Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Barış ihtiyacı ve katkı imkânı

Soğuk Savaş (1950-1990) esnasında kalıcı veya geçici krizlerin türü ne olursa olsun, iki kutup gizli veya açıktan bir araya geldi, uluslararası birlikte yaşam çerçevesinde nükleer tehlikeyi önleyen bir anlaşmaya varıldığında Güvenlik Konseyi toplandı; yatıştırma, erteleme, çareler ve çözümler söz konusuydu. Soğuk Savaş bittikten sonraki Amerikan egemenliği döneminde (1990-2008) ABD, savaşla bile olsa kendi bakış açısını dayatıyordu. ABD terör saldırısına maruz kaldığında (2001) Amerika’nın güvenliğini tehdit eden şey dünyanın güvenliğini tehdit etmiştir diyerek onbeş yıl boyunca dünyayı peşinden sürükledi. Korona salgını krizi patlak verdiğinde gördük ki ne Soğuk Savaşın “birlikte yaşam” çerçevesindeki ne de Amerikan egemenliği çerçevesindeki çözümler mevcut.   
Yaklaşık 3 yıl boyunca BM Genel Sekreteri ve Dünya Sağlık Örgütü’nden yardım çağrıları dışında bir şey duymadık. Bu çağrılar, bu sefer Çin’in de aralarında yer aldığı büyük devletlerden salgınla mücadelede dayanışmayı ve güçlülerin salgınla mücadelede yardım etmek üzere yoksullara yönelmelerini talep ediyordu. Sağanak yağışlar ve seller karşısında da aynı çağrılar yapıldı, yapılıyor, ama cevaplar, Korona salgınında da olduğu gibi zayıf ve seçici oldu. Rusya Federasyonu, Ukrayna’ya karşı savaş açınca her şey alt üst oldu. Çınlayan haykırış, dünyanın, BM’nin güç yetiremediği ve mevcut durumuyla Güvenlik Konseyi’nin sonuçlarıyla baş edemediği bir siyasi yönetim ihtiyacı halini aldı.
Uzun bir süre önce, Soğuk Savaş ve gerçekleri herkesin ağzındayken, orta düzeydeki devletler Güvenlik Konseyi’nin küresel karar üzerindeki tekelinden acı bir şekilde şikâyet ediyor ve çareyi, 4 veya 5 yeni ülkeye daimî üyelik ve veto hakkı vererek Güvenlik Konseyi’ni genişletmek ya da tam tersi veto hakkının genişletilip kaldırılarak kararı çoğunlukla almakta buldular. Böylece karar alınmasını engelleyen bir kutuplaşma olmazdı. Elbette bunların hiçbiri olmadı; Ukrayna’daki savaşla birlikte Güvenlik Konseyi toplantılarının da artık belirgin bir siyasi anlamı kalmadı.
Bu korkunç dengesizlik neden oldu ve küçük ve orta düzeydeki ülkeler için savaşlar büyük ülkelerden bu kadar daha kolay hale geldi? Belki de büyük güçler savaşırken hızlı ve ezici bir zafer istedikleri içindir.
Rusya, hızlı bir zafer gerçekleştirebileceğini düşündü ve bu yüzden oradaki hükümetin düşmesini veya ordunun parçalanmasını umarak Ukrayna’nın başkenti Kiev’e doğrudan saldırdı. Umduğu gibi olmayınca Rusya geri adım attı ve tarihî mülklerinden biri diye sadece topraklarıyla birlikte Donbass'ı ele geçirmek istediğini söyledi! Böylece savaş, Ruslar topraklarının bir kısmından da olsa çekilmeden yangını durduramayan Ukrayna için bir kan kaybı haline geldi. Bu detay, tarafların güçleri ne kadar farklı olursa olsun artık ezici bir zaferin elde edildiği savaşların kalmadığı sonucuna varmayı hedeflemektedir. Bu nedenle, Rusya’nın savaş gerekçeleri tartışılmadan güya ne kurdu öldürecek ne de koyunu telef edecek arabuluculuklar olması umuluyordu! Ama böyle olmadı zira Çin bu anlamda bir müdahale istemiyor. Aracılık etmeye alışmış olan diğerleri ise zaten savaşın tarafları!
Bu savaştan alınacak ilk ders öngörülebilir gelecekte ne galip ne mağlubun olduğu ise ikinci ders de gerçekler korkunç olsa da savaşların sonuçlarının gerçeklerden daha korkunç olduğudur. Bu kıyaslamadan hoşlanmayıp somut gösterge isteyenler Vietnam, Afganistan ve Irak savaşlarına baksın. Kendini galip sayan tarafın işin sonunda mağlup hale geldiğinden kimse şüphe duymasın. İki tarafın da kan kaybetmesine ek olarak iç veya bölgesel sıkıntılara yol açan bitkinlik de meydana geliyor.
