Meşal Sudeyri
TT

Müminlerin önderlerinden bazıları hakkında ‘belgeler’

Malik bin Amara el-Lahmi dedi ki: Abdülmelik bin Mervan halife olmadan önce Hac mevsiminde Kâbe'nin gölgesinde oturuyordum. Kabisa bin Züeyb ve Urve bin Zübeyr bizimle beraberdi. Bir fıkha, bir zikre, bir Arap şiirlerine ve halk hikâyelerine dalardık. Onlardan hiçbirinde Abdülmelik bin Mervan'da bulduğum ilmî enginliği, fesahat ve belagat sanatlarındaki ustalığı, dinlediğinde can kulağıyla dinlemeyi ve konuştuğunda tatlı dille konuşmayı bulamadım.
Hilafet kendisine geldiğinde bir Cuma günü halka hitap ederken onunla karşılaştım ve göz göze geldik. Gözleri gizlice bana ilişti ve sonra yüzünü başka yöne çevirdi. Ben de dedim ki: “Herhalde beni tanımadı. Eğer tanısaydı böyle yapmazdı.” Namazımı bitirip o içeri girene kadar yerimden ayrılmadım. Çok geçmeden halifenin kapı görevlisi Hacib yanıma geldi ve şöyle dedi: “Malik bin Amara!” Ben de ayağa kalktım. Elimden tuttu ve beni içeriye onun yanına götürdü. Beni görünce elini uzattı ve şöyle dedi: “Sadece yüz çevirmenin caiz olduğu yerde göz göze geldik. Merhaba, hoş geldin. Görmeyeli nasılsın? Yolculuk nasıldı?” Ben de ona cevaben şöyle dedim: “İyiyim.” Hem de Müminlerin emirinin hoşuna giden hal üzereyim. Sonrasında o bana “Sana söylediklerimi hatırlıyor musun?!” diye sordu. Ben de ona “Evet. Beni sana getiren o sözlerdir” diye cevap verdim. Ve o: “Vallahi bu bizim ne iddia ettiğimiz bir miras ne de anlayacağımız bir şeydir. Ama ben sana kendi durumumdan bahsedeyim. Hiç arkadaşım ya da akrabam olmadı. Asla bir düşmanımın talihsizliğine sevinmedim. Hiçbir zaman konuşan sözünü bitirene kadar ondan yüz çevirmedim. Hiçbir zaman zevk alarak ve ısrar ederek Allah’ın haram kıldığı büyük günahlardan birini işlemedim. Ben Kureyş’in evindeydim ve onun evi Kureyş’in ortasındaydı. Allah’ın beni yücelteceğini umuyordum ve öyle de yaptı.”
Sonra seslendi: “Oğlum! Ona bir oda hazırlayın.”
Bunun üzerine çocuk elimi tuttu ve dedi ki, “Buyurun size yerinizi göstereyim.” O esnada çok rahattım ve huzur içindeydim. O benim sözlerimi işitiyordu ben de onunkileri. Bu esnada çocuk geldi. Öğle ya da akşam yemeğinin hazır olduğu konusunda beni uyardı ve dedi ki, “İstersen müminlerin emirinin yanına git, o orada oturuyor.” Bunu duyunca sevinçten ayakkabısız ve cübbesiz bir şekilde onun yanına gittim. O benim şahsımı yüceltti ve benim konuştuğum şeylere karşılık verdi. Bana Irak ve Hicaz’dan sorular sordu. Orada 20 gece geçirdim. Bir gün onunla yemek yedim ve insanlar dağılınca ayağa kalktım. Dedi ki, “Ey adam, sakin ol. İki şeyden hangisi senin için daha değerlidir? Benim yanımda zor şartlarda olman mı yoksa başka bir yerde sevenleri olan bir insan olman mı?”
Ona cevap verdim, “Ey Müminlerin Emiri, kendin hakkında anlattıklarını hatırladığını görüyorum.” Buyurdu ki, “Evet. Ahdettiğini unutan kişiden hayır gelmez. İstersen vedalaşalım. Allah’a ısmarladık.”