Vahdettin İnce
Yazar
TT

Sağlam bir sığınağın yoksa depremin şiddeti daha ağır hissedilir

İnsanlar farklı düşüncelere, inançlara sahip olabilirler. Olmalılar da. Herkesin aynı düşündüğü, aynı inanca sahip olduğu bir dünya çekilmez olur herhalde. Nitekim doğayı güzelleştiren de çeşitliliğidir. Doğanın bir parçası olan insan da renkliliği, çeşitliliği, farklılığı ile güzeldir. Fakat herkesin aynı düşünceye, aynı inanca sahip olmasını, daha doğrusu herkesin kendileri gibi düşünüp inanmasını isteyen çok kesimler var. Bir heyula gibi dolaştırılan, insanların adeta gözüne sokulan algının aksine bu kesimler dindar değil seküler kesimlerdir. Dinde, özellikle İslam dininde farklı düşüncelere, farklı inançlara sahip olmak sadece önerilmez, bunun değişmez bir tabiat kanunu olduğu da vurgulanır. Kur’an’da çok istese bile herkesi hidayete ulaştıramayacağı mesajı veriliyor Hz. Peygambere. Ne yazık ki bu hakikatin tam tersi bir algı hüküm sürüyor bütün dünyada, özellikle Türkiye’de. Ama öyle korkunç bir propaganda yürütülüyor ki bilmesek biz bile inanacağız Müslümanların böyle olduklarına. Oysa bunun tam tersi söz konusu. Müslümanlara nefes aldırmayan korkunç bir baskı ortamı var.
Bütün dünyada, herhangi bir hadise karşısında Müslümanların düşüncelerini, duygularını ifade etmek üzere ağızlarını açmalarına bile izin verilmeyen korkunç bir atmosfer hakim. Yeni de değil. Onlarca yıldır bu böyledir. Özellikle uğursuz 11 Eylül hadiselerinden sonra küresel çapta Müslümanları baskı altına alma, susturma amaçlı bir süreç yürütülmektedir. Müslümanların genel olarak kendilerini suçlu gibi hissetmeleri için her gün yeni bir gerekçe üretilmektedir ve bu boğucu, meşum hava da bugünden yarına dağılacak gibi görünmüyor.
Bunun etkisiyle olsa gerektir ki birçok insan sırf bu baskıdan kurtulmak için şu veya bu şekilde İslam ile aralarına mesafe koyduklarını belirtme gereğini duyuyorlar. Öyle böyle değil, düpedüz belli bir plan dahilinde yürütülen ve arkasında büyük bir aklın bulunduğu anlaşılan bir süreçtir bu. Her türlü teknolojiye, imkana, paraya, güce sahip bu odakların bunaltıcı baskıları karşısında dayanmak elbette zordur. Bu yüzden insanların kendilerini gizlemeleri, İslami şiarları açıktan göstermemeleri böylesi olağanüstü süreçlerde dinin de tavsiyesidir. Tarihte birçok dönemde bunun pratikteki örneklerini okuyabiliyoruz kaynaklarda. Endülüs bozgununda, Haçlı istilalarında, Moğol saldırılarında ve daha nice süreçlerde böyle oldu. Çapları alabildiğine geniş olmalarına rağmen saydığım bu örneklerin her biri yine de belli ölçüde lokal sayılır. Bugün ise topyekun, evrensel bir plan yürürlüktedir. O kadar ki artık dini eğitim veren kurumlarda bu tür dinle aralarına mesafe koyma, ya da dinin en işlevsel olacağı bağlamlarda din adına tek söz etmeme gibi bir durumla karşı karşıyayız. Hatta çoğu kere din adına konuşmakla yetkilendirilmiş kimseler adeta dinin temeline dinamit koymaktadır.
Doğal olarak insanlar korkuyor, siniyor. Dindar olduğunu söylemesi durumunda elden ayaktan düşürücü o korkunç “gerici, mürteci, terörist” yaftasını yemekten fersah fersah kaçıyor.
Ülkemizde korkunç bir deprem oldu. Son resmi rakamlara göre 40 binin üzerinde insan enkaz altında kalarak hayatını kaybetti. On şehir ve irili ufaklı onlarca kasaba, köy yıkıldı, yerle bir oldu. Yani doğal olarak insanların en çok dine ihtiyaç duydukları, manevi desteğe muhtaç oldukları, Allah’a sığınacakları bir zaman diliminden geçiyoruz. Ama dini eğitim veren kurumların, dini eğitim alan uluların, din adına konuşmakla yetkilendirilmiş zevatın sesi sedası çıkmıyor, çıkamıyor. Çünkü şirret bir odak herkesin kendileri gibi düşünüp inanmasını, inanmıyorsa susmasını dayatıyor.