kurtulacağını hem de Suriye’nin Türkiye’nin doğuya açılan kapısı olma özelliğini yeniden pekiştireceğini kaydetmektedir.
Türkiye’nin kurtarılmış bölgeleri yönetme konusunda pek de Başarlı görünmediğini yazan Şankiti, bu yeni kazanılacak toprakların kim tarafından ve nasıl yönetileceği hususunu askıda bırakmış. Buna mukabil kimi sosyal medya hesaplarında Muhammed Muhtar Şankiti’nin çağrısı kıyasıya eleştiriliyor ve Halep’in yukarısının Türkiye’ye bağlanması teklifi olarak görülüyor. Bu açıdan da yadırganıyor. Doğrudan böyle bir çağrı olmasa da yine de bu yönde yorumlanıyor.

Raysuni’den Şankiti’ye!
Kimileri de bu teklifi Müslüman Alimler Birliği’nin eski Başkanı Ahmet Raysuni’nin istifaya götüren teklifine benzetiyor. Raysuni, Batı Sahrası’ndan yola çıkarak Moritanya’nın toptan ve Cezayir’in de Tindouf şehrinin Fas topraklarına katılmasının hakkaniyete dayalı olacağını söylemiş bu da büyük tepkilere neden olmuştur. Gelen haklı tepkiler karşısında makamından çekilmek zorunda kalmıştır. Şankiti’nin Halep ile ilgili teklifi benzeri tepkilere neden olmuş ve dorudan öyle bir çağrı olmasa bile Şankiti’nin sözleri Suriye’nin kuzeyini Türkiye’ye ilhak etmek, bağlamak şeklinde algılanmıştır. 2003 sonrasında Kadir Mısıroğlu gibi bazı tarihçiler de benzeri bir teklifi Musul’la ilgili dile getirmişlerdi. Musul’un misak-ı milli sınırları içinde kaldığını hatırlatarak burasının Türkiye’ye bağlanmasını istemişlerdir. 1991 yılında Özal da tarihçi Mim Kemal Öke’den tarihi verilere dayanarak Musul’u geri almanın imkan dairesini araştırmasını istemiştir. 

 İşin doğrusu nedir?
Ukrayna meselesini akılda tutarak, Türkiye’nin ilgisini ve dikkatini PYD’nin de ötesine kaydırarak, rejime ve muhalefete odaklayarak muhaliflere nitelikli silah temin etmesi en akıllı yöntem ve seçenek görünüyor. Lakin yine de burada parçalı bir muhalefetle karşılaşmak işi zora sokmaktadır.
Onun ötesinde Suriye halkı Şam rejiminden üç talakla boşanmıştır. Bu rejimin gölgesinden kurtulursa bunun ışığında kendi geleceğini ve tercihlerini belirleyebilecektir. Tercih belirleme hakkını ona bırakmak gerekir. Bunun ötesinde bir şey demek şu aşamada isabetli görünmüyor.