Abdulaziz Tantik
TT

Anlamın varlığı…

Anlam, özü, oluşu, varlığı ve varlığın üzerine bina edilmiş ilişkiler ağını içeren ilkeler üzerinden elde edilmiş bakışın somut ve soyut özüdür. Özdür;  çünkü özü olmayanın anlamı da bulunamaz! Anlamın açığa çıkması için olan ile olması gereken arasındaki boşluğu dolduracak bir olumsallık olmalıdır. Anlam, olumsal olandır. Olumsallık, insanı ve içinde yer aldığı yaşam ve ilişkiler ağını salt kendisi açısından değil kendi cinsi kadar diğer varlıklar açısından da bir yerinin oluşunu belirleme ve betimleme kadar sürekli iyiye yönelik bir idraki de taşımasıdır. İyi ve kötünün varlığı müsellem; insan açısından bu kaçınılmaz bir olgudur. Anlam, iyiye yönelmeyi, iyiyi öne çıkarmayı, iyiye sahip çıkmayı, iyinin varlığının kaçınılmazlığını işaret eder…
Anlam, iyi ve olumsallık bu bağlamda birbirini besleyen özellikler olarak düşünülebilir. Bu kavramların seküler mantık ve bilgi dışında bir anlama havi olacakları da bedihidir. İyi kavramının seküler anlamını bir tarafa bırakarak iyi kavramının anlamını açıklığa kavuşturmak elzemdir. Seküler iyi, insana yararı olan; ister bireysel, ister toplumsal anlamda bir yararı söz konusu ise bu iyidir. O yüzden bir insan için veya toplum için iyi olan başka insan veya toplumlar için iyi olmama imtiyazını taşır. Bunu kimse de dert etmez!
Mutlak anlamda iyi ise, çıkarı aşan, istikameti belirleyen, insanlığın yönelimini belirleyen ve salt bir insan ve toplum için değil, insanlar ve var olan bütün varlıklar açısından bir barışın ikamesi babında ele alınmalıdır. Burada iyilik artık aşkınlığı içinde taşıyan bir boyut kazanır. Anlam, bu iyi olanı hayatın mihenk noktası kılan ve onun üzerine bina edilmiş bir yargıyı işaret eder. İyi kavramı aynı zamanda bir yargıyı da işaret eder. Yargı, bir şeyin ne olduğuna dair bakışın sınırları çizilmiş yapısıdır. Buradaki sınırların içeriği ise taşıdığı anlamın derinliği ile ölçülecektir. Anlam ise bir alt düzeyde iyiyi ifadeye kavuşturduğu kadar billurlaşır.
Bu noktada bir ölçme ve değerlendirme babında değer kavramının anlamını da izah etmekte yarar var: Değer; herhangi bir şeyi yekdiğerinden farkını belirlerken iyi ile olan ilişkisinin niteliğini de belirgin kılan bir özelliktir. Ama değeri indirgeyerek seküler kültürün kullanımı içinde anlamını devre dışı tutmadan bu özelliği açığa çıkarılamaz! Seküler kültürde değer, yararınıza olan ve size toplumsal statü kazandıracak olan her şeydir. Eşitlik vurgusuna rağmen seküler kültür değeri farklılıklar üzerine bina etmiştir. Bu çerçeve değer kavramının sığlaşmasına zemin oluşturmaktadır. Hâlbuki değer, seküler bakışın dışında kaldığında, mevcudun dışında kalan ve mevcudu aşarak mevcudun tümü için geçerlilik kazandığı aşkınlık zemininden beslenir. Fazilet kavramanın tam karşılığı aşkınlığı içinde taşıyan değer ancak verebilir.
