Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Kissinger’a müracaatın anlamları

Son üç ayda, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger tarafından yayınlanan 5 kitap gördüm. Benim bildiklerimin 4 kitap olduğunu söylemek daha doğru olur, çünkü beşincisini 99 yaşındaki Kissinger yazmış! Liderler adındaki bu kitap konusundan ötürü, hakkında yazılanlardan daha çok ünlendi. Kitapta II. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkelerini yönetip başarılı olan, o anda ve gelecek için iz bırakan 6 siyasetçiden bahsediliyor. Söz konusu siyasetçiler şunlar: Charles de Gaulle, Enver Sedat, Margaret Thatcher, Li Kuan Yu, Konrad Adenauer ve Richard Nixon. Doğrudur, Kissinger bu isimleri şahsen tanıdı, bazısının politikalarını da etkiledi ancak onun siyasi başarı kıstasları, ABD üniversitelerinde siyasi bilimler profesörü iken ya da Dışişlerindeki görevini bıraktıktan sonra yazdığı diğer eserlerindeki gibi kaldı. Martin Indyk’in onun hakkında yazdığı kitaba göre Kissinger’ın nazarında başarılı siyasetçi, bir vizyon sahibi olan, içerisi ile dışarısı arasında  denge kurmaya önem veren, risk sınırlarına varmayıp gerekliliklere dair derin bir idraki yansıtan cesaretle vasıflanmış kişidir. Ona göre Napolyon sonrası dönemde siyasette yer alan Avusturyalı Metternich bu açıdan ideal bir siyasetçidir.
Her iki tarafın siyasetçileri de artık onun fikirleri ve başardıklarıyla ilgilenmezken Kissinger’a gösterilen bu ilgi neden? Bu soru, Foreign Affairs dergisinde onun kitabı hakkında makale yazan, aynı şekilde New York Review of Books dergisinde onun hakkında yazılanlara dair yazan kişi tarafından soruluyor. Soruya verilen cevaplar farklı farklı ama bu cevapları, bizzat ABD’de büyük stratejik fikir yokluğu şeklinde özetlemek mümkün! Parası az olan eski elbiselerinin ceplerini arar ya da eski defterleri karıştırırmış, öyle derler.
Ancak konunun detaylandırmaya ihtiyacı var. 50’li yıllarda en güçlü taraf olan Amerikalı stratejistler, Sovyet tehdidine karşı asimilasyon politikası izlediler. Bu politikanın özel filozof ve yazarları vardı. 60’lı yıllarda daha geniş ve kapsamlı bir program haline geldi. O kadar ki, totaliter rejimlere karşı ahlaki üstünlükle gurur duyulan bir “kültürel soğuk savaş”tan söz ediliyordu. Kissinger, Sovyetlerle “kültürel bir çatışma“ya girmenin kayda değer bir faydasını görmedi. Nitekim Amerika’daki gençler Sovyetlerin adalet ve sömürgecilikten çıkış modelinden etkileniyor, Vietnam savaşından da rahatsız oluyordu.
ABD’nin Sovyetler Birliği’nin sınırlarına tecavüz ettiği 70’li ve 80’li yıllarda kıyaslama Kissinger ile Carter döneminde ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Avrasya savunucusu olan Brzezinski arasında yapılıyordu. Herkes Kissinger’ı pragmatik olarak değerlendirirken, Brzezinski kavgacıydı. Pragmatik olduğu bilinerek, son kitabı Liderler’de (Nixon ile) Sovyet Rusya’ya karşı Çin ile olan ilişkileri kullanmak istediklerini itiraf ediyor. Bu politikayı engelleyen şey, Nixon’ın başına gelenler ve 1974’te Demokrat Parti konferansını gizlice izledikten sonra istifa etmek zorunda oluşuydu. Bu esnada başkaları Çin’in ABD’nin kendisi için ekonomik ilerlemeye olan ilgisinden büyük ölçüde yararlandığını ve Rusya’nın kışkırtmasına karşılık vermediğini düşünüyordu.
