Sam Mensa
TT

ABD'nin Esed rejimine yönelik yaptırım kararının ön okuması

Suriye rejimi, 50 yılı aşkın uzun tarihi boyunca, kendi lehine kullanmak ve sürekliliğini desteklemek için her ne olursa olsun, hiçbir fırsatı kaçırmadı ve kader bu kez Türkiye ve Suriye'yi vuran, on binlerce can alan depremin fırsat olmasını istedi. Zavallı Suriyeli kurbanların ölümü ve çoğu Suriye'nin kuzeyinde ve kontrolü dışındaki bölgelerin başına gelen büyük yıkım, ona göre sanki bir can simidi. Esed, ülkesine yapılan insani yardımları bir yandan yaptırımlardan kurtulmak, diğer yandan izole edilmiş rejimini bundan kurtarmak ve aynı zamanda muhaliflerini cezalandırmak için ihtiyaç duyduğu fırsat olarak görüyor. Esed, ABD'nin Suriye içinden yapılan ve Suriye’ye yapılan para transferi yasağını 6 aylık bir süre için dondurma kararını, ABD Hazine Bakanlığı Yabancı Varlıklar Kontrol Ofisi'ne deprem felaketi sonrasında Suriye’ye insani yardım ulaştırılmasına ilişkin işlemlere izin veren genel bir ruhsat verilmesini, yaptırımların tamamen kaldırılması olarak tasvir ediyor. Ama yaptırımlar zaten insani yardım konusunda bazı istisnalar içerirken, böyle bir felaketin dehşeti ve sonuçlarından sonra bu istisnaların uygulanması yerinde değil mi?!
ABD Hazine Bakanı Yardımcısı Adewale Adeyemo'nun açıklaması açık ve netti. “ABD'nin Suriye'ye yönelik yaptırımları, Suriyelilerin hayatlarını kurtarma çabalarını engellemeyecek" dedi. "Yaptırımlar daha önce de ABD, BM ve sivil toplum kuruluşları tarafından insani yardım sağlanmasına ilişkin bir dizi istisnayı içeriyordu" diye belirtti. Bu ruhsatın Suriye menşeli petrol veya petrol ürünlerinin ithalatını ve Suriye'ye yönelik yaptırım sistemi kapsamındaki herhangi bir kişiye yönelik işlemleri içermediğini vurguladı. Ama Adeyemo'nun sözleri muğlaklığı çözmedi ve ABD’nin bu icraatı, Esed'in, yaptırımların genel ve özellikle de depremin etkileriyle bağlantılı yardım çabalarını engellediğine dair temelde yanlış olan anlatısını desteklemesine yardımcı olabilir. Oysa yaptırımlar aslında Caesar Yasası ile birlikte onu halkına karşı devam eden savaşını durdurmaya zorlamayı amaçlıyor ve ‘Suriyelilere yapılan insani yardımı hedef almadığını veya kuzeydoğu Suriye'de istikrarı sağlama çabalarını engellemediğini’ belirtiyor.
Washington'un diğer ülkeler gibi yardımların depremzedelere ulaşmasını engellemeyeceğine şüphe yok ama Esed, ABD'nin bu icraatını kendisi için bir zafer olarak yorumlamaya çalışıyor. Felaketten sonra uluslararası kamuoyunu kendi lehine çevirmek, ‘afet diplomasisi’ denen şeyle uluslararası izolasyonundan kurtulmaya çalışmak için Suriye'ye açılan bu uluslararası sempati penceresi fırsatını boşa harcamayacak. Bazı Arap liderlerin yardım sağlamak için onunla temasa geçmesinin ardından, depremin yarattığı ivmeyi Arap evine geri dönmek için bir fırsat olarak kullanacak.
Suriye'nin felaketine gösterilen doğal sempati, rejimle ilişkilerin yeniden kurulmasına ve uluslararası izolasyonunu kırmasına yol açabilir mi? ABD’nin icraatı, Washington'un Suriye politikasında bir değişikliğin gerçek bir göstergesi mi? ABD Başkanı Joe Biden'ın görev süresinin kalan yarısının ABD politikalarında radikal bir değişikliğe olanak tanıyacağını gösteren hiçbir şey yok, özellikle de Washington'un Suriye dosyasından daha çok ilgilenmesi gereken birçok dosya varken. ABD'nin Suriye’ye yönelik hiçbir zaman özel bir politikası olmadığını kendisine daha ziyade değişen İsrail, Sovyet-Rus ya da İran merceğinden baktığını söylersek abartmış olmayız. İsrail merceği iki ülke arasında bir buluşma noktası iken, ikinci ve üçüncüsü ihtilaf noktalarıydı.
İsrail açısından, eski başkan Hafız Esed, Washington'a çeşitli hizmetler sağladı ve bunların en önemlileri, Suriye ile İsrail arasındaki Golan cephesinde şüpheli sessizliğin ölümünden sonra bile devam etmesi, gölgesinin mezarda bile onu korumayı sürdürmesi. 1976'da görünürde iç savaşı durdurmak ama alttan alta FKÖ’yü (Filistin Kurtuluş Örgütü) dizginlemek amacıyla Lübnan'a doğrudan müdahale etmesi. Bunun sonucunda 1982'deki İsrail işgalinin ardından FKÖ’nün Beyrut'tan tamamen çekilmesi, Aralık 1983'te de Suriye ordusunun Yaser Arafat'ı Trablus'tan çıkarması.