Dünyanın siyasi yönetimi (şu anda askıya alınan Güvenlik Konseyi aracılığıyla bile olsa), başka şeylerin yanı sıra şu iki kaderden kaçınmak demek: zafer elde edememe ve savaş için harcama yapmayı sürdürememedir.
Rusya-Ukrayna savaşı hakkında sözü uzattık çünkü şu an dünya için en tehlikeli savaş bu. Ancak çifte çaresizlik hakkında söylediklerimiz tüm savaşlar için geçerlidir. Tüm dünyanın kendisiyle savaştığı DEAŞ’ın Musul’da kalmadığı doğru ama tecrit ve gözaltı kamplarında patlayan bombalarının yanı sıra orada burada saldırılar düzenlemeye devam ediyor. Aradaki fark, diğer birçok milis gibi DEAŞ’ın da devlet dışı oluşumlardan biri olmasıdır. Biz devletler arasındaki çatışmalardan bahsediyoruz. Örgüt tam olarak bitirilemiyor veya güç zoruyla ortadan kaldırılamıyorken, uluslararası sistemin bir parçası olan ve ortadan kaldırılması veya bilfiil başka savaşların çıkarılması mümkün olmayan devletler hakkında ne diyebiliriz?
Dünyanın siyasi yönetimi fikrinin uğrunda mücadele eden ve sorumluluk üstlenen öncüleri bulunmalı ve bir yandan tarafsızlığı, diğer yandan savaşın taraflarını etkileme gücünden ötürü güvenilirliği olmalı. Böyle beş altı ülke var. Bu noktada yaklaşık onbeş yıl varlık ve etki gösterebilen Bağlantısızlar Cephesi hatırımıza geliyor. Ancak iki zorba o zaman bu cepheyi görmezden geldi veya ona karşı direndi, bu yüzden etki şöyle dursun, cephe olarak bile kalamadı.   
Bu fikri öne sürenler şimdi bir yandan Güvenlik Konseyi ile muhtemel ilişkiler, diğer yandan bu girişimin veya daha önceki girişimlerin başarısızlığı açısından kendi aralarında anlaşmazlıklar yaşıyor. En bilinen örnek şu an depremzede olan Erdoğan Türkiye’sidir. Türkiye önce yüksekten uçmuş, sonra projesini dünyaya gıda ihraç etmede arabuluculukla sınırlandırmıştır. Erdoğan’ın, tecrübeleri ile tanınan Hindistan, Brezilya, Kanada ve Arap ülkeleri gibi muteber ülkelerden arkadaşları olsaydı, acil durumlar ve yerel olmayan krizler için bir görev gücü oluşturabilir ve arabuluculuğun güçlendiği bu atmosferde başarısı sınanabilirdi. Bu ülkeler neye sahip? Bu ülkeler diğer krizlerde denenmiş bir etkiye sahip ve özellikle Avrupa ülkeleri arasında tek başına hareket edemeyen taraflar bu ülkelerin yardımına başvurabiliyor. Çin bile Rusya’yı etkilemek için bu ülkelerden yardım isteyebilir. Bu ülkelerin Rusya ve Ukrayna ile iyi ilişkileri var. İlgili ülkeler elbette dünyanın siyasi yönetimini ellerinde bulundurmuyor ama büyük güçlerin ya da birkaçının yapması gerekenleri yapıyorlar.
Böyle durumlarda istenen, barış ve adalettir. Ancak bunların yaklaşımı görevi imkânsız kılıyor. Önce iki tarafta da ateşkese odaklanmak gerek. Sonra güçlerin yeniden düzenlenmesi, limanlardaki kuşatmanın kaldırılması, kısmi geri çekilmeler karşılığında Rusya’ya yönelik bazı abluka hükümlerinin dondurulması için aracılık edilmesi ve Minsk Anlaşmasının bazı maddelerinin yeniden canlandırılıp canlandırılamayacağının düşünülmesi konusunda müzakere etmek için iki tarafı bir araya getirmek için çalışılır.
Taktiksel olan veya olmayan nükleer tehdit söz konusu olsa da bunun kullanımı mümkün ve makul değil. Ne Rusya ne de başkası bunu kaldıramaz. Sonra en büyük prestij ihlalini barındıran bu tehdidi Rus rejimi de karşılayamaz.
Ne uluslararası sistem ne de dünya güvenliği artık Rusya-Ukrayna savaşının devamını kaldırabilir. Hiç şüphe yok ki bu fikir, yaşlı Henry Kissinger de dahil olmak üzere pek çoğunun aklına gelmiştir. Şu ana kadar görünen o ki arabuluculuğa yönelik engeller sadece Rusya’dan değil, ABD’den de geliyor. Ancak iki tarafı da yoran bir bekleyişe bel bağlamak, sorumsuzca ve insanlık dışıdır.