Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Teoloji, akılsızlığı, ahlaksızlığı ve adaletsizliği saklayabilir mi?

“Günahlarımızı ortaya dökmek, ayıp olsa bile, bunun örnek olup herkese uygulanması tehlikesi pek yoktur. Aristo der ki, insanların en çok korktukları rüzgarlar, saklı yerlerini açan rüzgarlardır. Alışkanlıklarımızı saklayan o saçma örtüleri sıyırıp atmak gerekir aslında. Niceleri vicdanlarını kerhaneye gönderip davranışlarını kurallara uyduruyorlar. Hainler, katiller bile nezaket kurallarını benimsiyor, ödevlerini bundan ibaret sayıyorlar. O kadar ki haksızlığın kibarlıktan yana, kötülüğün edepten yana bir eksiği olmayabiliyor. Ne yazık ki kötü insan budala da olmayıp kötülüğünü edep altında saklamasını beceriyor.” Montaigne
Deprem olgusunu bilimsel olarak araştırmak ve anlamak yerine depremi kaderle ve Tanrı’nın insanlara ikazı ve veya cezası olarak dayatmanın arkasındaki en önemli neden, ahlaksızlığın, akılsızlığın ve adaletsizliğin ortaya çıkmasını önlemektir.  Depremi bir doğal olay olmaktan çıkarıp insani bir afete ve faciaya dönüştüren şey, akılsızlık, ahlaksızlık ve adaletsizliktir. Her depremden sonra ortaya çıkan ağır insani maliyet, o toplumda ahlakın, aklın ve adaletin olmadığını göstermektedir.  Çürük şehirler ve yerleşim yerleri inşa ederek onbinlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olan  müteahhitler, siyasetçiler ve yöneticiler arasındaki yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvet çarkı, akılsızlığın, ahlaksızlığın ve adaletsizliğin   kurumsallaştığını, sistemleştiğini ve bir yönetim biçimine dönüştüğünü göstermektedir. Deprem, doğal bir afet değildir. Deprem, doğal bir olaydır. Depremi insani bir afete ve faciaya dönüştüren şey, insanların akılsızlığı, adaletsizliği ve ahlaksızlığıdır.
Deprem gibi bir doğa olayını anlamak ve araştırmak için    hiçbir teolojik metin referans olamaz. Jeoloji başta olmak üzere doğa ve insan bilimlerinin   verileri ve değerlendirmeleri ışığında insan, doğa ve deprem ilişkisi anlaşılmalıdır.  Bazı doğa olaylarının dini metinlerde yer alan metaforiksunumlarının, doğa olaylarının mutlak tek gerçek anlatım olarak   anlaşılması ve dayatılması, büyük bir yanılgıdır. Doğada, sınırsız bir belirsizlik ve çeşitlilik vardır. Deprem gibi doğa olaylarındaki belirsizliği ve çeşitliliği anlamak için jeoloji ve sismoloji başta olmak üzere insan ve doğa bilimlerine  sürekli olarak kulak kabartmamız gerekmektedir.
Deprem faciası sonucu enkaz altında kalarak hayatını kaybedenlerin hiçbiri şehit değildir. Depremin olması sonucu hayatını kaybedenlerin hepsi, deprem şehidi değil, deprem faciasının kurbanıdırlar. Depremlerde hayatını kaybetmenin hiçbir şekilde yüceltilecek ve meşrulaştırılacak bir tarafı bulunmamaktadır. Onbinlerce insanın hayatını kaybettiği ve yaralandığı deprem faciası karşısında   konuşulması gereken konu, depremi, insanların kurban olarak verilmediği bir facia olmaktan çıkaracak yolların, tedbirlerin ve imkanların nasıl bulunacağı ve uygulanacağıdır. Deprem faciasının kurbanlarını   şehid gibi ölümü yücelten ve kutsayan kavramlarla konumlandırmak, depremin bir insani faciaya dönüşmesine neden olan ihmaller, sorumsuzluklar, hırslar ve  sınır tanımazlıklar silsilesinin karartılması  anlamına gelmektedir.Deprem kurbanlarını  depremde şehid oldular şeklinde sahte teolojilerle  değerlendirmek, insan  hayatına saygısızlığın  bir  ifadesidir. Gerçek bir teolojinin işi ve işlevi, insan hayatına saygıyı koruyan perspektifler üretmektir. İnsani ihmaller ve sorumsuzluklar sonucu insan hayatının ortadan kalkmasının hiçbir ahlaki, hukuki ve teolojik meşruiyeti ve yüceliği bulunmamaktadır.