Güzel kavramının anlam ile ilişkisi üzerine de durulmalıdır. Güzelliği değerli kılan şey anlamı içermesi ve taşımasıdır. Sanatsal faaliyetlerde anlamı taşıyan her sanat eseri ve yapılan eylemler güzellikle eş değer olarak idrak edilir. Güzelin aynı zamanda ulûhiyetin en temel özelliği ve sıfatı olarak kullanılması da ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur. İlahi her edim güzelliği içinde taşır. Bir anlama havidir ve bir doğru yargıyı beraberinde taşırken bir değer olarak öne çıkar. Anlamın açığa çıkışına yönelik en önemli amillerden biride doğru kavramıdır. Bu doğrunun özellikle ulûhiyet bağlamında açıklığa kavuştuğu zemin anlamın içeriğinin temellendirilmesini de beraberinde taşır. Doğru, bu çerçeve içinde vahiy tarafından belirlenmektedir. Uygulamada ise nebevi örneklik asıl alınır…
Anlam, bütün bu kavramların üst basamağını oluşturduğu gibi bazen de bu kavramların alt kavramı olarak da iş görür. Bu yüzden kullandığımız kavramların döngüsel bir zemine sahip olmaları, bizatihi aşkınlığı içinde taşımalarından beslenir. Aslında anlam, İlahi Kudretin Yaratıcı gücü ile başlayan yaratılışın aşamalarını içeren, Tanrısal olan ile yaratılmış varlık arasındaki ilişkiyi belirleyen ve yaratılmış varlığın amacını, hedefini ve ilişkiler ağındaki duruşunu temellendiren bir özü işaret eder. Bu yüzden anlam, aşkınlığı içinde anlamlı bir zemine sahip olur. Hakikat ile anlam arasındaki bağ, ikilinin birbirini besleyen boyutlarını da dikkate alarak yorumlanmalıdır. Hakikat, anlamın yaratılmış varlık nezdindeki belirginlik kazandığı zemini işaret eder. Gerçek ile hakikat arasında ise nitelik farkı vardır. Bu farkın açığa çıkarılmasında ise seküler kültürün katkısı tartışılmazdır. Gerçek, olan iken, hakikat, olanı belirleyen anlamın somutlaşmasını işaret eder. Hakikat kuşatılamaz iken, gerçek açıklanabilir olandır. Açıklanabilir olan ise sınırlı bir zemini işaret eder. Gerçek, vuku bulan bir şey ise bu vuku bulan şeyin niçin vuku bulduğu ile ilgilenmesi beklenmemektedir. O yüzden olan ile sınırlı bir gerçeklik, hem anlamı ve hem hakikati devre dışı tutmaktadır. Hâlbuki olan ile olması gereken arasındaki bağın niteliği bize hem hakikati ve hem de anlamı sunacaktır. Bu bağ koptuğu zaman ise artık kavramlar değişime uğramaya başlamaktadır. İşte hakikati gerçeğe indirgeyen seküler bakış, anlamı ve iyi ile doğruyu da olan ile sınırlandırmaktan kaçınmamıştır. ‘Benim için iyi olan başkası için iyi olmak zorunda değildir’ yargısı tipik seküler kültür yargısı ve olanla sınırlandırılmış bir bakışın içeriğini bize gösterir. Bu yaklaşımın anlamı doğru bir zeminde anlamlandırması, değeri, aşkın bir karakter olarak betimlemesi beklenmemelidir.
Tanrısal olan, varlığın yaratılışında birincil amil iken, onun hedefini ve amacını belirlemeyi de içerir. Vahiy bu içeriği betimleyen bir ilahi inayettir. Anlam, bu ilahi inayet vesilesi ile neliğini bize açıklar. Çünkü ulûhiyet, yarattığı bütün varlık ile eşit ve adil bir ilişki kurar. Bu soyut eşitlik meselesi anlaşılmadan anlam meselesi de anlaşılır hale gelmez! Yani anlam, kişisel bir tutum olarak öne çıkartılamaz, toplumsal bir zemin olarak da kurulamaz, kişisel ve toplumsal zemini içinde taşıdığı gibi varlığın bütün katmanlarının da içinde yer aldığı yaşam düzlemindeki neden’i ve niçin’i aldığı gibi bununla sınırla kalmadan yaşamın gizlerini, yeni yaşam alanlarını ve Yaratıcı ile yaratılmış varlığın ilişkiler ağını da betimleyen bir özün varlığıdır. O da bir varlıktır. Var olmanın koşullarını taşır. Anlamsızlık gibi bir kavrama ulaşan insan zihni, anlamı yok edebiliyor. Bu da bize anlamın bir varlığa sahip olduğu ve onunla ilişki kurulacağı zaman onun var olma biçimini de dikkate alarak kurmamız gerektiğini ihtar eder.
