Fahd Süleyman Şukeyran
Suudi Arabistanlı araştırmacı yazar
TT

Doğu ve Batı'da kimlik kavramının meydan okumaları

Birkaç gün önce MTV kanalı devlet, mefhumu ve kimliğin anlamları üzerine önemli bir sempozyum yayınladı. Sempozyumun tüm katılımcıları şu tartışmacı sorunun meydan okumasına karşılık verecek düzeyde değildi; kimliklerin dağıttığı ve hatta Amin Maalouf'un tanıdık kitabı “Katil Kimlikler”in başlığı gibi onun uğrunda birbiri ile savaştığı bir ülkede bir kimlik anlamı yokken devlet kavramını tanımlamak ne anlama geliyor?
Bütün bunlar, medyanın haklı olarak Samuel Huntington'ın "Medeniyetler Çatışması mı?" tezine geri dönmesini kolaylaştırdı. Tezin aslı, 1993 yılında Foreign Affairs dergisinde yayınladığı sorgulayıcı bir uzun makaledir. Makalenin ikinci satırında Huntington,  Francis Fukuyama'nın kendisini geliştirip 1992'de bir kitap olarak yayınlamadan önce 1989'da The National Interest dergisinde yayınlanan makalesinin başlığı olan “Tarihin Sonu” ifadesini zikreder.
Samuel Huntington, 24 Aralık 2008'deki ölümüne kadar bu çatışma teorisinden geri adım atmadı. İçeriğinin bir kısmı hatırlatılmak istenirse, aşağıdaki şu anlamlı içerikler üzerinde durulabilir: Bu yeni dünyada çatışmanın ana nedeninin öncelikle ideolojik veya birinci derecede ekonomik olmayacağını varsayıyorum. İnsanlar arasındaki büyük bölünmelerin ve çatışmaların baskın nedenleri kültürel olacaktır... Medeniyet kimliği gelecekte artan bir önem kazanacak ve dünya büyük ölçüde yedi sekiz medeniyet arasındaki etkileşim ile şekillenecektir. Bunlar; Batı, Konfüçyüs, Japon, İslam, Hindu, Slav-Ortodoks, Latin Amerika ve muhtemelen Afrika medeniyetleridir. Geleceğin en önemli çatışmaları, medeniyetleri birbirinden ayıran fay hatları boyunca yaşanacaktır... Dünya küçülüyor, farklı medeniyetlerden insanlar arasındaki etkileşimler artıyor ve bu artan etkileşimler, kültürel farkındalığın, medeniyetler ve gruplar arasındaki farklılık hissinin yoğunlaşmasına yol açmaktadır… Batı'nın ilerlemesinin bir sonucu var ve o da Batı medeniyetlerinin insanları arasındaki bir nevi köklere dönüş olgusudur... Batı ile İslam arasındaki asırlık etkileşimin azalması pek olası değil, iki taraf arasındaki çatışma daha da kızışabilir.
Küreselleşmenin ekonomi ve teknoloji alanlarında doruğa ulaşmasıyla birlikte medya aygıtları dünyayı küçük bir köy olarak tanımlamayı alışkanlık haline getirdiler. Bunun arkasında toplumların birbirleriyle tanışma ve tanıma açısından eriştikleri nokta, serbest ekonomik alışverişin artması, uzayın uydularla dolup taşması, internet devriminin patlak vermesi, uluslar arasında sınırların kalkmasının sebep olduğu taşkın iyimserlik ve mutluluk yatıyor. Ancak Huntington'ın açıkça işaret ettiği şey, dünyanın küçülmesinin medeniyetlerin bir arada yaşayabilmesine bir darbe indirebileceğidir, çünkü yakınlaşma ve yakın temas farklılıkların ayrımına varmak, ardından öznel kimlik, benlik özellikleri, diğer medeniyetlerin eksiklerini aramak için itici bir güçtür.