İnsanların hakimiyet, servet ve şehvet hırsları ve hareketleri kutsal değildir.  İnsanın güç, servet ve şehvet arzularını sınırsız bir şekilde tatmin etmek için hayatını harcaması, iman ve cihad gibi teolojik kavramlarla motive edilemez ve meşrulaştırılamaz. Güç, servet ve şehvet arzularını tatmin etmek için   insanların bireysel, kolektif veya kurumsal olarak yalanın, sahtekarlığın, hırsızlığın, rüşvetin ve yolsuzluğun bizzat kendisi haline gelmeleri, teolojinin en önemli sorunu ve krizidir.Teolojinin konusu, insanın karanlık, kirli ve kanlı tarafını kader, ilahi ceza veya ikaz gibi sahte dini kurgularla karartmak ve kapatmak değildir. Teolojinin en asli konusu, insanın akılsızlığını, ahlaksızlığını ve adaletsizliğini konuşmak, tartışmak ve bunlardan çıkış için yeni teolojiler üretmektir. Ahlaksızlığı, adaletsizliği ve akılsızlığı konuşmayan ve tartışmayan bir teolojinin içinde bulunduğu çöküş ve kriz halinden çıkması, hayata, doğaya ve insana dair sahici nitelikte yeni sözler söylemesi mümkün değildir.
Akılsızlığı, ahlaksızlığı ve adaletsizliği konuşamayan, tartışmayan ve sorgulayamayan   doğmatik dinbaz yapılar, depremde  anne-babasını kaybetmiş kız çocuklarıyla evlenilebileceğini söylemek şeklindeki akıl ve ahlak dışı pozisyonlarını dinin hüküm mercii olarak ifade etmektedirler.Akılsızlığı, ahlaksızlığı ve adaletsizliği asli teolojik problem olarak görmemenin bir sonucu olarak deprem afeti gibi yıkıcı bir durum karşısında mağdur ve kurban durumunda olan çocuklar hakkında koruyucu ailelik gibi akla, hukuka ve ahlaka dayalı yeni seçenekleri gündeme getirememektedirler.
Deprem, sel, yanardağ patlaması veya çığ gibi afetler olduğunda hemen doğaya hükmeden Tanrı’nın hakimiyeti, gücü ve kudreti gündeme getirimektedir. Başka bir ifadeyle   doğa olaylarında Tanrı’nın hakimiyeti, gücü ve kudreti aranılmaktadır. Tanrı’nın hakimiyetinin, gücünün ve kudretinin doğa olaylarının içinde mi aranması gerektiği konusunun ciddi bir soru olarak tartışılmasına ve konuşulmasına ihtiyaç vardır.  Deprem gibi doğa olaylarında Tanrı’nın hakimiyetini, gücünü ve kudretini hemen gündeme getiren yaklaşım, Tanrı’nin gücünün, kudretinin ve hakimiyetinin   ahlaksızlık, akılsızlık ve adaletsizlik alanlarında geçerli olup olmadığı sorunuyla ilgilenmemektedir. Tanrı’ya inandığını söyleyen insanlar, Tanrı’nın hakimiyetini, gücünü ve kudretini hiçe sayarcasına niçin her türlü hırsızlığı, yolsuzluğu, rüşveti, akılsızlığı ve ahlaksızlığı yapmaktan geri durmamaktadırlar? Tanrı, bizim dışımızda sadece doğa olaylarına hükmeden bir inanç kurgusu değildir. Tanrı, içimizdeki ahlaktır, akıldır ve adalettir. İnsanın önündeki en önemli meydan okuma, insanın Tanrı’yı içindeki gerçek akıl, ahlak ve adalet olarak tecrübe etmesidir. Akılsızlığından, ahlaksızlığından ve adaletsizliğinden dolayı Tanrı’yı sahici ve sahih olarak tecrübe edemeyen insanlar, deprem gibi zor anlarda Tanrı’nın doğa üstündeki mutlkak hakimiyetini ve kudretini gündeme getirerek kendilerinin Tanrı’yla, insanla ve doğayla kurdukları akılsız, ahlaksız ve adaletsiz ilişkileri, çelişkileri ve çürümüşlükleri örtmektedirler.