Kissinger’ın son zamanlarda parlamasının nedenlerinden birini, Başkan Biden’ın geçtiğimiz günlerde görev dönemindeki Amerikan stratejisini değerlendirirken kullandığı şu ifade ortaya koyuyor: ABD, dünya liderliğine en uygun ülkedir! Bu, birçoklarının onaylamayacağı bir hüküm; şu an itibariyle de değil, Obama’nın 15 yıl önceki ilk başkanlık döneminin başından beri. Obama, Irak ve Afganistan’dan çekilip Çin istikametine doğuya doğru yönelme kararına yoğunlaştı. Trump döneminde buna Avrupa ve NATO’dan çekilip Putin Rusya’sına gizlice yaklaşma meselesi eklendi. Bununla birlikte Trump’ın stratejik politikalarında Amerikan iç izolasyonizmine (yalnızcılık) dayalı başka bir unsur daha vardı. Bu yaklaşım, Amerikan halkının, Amerikalıların refahı pahasına, askeriyede ve ekonomide başkalarına ödeme yaptığı düşüncesinden hareket ediyordu. Cumhuriyetçiler, 19’uncu yüzyılın kendi kendine yetme durumunu ifade eden Monroe Doktrinini hatırlatmak için saniye kaybetmedi; ne sömürgecilik faaliyetinde ne de dünyanın polisi olmakta Amerika’nın faydasına olan bir şey yoktu. Başkan Woodrow Wilson, Amerika’nın sonuna katıldığı I. Dünya Savaşı’ndan sonra 1920 yılında Kongre’yi Milletler Cemiyeti’ne katılmaya ikna edemedi. Amerikan stratejik politikaları, II. Dünya Savaşı ve sonrasında elbette tersine döndü. Zira bu süreçte Birleşmiş Milletler kuruldu, ABD önce Kore sonra Vietnam savaşına sürüklendi, NATO kuruldu, Soğuk Savaş boyunca küresel sistemin ilk bileşeni haline geldi ve Sovyetler Birliği 1990 yılında dağılana kadar onunla kafa tokuşturmaya devam etti.
Şu da bir gerçek ki ABD’nin stratejik politikalarında yeni bir geriye gidiş dönemi, 2001 yılındaki el-Kaide saldırısı olmasaydı, hâkimiyet döneminde (1990-2008) başlayacaktı. Bununla birlikte dış zorluklarla baş edemediği inancı Bush Jr’ın son zamanlarında yeniden ortaya çıktı ve Obama döneminde yerleşik bir siyaset halini aldı. Başarısızlık korkusu ile aynı zamanda yenilgi ve hâkimiyeti kaybetme korkusu arasındaki bu bocalama, Irak ve Afganistan’da kendini tekrarlayan başarısızlıklar ve yanlış değerlendirmelere yol açtı. Aynı sonuç, ABD’nin Suriye’yi Rusya’ya, Irak’ı İran’a, 2014 yılında da Kırım’ı Rusya’ya bırakmasından sonra, 2008’den beri Avrupa’ya yönelik gerçekleşen Rusya saldırılarında da kendini gösterdi.
Kissinger’ın yeni keşfedilen cazibesinin sırrı şu iki şeydedir: Birincisi, Vietnam savaşını bitirme, Çin’e yönelme ve Camp David gibi adımlar dahil 70’li yıllarda benimsediği politikaların hatırlanması. İkincisi ise devasa ordusu ve güçlü ekonomisine rağmen ABD’nin artık stratejik bir politikası olmadığına dair raporu. O, en büyük zaaf noktasının fikir ve girişimlerden tamamen yoksun dış politikada yattığını düşünüyor ve prestij kaybının itibar kaybından kaynaklandığını inkâr etmiyor. Restorasyon sürecinin inanılırlığa odaklanmasına izin verin, işte o zaman, bugünün Rusya’sı ile Çin’inin dünün Rusya’sı ve Çin’i olmadığını da kabullenmekle birlikte, prestij yavaş yavaş geri dönecektir. Bugünün Hindistan’ı da dünün Hindistan’ından farklı! Almanya ve Britanya hariç Avrupa’da da umut yok. Bununla beraber Almanya, Rusya ile düşman olmak istemiyor, cephede de kullanılamaz. Çin’le olduğu gibi Rusya ile de doğrudan bağlantılar gerek. Birçokları baskı ve yaptırım politikalarının işe yaramadığını söyleyecek ama Kissinger’a göre Çinliler ve Ruslar çok iyi biliyor ki ABD, yüz çevirmek veya görmezden gelmek suretiyle değil, yaptırımlar ve girişimler yoluyla her zaman fayda ve zarar verebilir. Her yerde düşmanlar konusunda olduğu gibi dostlar konusunda da hareketli olmak lazım. Bu koşullarda güçlü ve girişken başkan, dünyanın güvenini ve saygısını geri getirebilendir.
Kissinger, Amerikan’ın stratejik gücü için yeni bir felsefeye sahip değil. Bununla birlikte, tüm sesler sustuktan ve Amerikalılar kendilerini aramakla meşgul olmaya başladıktan sonra, çeşitli dış politika meselesinde onlarca küçük düşünce ve önerisi var. Corona salgını insanları nasıl evlerde saklanmaya ittiyse bu da öyle kendi bedeni içine çekilmeye iten bir hastalıktır!