Sovyetler açısından, Esed'in 1980'de Washington ile arasındaki soğuk savaşın ve 1978'de Camp David Anlaşması'nı imzalamasının ardından Suriye’nin Mısır'ın Arap dünyasındaki konumunu devralmasının gölgesinde, Sovyetler Birliği ile Dostluk ve İşbirliği Antlaşması'nı imzalamasının Suriye-Amerikan ilişkilerini bozduğuna şüphe yok. Keza Suriye rejimini Amerikan radarına soktuğuna da. 2011'de Suriye savaşının patlak vermesi, Rusya'ya Ortadoğu'ya dönme ve 2015'te rejimi korumak için müdahale ettiğinde de uluslararası sahnede kendisini büyük bir güç olarak gösterme fırsatı verdi.
İran açısından Suriye, Tahran'ın genel olarak bölgede ve özel olarak Lübnan'daki varlığını kökleştirmesini sağlayan köprüyü oluşturdu. 2011'de Suriye devrimi patlak verdiğinde, Washington yaşanan vahşete göz yumdu. O dönem dışişleri bakanı Hillary Clinton, Beşşar Esed'i İran'dan uzaklaştırmak arzusuyla onu bir reformcu olarak tanımlamıştı. Sadece bu da değil, Washington, ancak Paris ve Londra'nın baskılarının ardından Güvenlik Konseyi'nin müdahale etmesine izin vermişti.
Şam ve Washington ilişkilerinin seyrinin karakteristik özelliği, en azından 1990'lardan bu yana pasif soğukluktur. Ne baba Esed’in Amerikalılarla olan bağlarını ne de onların Esed ile bağlarını kesmedikleri biliniyor. Bununla birlikte, özellikle onun ölümünden sonra devam eden İran nüfuzu, sahneyi ABD'nin Suriye'ye yönelik ilgisinde gözle görülür bir gerileme yönünde hareket ettirdi. Kaldı ki Washington'un bu isteksizliğinin de bir politika olduğunu varsaymazsak, Suriye'ye ilgisi zaten bahsettiğimiz 3 merceğin dışında canlı değildi ve bu ülkeye yönelik net ve belirli bir politikası olmamaya devam etti.
ABD’nin bu muğlak hayırlarını şu şekilde özetleyebiliriz;
Birincisi, ABD İslamcı bir yönetime hayır diyor. İslamcılarla neyi kastettiği konusunda karışıklık olsa da, genellikle dini ideolojik karaktere sahip hiçbir yönetimi desteklemiyor. İkincisi, Irak ve Afganistan'daki DEAŞ ve Taliban hayaleti hâlâ onu endişelendirirken Suriye’nin bir terör yuvasına dönüşmesini istemiyor. Bu noktada Washington’un terör ile Sünni grupların terörünü mü yoksa bazı DEAŞ ve El-Kaide gruplarını da içeren İran'ın desteklediği terörü mü kastettiği muğlak. Üçüncüsü, ABD, Şam'da İsrail'e karşı radikal, milliyetçi, katı bir rejimin varlığına da hayır diyor.
Suriye'deki savaş boyunca Amerikan politikası bu hayırlardan sapmadı. Ne İran ile nükleer anlaşma imzalamaya kafayı takan Barack Obama döneminde, ne de görev süresinin başında ve Ukrayna'daki savaş, Moskova'ya insansız hava araçları temin etmesinden sonra İran ve onun rollerine yönelik gözlerindeki bağın kalkmasına katkıda bulunmadan önce, aynı takıntıyı miras alan Biden döneminde bunlardan sapmadı. Keza Suriye savaşının seyrinde etkili bir değişikliğe yol açmayan ses bombalarıyla Donald Trump döneminde de. Washington, Tahran ile Beyrut arasındaki kara köprüsünü kesmek gibi açık bir amaçla Fırat'ın doğusuna yerleşmeye karar verdiğinde de bu bağlamdan sapmadı. Burada kara köprüsüyle kastedilen sadece bir kara yolu değil, İran-Irak sınırındaki Diyala'dan Suriye'de Deyrizor, Halep ve Lazkiye'ye uzanan ve nihayet Akdeniz kıyısındaki Beyrut ve İsrail sınırına ulaşan bir coğrafi-demografik alandır. ABD buraya yerleştiğinde amacı halen olduğu gibi İran ile mücadeleden başka bir şey değildi ve Suriye’nin bizatihi kendisi onun ilgi alanı içinde yer almıyordu.
Bugün değişen şey, özellikle bu yönetimle birlikte ABD'nin, Suriye'deki rejime hoşgörülü davranmasının ve 12 yılı aşkın süredir Suriye halkının çektiği acıların boyutlarını görmezden gelmesinin mümkün olmamasıdır. Siyasette oportünizm meşrudur ve Esed'in yaptığı da bu, ancak ABD'nin son icraatı, Washington’un bu bölgenin ve dünyanın sorunlarına ve ikilemlerine yaklaşımındaki bir fasıladan başka bir şey değil. Kesin olan ise, ABD'nin Suriye'ye insani yardıma ilişkin son icraatının sonuçlarını, özellikle rejimin izolasyonunu bitirme noktasına kadar genişletmemek gerektiğidir, çünkü dünya, Suriye'deki yıkımın savaştan değil, yalnızca doğadan kaynaklandığına ikna olmayacak!