Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından, 1990'ların başında devletlerin ve toplumların hareketinin "bütünleşme" (integration) ve "çözülme" (disintegration) arasında gidip geldiğine ilişkin genel yasayı formüle eden isim James Rosenow'du. Avrupa modeli, tarih boyunca birbiriyle savaşan halklar, kabileler, uluslar ve devletler arasındaki bütünleşme ve entegrasyonun tanığıydı. Sovyetler Birliği'nin, Yugoslavya'nın ve diğerlerinin dağılması, toplumdaki ve devletteki çeşitliliği ve çoğulculuğu yönetememenin bir kanıtıydı. Ancak bu dağılmalardan yaklaşık 30 yıl sonra ve Francis Fukayama'nın “tarihin sonunu” ve kapitalist liberalizmin dünya üzerindeki üstünlüğünü deklare etmesinin ardından geçen aynı dönemden sonra, mesele şimdi her zamankinden daha karmaşık görünüyor. İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden çıkışı, beklenmedik bir dağılma aşamasını başlattı. Eski ABD başkanı Donald Trump'ın Atlantik'teki müttefikleriyle Washington arasında yarattığı boşluk ve ardından ABD'nin Ortadoğu'dan çekilmesi, tüm bunlar, temel direklerinden biri Ukrayna savaşı- krizi olan dünya düzeninin yeniden gözden geçirilmesi için uygun bir zemin ortaya çıkardı.
Arap dünyasında 1950’li yıllardan itibaren milliyetçi siyasal düşünce ekolü, “Arap anavatanı” ile ilişkinin gerektirdiği bağların, özellikle de "milli-vatansever" çıkarlarla bağlantılı olanların, bağımsız Arap ülkelerinde tüm ulusal boyutlardan daha ağır basması gerektiği üzerine kuruluydu. Bu zor olduğu için milliyetçi ekol, dil, kültür, "ortak" tarih ve ortak çıkarlarla ilgilenmek dahil olmak üzere "milliyetçi" bağları destekleme eğiliminde oldu.
Bu ekolde ortak "risk" vurgusu günlük bir uygulama haline geldi. Çeşitli “düşmanların” Arap ümmetini dağıtıp parçalama çabaları bu tehlikelerin başında geliyordu. Dolayısıyla “milliyetçi” düşüncenin Arap ülkeleri arasında ayrım yapma fikrini tamamen reddetmesi, her kesimden coşkulu milliyetçiler mezun eden siyasi yetiştirme mekanizmalarının oluşturulması tesadüf değildi.
Sonuç, Amerikalı siyaset bilimci Malcolm Kerr'in deyimiyle; ABD ve Batı'daki müttefikleri ile Sovyetler Birliği ve Doğu'daki destekçileri arasındaki küresel Soğuk Savaş'ın bir yansıması olan Arap Soğuk Savaşı oldu. Böyle bir savaşta medya, başta Arap-İsrail çatışması olmak üzere çeşitli konularda abartı ve tezatlar yoluyla Arapları birbirine bağlayan her şeyin yıkılmasında etkili bir rol oynadı. Arap başkentlerinin radyoları ve basını, diğer ülkelerdeki Arap elitlerin vatanseverliğini ve milliyetçiliğini yargılamakta yarıştı. Haziran 1967 yenilgisi ve ardından 1973 Ekim zaferi gerçekleştiğinde, bazı dayanışma biçimlerinin gölgesinde kalan bir ateşkes gerçekleşti. Ancak durum çok geçmeden Mısır-İsrail barış anlaşmasından sonra başka bir bölünme ve medya savaşına evrildi. Vatanseverlik hakkında yargılama yarışının acımasızlığı Arap Birliği’nin merkezi Kahire'den taşındığında doruğa ulaştı. O dönemde Irak İran ile savaşa girişmişti ve 8 yıllık savaşın ardından gelen "Irak zaferi" Kuveyt'in işgaliyle sonuçlanmıştı.