İster Platon gibi buna idea diyelim, ister varlığın anlamını genişleterek buna varlık diyelim, aynı kapıya çıkar. Ama şu temel bir gerçektir ki anlam, iyilik, doğru, güzel ve değer gibi aşkın kavramlar kendi anlam dünyaları içinde betimlendiği zaman insana rehberlik edecektir. Bu yüzden ilahi inayet insana, rehberlik için iki temel unsuru vermiştir: Kitap ve Nebi/Resul…
Gündelik hayatta bile salt gerçeğin sıkıcı boyutu içinde kaldığımızda bizi bir sıkıntı basar. Daralırız, kabımıza sığmaz oluruz. Bu geçici durumdan kurtulmanın yolu; gerçeğin kendisinin dışına çıkacak bir yol, yordam ve yöntem ile buluştuğumuzda meydana çıkar. İşte bu insanı rahatlatır, serinletir, gevşetir ve daha sağlıklı bir düşünmeye ve psikolojiye yöneltir.
Bu şu demek değildir, gerçeğin insanın anlam dünyasında bir karşılığı yoktur. Bilakis, gerçeğin niteliğini ve oluş nedenini kavradığımızda neyin doğru olabileceği konusunda bir zihni berraklığa sahip oluruz. Yani salt gerçeğin kendisinde kalarak, olanla sınırlı bir zeminde durarak sorunu çözen bir durum oluşturulamamıştır. Tarih bunun örneğini bolca bize verir. Materyalist, doğacı bütün felsefi çalışmalar anlamı sunamamıştır. İnsanın daha ahlaki bir zemine sıçramasına neden olamamıştır. Seküler kültürde de benzer bir durumu bizatihi yaşamaktayız. Modern kültür bir değer ve anlam inşa edemediği gibi bir ahlak zemini de kuramamıştır. Hukuki zemini kurmakla birlikte ahlaki zemini ise berhava etmiştir. Hukuk ve ahlak arasındaki ilişkinin niteliğini tam olarak düşünmeden hukuku da bir ahlaki zemin olarak düşünmek modern epistemik bilginin tasallutunda olduğumuzu gösterir sadece…
Hukuka uygun davranmak her zaman ahlaki bir zemine yaslanmaz, ahlaki bir zemine yaslanmakta her zaman mer’i hukuka yaslanmayı zorunlu kılmaz…
Buraya kadar yazdığımız şeylerden hareketle şunu söylemek durumundayız; anlam, değer, ahlak, güzel, doğru, yargı gibi temel kavramsallaştırmalar, insan zihninin aşkınlıkla kurduğu bağ üzerinden anlamlı bir vasata sahip olabilir. İster tümden gelim, ister tüme varım üzerinden yürüyün, beşeri aklın tam olarak anlamı ve hakikati kuşatıcı bir pozisyonu üretebilmesi mümkün görünmemektedir. Aşkınlığın insan aklını ve zihnini aşan boyutunu, sürekli yaşanan tecrübeleri ve özellikle de ilahi inayet ile gönderilmiş bilgi ve örnekliği hesaba katmayan her yaklaşım sorunlu bir zemine yaslanacaktır. Bugüne kadar ilahi vahiy olmadan ortaya konan düşüncelerin bütün insanlığı kuşatan bir ahlaki zemini kurması görülmemiştir. Çok mahallî bir zeminde bile karşılık bulduğu savı tartışmalı haldedir. Buna rağmen, ilahi din, her zemin ve zamanda insanlar nezdinde bir karşılık bulduğunda selam yurdunu inşa etme bakımından insana yol gösterici olmuştur. Gerçek bir mümin ile gerçek bir din dışında kalan ateist, deist gibi yaklaşımları inanç olarak kabul eden kişileri mukayese yapmak yeterli fikri verecektir. Ama burada adı müslüman olan veya müslüman olduğu halde, dindar olduğu halde dinin emir ve nehiylerine rağmen yanlış, günah işleyen kişilerin yaptığını mukayese yapmak düşünce adabına ve edebine uygun düşmez…

Anlamın yerli yerinde anlamını bulması için gerekli olan şey onun aşkınlığını idrak edebilmek ve bu idrak üzerinden varlığın anlamını anlamaya çalışmaktır. Bu idrak bize ilişkiler ağını neyin üzerine bina edebileceğimizi de öğretir. Bu öğreti aynı zamanda bütün bir varlık zemininde selam yurdunu inşa etmemize vesile olur. Yeter ki salt ve samimi bir şekilde anlama yönelelim, aşkınlıkla sahih ve sahici bir bağ kuralım, bize gönderilmiş bilgi ve örnekliği ciddiye alalım ve bize ulûhiyet bağlamında verili olarak sunulmuş kulluk sorumluluğumuzu yerine getirirken anlamı içselleştirerek iyiye, güzele, doğruya ve hakikate yönelelim…
Gerisi ilahi inayet tarafından tamamlanacaktır.