Küreselleşme, uluslar ve dinler arasındaki anlayış ve uzlaşıyı geliştirmedi, bunun yerine halklarla ilgili mevcut geleneksel anlayışı korudu, tekrarladı ve yaydı. Kültürel düzeyde, küreselleşmenin meyvelerinden en çok yararlananlar, genel olarak aşırılık yanlısı akımlar ve özel olarak da dünyanın çeşitli yerlerindeki İslami şiddet yanlısı gruplardır. Başkalarına karşı savaşmak ve İslam medeniyetine dair kanlı bir tablo çizmek için teknolojiyi ve en son özelliklerini kullandılar ve 11 Eylül’de İkiz Kuleleri hedef alan saldırıdan DEAŞ’ın vahşi eylemlerine kadar bunu başardılar da. Öyle ki el-Kaide’nin şubeleri adeta McDonald's şubeleriyle yarıştı. Evet, kıtaları aştılar.
Yıllar sonra Huntington'ın sözlerini yeniden hatırlamak, ABD'de ve Avrupa'da olup bitenleri anlamak için gerekli. Thilo Sarrazin'in 2010 yılında yazdığı ve Almanya'da sansasyon yaratan “Almanya Kimliğini Kaybediyor” başlıklı kitap bu kimlik bağlamında yer alıyor. Yazar, eski bir maliye bakanı ve Alman Merkez Bankası yönetim kurulu üyesi. Jacqueline Salem de "Batıda Dini Vatandaşlık: Fransa, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Müslüman Deneyimlerinin Analizi" başlıklı önemli bir kitapçık ile bu kitaba verilen tepkileri gözlemledi ve kitabın özetinin şunun etrafında döndüğünü belirtti: “Müslüman göçmenler ve onların çocukları yüzünden Alman toplumu daha az zeki hale geldi.” Sarrazin Almanya’da yaşayan Müslümanlar arasında en büyük topluluğu oluşturduğu için bu küçümsemesi ile bilhassa “Türk toplumu”nu hedef almıştı.
Gerçek, hayallerden daha katı olabilir ama içinde yaşadığımız aşama bu ve kendisi koşulların, çatışmanın ürünü ve sonucu. Sağın atakları ve çıkışları olacak, kaldı ki adaylar her gün konuşmalar yapıyorlar ve İslam ile Müslümanlar bu konuşmaların içeriğinin önemli bir parçası. Donald Trump kazandığında, Fransız aşırı sağının temsilcisi Ulusal Cephe Partisi liderinin babası Jean-Marie Le Pen, "Bugün ABD, yarın Fransa" yorumunu yapmıştı. Partinin başkan yardımcısı Florian Philippot "Onların dünyası çöküyor, bizim dünyamız inşa ediliyor" karşılığını vermişti.
Bugün dalga böyle ilerliyor ve tabii ki dünya bir köy değil, bu boş bir şiirsel ifade.
Yaklaşan selin kışkırtıcılığı, aşırılık yanlısı örgütlerin yayılmaları, terör eylemlerinin vahşeti nedeniyle aşırı sağın şu anda çok iyi bir durumda olduğu bir sır değil. Müslümanların kendi realitelerinin dünyeviliğini ve başkalarının masumiyetinin soyluluğunu henüz açıkça belirlememiş olmaları da bu nedenlere ekleniyor. Dünyanın konumunu anlama konusundaki bu sıkıntı, Batı ile ilişkilerde de sıkıntı dalgaları oluşturuyor. Eğitimli ve güzel konuşan biri olduğu için Dr. Tarık Ramazan, belki de bunun çok açık bir örneği.
Zira ortaya koyduğu sonuçlar, uydu TV kanallarında dönen söylemleri Müslümanlara hiçbir şekilde fayda sağlamadı. Aksine, söylemlerinin çoğu Müslümanların vicdanlarına sesleniyor, içe kapanmanın ve geriye çekilmenin doğruluğu konusunda onları rahatlatıyor ve bu da aşırı sağa hizmet ediyor.
Gerçek, önünüzde, kimliğinizin tünellerinin dışında, etrafınızdaki ufuklara dağılmış. Geçmişte Almanların Arap şiirine tutkun yazarı “Goethe”, Doğu-Batı Divanı’nda şöyle yazmıştı: “Hakikatin her zaman bir bedenin olması gerekli değil, bir ruh olarak kenar semtlerde dolanması, tıpkı çanların havada süzülen seslerinin huzur ve barışı getirmesi gibi bir tür uyum oluşturması yeterli.”