Hikayenin bundan sonrası iyi biliniyor çünkü milliyetçilik çekişmesi sona erdi ve küreselleşme, teknolojik gelişme ile daha da karmaşık hale gelen koşullara göre yakınlaşıp uzaklaşan ikili ilişki biçimleri galip geldi. Ancak en büyük şok, 21’inci yüzyılın ilk on yılından sonra “Arap Baharı” denilen olayla yaşandı. Arap Baharı iki noktaya dayanan büyük bir şok oluşturdu. Birincisi, önceki ulusal sistemlerin eskisi gibi devam edemeyeceği, gelişmiş ülkeleri ve dünyayı yakalamak için ileriye götürecek başka bir projeye acilen ihtiyaç duyulduğuydu. İkincisi, Arap bölgesi bir dizi şiddet, terör, iç savaş ve iç gerilimle kendi içinde patladığından ve tüm bunlar, bölgesel güçlerin nüfuz etmesine, saldırmasına ve patlatmasına izin verdiğinden bu son projeye giden yol kolay değildi. İran'ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen üzerindeki hegemonyası meselesi bu açıdan çok iyi biliniyor. İsrail yerleşim yerleri planlarının hızlandığı ve İsrail hükümetlerinin iki devletli çözümü, Oslo Anlaşmalarını ve “toprak karşılığında barışı” uygulamayı reddettiklerini açıklayacak kadar değiştikleri, bugün “barış için barış” kuralının hüküm sürdüğü İsrail meselesi de iyi biliniyor. Ancak Arap devletleri de bu sürede durağan değillerdi. Yaklaşık olarak 2015 yılında Arap reform hareketleri, Müslüman Kardeşler ve ona bağlı terör örgütlerinin gücünün üstesinden gelerek, modern bir devlet inşasını önceliklerinin başına yerleştirdiler. Söz konusu devletin görevlerinden biri Hidiv İsmail'in bahsettiği gibi Mısır'ın “Avrupa'nın bir parçası” olması değil, reformist Arap bölgesinden “yeni bir Avrupa” çıkarmaktı. Bu reformun ana fikri şu; eğer Avrupa Kıtası modern çağa öncülük ettiyse ve Asya Kıtası, Amerikan başkanlarının yöneldikleri ve onun için çabaladıkları hedef olduğunu deklare etmelerini sağlayacak kadar çağdaş tarihte bir öncü haline geldiyse, Arap dünyası neden dünyadaki yeni ilerleme için bir üs olmasın?
Dolayısıyla böyle bir fikir, öncelikle ulus-devleti, devletin topraklarına kalkınma ile nüfuz etmeyi, güvenlik, pazar ve modern fikirlerdeki ortak çıkarlar arasında bölgesel iş birliğini benimsemeyi temel alan derin reforma dayanıyor. İkincisi, her ülkenin kendi koşullarına göre yapabileceğini yaptığı, aklı başında ve akılcı bölgesel ve uluslararası yaklaşımları temel alıyor. Ancak 1960’larda hakim olan milliyetçilik fikrini etkileyen ve meydana gelen felaketler, trajedilerle sonuçlanan kendi kendini tüketmeye karşı büyük fikirler, her zaman kendilerini güçlendirmeli ve korumalılar. Arap reformu fikirlerini baltalamak isteyen bölgesel güçler ve büyük kıtalararası örgütler olduğu, Arap ülkeleri arasında rekabet yaratarak nifak tohumları ekmek için modern teknolojileri, sosyal medya araçlarını, çeşitli bayağı kişileri ve medyayı kullanan stratejiler belirledikleri kanıtlanmış durumda.
Bu noktadaki değerlendirme ve tahminlerimiz, mevcut Arap liderlerin bu tuzağa düşmeyecekleri, karmaşık uluslararası ve bölgesel koşullar ışığında bizatihi reform süreçlerinin pürüzsüz olmadığının ayrımında olduklarıdır. Zira söz konusu koşullar sadece enerji ve gıda krizleri yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda Arap nesillerinin daha önce bilmediği yeni fırsatlar da yaratıyor. Hem de yalnızca Arap bölgesinin enginliğini ve genişliğini, tarım, sanayi ve hizmetlerde genişleme kabiliyetini değil, aynı zamanda bundan daha fazlası, yani ulus-devletin çıkarları temelinde iş birliği ve katılımı sağlayabilme yeteneklerini fark ettikleri için öncekinden daha geniş fırsatlar sunuyorlar. Ulusal eğilimin bir bölümünün “kibir” ve eşsizlik duygusuna dayanması anlaşılır, ancak son aylarda Arap halkları bize herhangi bir Arap ülkesindeki bir başarının tüm Arap ülkeleri için de bir başarı olarak görüldüğünü öğretti. Bu durum, Doha'da düzenlenen FIFA Dünya Kupası sırasında ve Faslı bir arkadaşıma Rabat'taki Dünya Kulüpler Kupası'na katılan Mısır kulübü el-Ehli'yi desteklediği için teşekkür ettiğimde güçlü bir şekilde ortaya çıktı. Arkadaşımın cevabı şu oldu: Dünya Kupası sırasında Arap kitlelerinin Fas takımını destekleyen tutumunu unutabilir miyiz?
TT
Başka bir Arap başarısızlığı yaşanmasın diye!
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة