Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

İlerlemeyi kim üretir?

Ağustos 1979'da (yani 40 yılı aşkın bir süre önce) Kuveyt'te “Ulusal Kültür Konseyi” tarafından basılan “Bilgi Dünyası” kitap serisi, “Doğru Düşünme ve Çarpık Düşünme” başlıklı önemli bir kitap yayınlamıştı. Kitap, çarpık düşünmeyi, okuyucuyu veya dinleyiciyi konuşmacının söylediklerinin doğruluğuna ikna etmek için kelimelere ve cümlelere tepkisel bir üslup eklemek, yani, belirli bir kitleyi belirli bir amaca götüren belirli bir şekilde düşünmeye teşvik etmek için duyguları motive etmek şeklinde açıklıyor. Doğru düşünme ise, duygusal ve heyecan verici olmayan, gerçekleri yalansız, küçümsemeden ve abartmadan nesnel gerçekler olarak sunan kelime ve cümlelerin taşıdıkları gerçeklerdir.
Bana bu kitabı hatırlatan, Kuveyt'te birilerinin yazdığı bir makaleydi. Yazara göre ABD'nin büyük bir bölümünü etkileyen kar fırtınası felaketinin nedeni, Joe Biden'ın aynı hafta içinde eşcinselleri insanların geri kalanıyla eşitleyen yasayı imzalamış olması! Ama yazar, Pakistan hükümeti eşcinseller konusuna yaklaşmadığı halde, Pakistan'da milyonlarca fakir Müslümanı etkileyen ve yerinden eden sel felaketinin nedenlerini okuyucularına açıklamayı unuttu! Aramızdaki bazı bireyler ve çevremizdeki ülkeler (Çarpık Düşünce) kitabında anlatılan mantıkla düşünüyorlar! Konuyu daha kapsamlı bir şekilde ele alırsak, Arap siyasi ve kalkınma arenasında kalkınmayla ilgili yaygın tartışma, bu (anormal) düşünceyi bir kez daha yansıtıyor. Arap ülkelerinde (kalkınma) ikilemi gündeme gelir gelmez, birileri size, örneğin, 50 yıl önce Mısır'ın GSYH’sinin Vietnam'ın iki katı olduğunu ama bugün Vietnam'ın üretiminin Mısır’ın 25 katı olduğunu ya da Singapur'u Müslüman bir kadının yönettiğini ve ülkesinin GSYH’sini neredeyse Güney Kore'ninkine eşit bir hale getirdiğini söylerler. Bunun gibi karşılaştırmacı, duyguları ve hatta belki de bir çaresizlik duygusunu harekete geçiren pek çok söylem duyulur. Soru ise şu: Peki biz (Araplar) neden kendi ülkelerimizde bu kalkınmayı gerçekleştiremiyoruz?
Açık olan gerçek şu ki, bazı Arap ülkeleri belirli bir kalkınma düzeyine ulaşırken, diğerleri başarısız oldu ve hâlâ makul bir kalkınma düzeyine ulaşamadılar. Kalkınma kavramı üzerinde de bir uzlaşı yok; bazıları için tamamen maddi bir artış, diğerleri için (ki daha doğru tanım budur) toplumun politik, ekonomik, kültürel, gelişimsel, sosyal, endüstriyel, hizmet, hukuki ve bilimsel (yani birbirini destekleyen bir unsurlar paketi ile) ilerlemesidir.
Kapsamlı kalkınmanın başarılmasının imkânsız bir hedef olmadığına, ancak araçlara gereksinim duyulduğuna dikkat çekilmeli. Bu araçlar mevcutsa, “o toplumda doğal kaynakların varlığına veya yokluğuna bakılmaksızın” kalkınma sağlanabilir. Önemli olan “doğru” ve “boş inanç, eğilim ve arzulardan” uzak düşüncenin mevcut olmasıdır. Kalkınma araçlarının biri de, net bir projesi olan ve yönetimde modern bilime dayanan bilinçli liderliktir. Liderliğin ve bir kalkınma projesinin yokluğu, toplum zengin kaynaklara sahip olsa bile her türlü kalkınma iddiasını engeller. Bilgisiz bir liderlik, ulusal zenginliği kalkınmayla ilgisi olmayan projelerde çarçur edebilir.
Gerçekçi ve bilimsel bir projeye dayanan bilinçli bir liderlik varsa, bu liderlik çoğunlukla aynı zamanda bilime de dayanır. Eğitim, öğretim ve bilimsel araştırmaların desteklenmesini en önemli öncelikleri arasına yerleştirir. Aynı şekilde modern ve katı yasal kuralları takip eden ve bunlara saygıyı garanti eden kurumlara (bireylere değil) dayanır. Akrabalık ve bilgiye değil, liyakat ve başarıya dayanan kadroları benimser.
Arap yönetim deneyimine baktığınızda (burada çoğunluktan bahsediyorum, hepsinden değil), iktidara gelen herhangi bir grubun evlilikler yoluyla hızla bir akrabalık ağı oluşturduğunu görürsünüz. Bu olgu, 1952 devriminden birkaç yıl sonra Mısır'da, 1958'den sonra Irak'ta, Libya, Yemen ve Suriye'de belirgindi. Öyle ki (cumhuriyetler) neredeyse miras bırakıldı. Akrabalık ağına yönelik herhangi bir derinlemesine okuma, bir ağ mevcut olmasa bile zamanla oluşturulması için çaba harcandığını gösterir.
Akrabalığın kendisi bir sorun değil, sorun önemli ölçüde “akrabaların” yönetim dahisi olduğu şeklindeki hatalı varsayımda yatıyor. Kusur işte burada, evet bazı akrabalar yönetimde iyi olabilirler, ancak gerçeklerin gösterdiği gibi hepsi değil. Akrabalık ilişkileri aynı zamanda “kurumsallaşmayı” yani kurumların tesis edilmesini de engeller, bunun sonucunda kamusal işler “neyi bildiğinize değil, kimi tanıdığınıza!” bağımlı hale gelir. Arap ülkelerinin çoğu ileri düzeyde uzmanlara ve insan deneyimlerine sahipler, ancak bunlar “akrabalık” çemberi içinde olmadıkları için âtıl bir haldeler. Bu konuda verilebilecek en iyi örnek belki de Lübnan, çünkü bu ülke, üretim ve hizmetlerin çoğu alanında dünyaya uzmanlar dağıtıyor, ancak siyasi toplumun yönetiminde “yakınlar”, beceriksiz olsalar bile başka her tür deneyimlere tercih ediliyorlar! Tüm bu nedenler, sadece kalkınmayı engellemiyorlar, bugün Irak, Lübnan, Suriye, Yemen, Libya, Sudan ve hatta Tunus'ta gördüğümüz gibi aynı zamanda ulusları parçalıyorlar. Uzun bir zaman (insanları savaş yoluna sokmanın) onları kalkınma yoluna sokmaktan daha kolay olduğu düşüncesi hâkim oldu ve hâlâ da öyle. Bu iç savaşlar, Arap kalkınmasına büyük bir bedele mal olacak, bu bedelin başında da bu dünyada bilgisiz yetişecek, karanlık ve çarpık düşüncelere kolayca yönlendirilebilecek bir neslin tamamının eğitilmesi fırsatının kaçırılması geliyor.
Arap dünyasının tamamında maddi ya da insani bir zenginlik ve servet sıkıntısı bulunmuyor, aksine liderlik, kurumsallaşma ve gerçekleştirilmek istenen hedeflerde aşırı bir yoksulluk söz konusu. Başkalarının başarısı “farklı insanlar”, belirli dinlere mensup veya üstün özelliklere sahip farklı kültürlerden olmalarından kaynaklanmıyor. Dünyadaki kalkınma başarılarının çoğu, duygudan uzak, bilime yakın irade ve yönetimle, toplum için hedefler belirleyerek, hedefleri gerçekleştirecek liyakatli kişilerden yardım alarak ve modern hukuki kurallarla birlikte gerçekleşmiştir. Şiddetli bir şekilde eksikliğini hissettiğimiz şey budur ve yokluğunda, yolsuzluk, kayırmacılık ve iltimas, tüm çeşitlilikleri ve eğilimleriyle boş inançlara dayanan çarpık düşünce denilen hastalıklar, kamuya sızdı.
Son söz; insanlığın ulaşmış olduğu noktaya sözcüklerin teknikleştirilmesi dışında ulaşabilmesi mümkün değildi.