Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Sudan’ın felaketten korunması için

Bugünlerde Sudanlıların, ülkedeki iki büyük askerî güç Silahlı Kuvvetler ile Hızlı Destek Güçleri arasındaki muhtemel çatışma dışında konuştuğu veya kaygılandığı başka bir konu yok. Bu, aklı başında birinin hiç temenni etmediği bir çatışma, zira gerçekleşmesi halinde bir felaket yaşanacak. Silahların yayılması ve kontrol ya da caydırıcı bir şey olmadan milislerin çoğalması durumunda bunun nereye varacağını kimse bilmiyor. Sudan, tarihinde böyle kötü bir duruma hiç sahne olmadı. Evet, çeşitli aşamalarda uzun süren iç savaşlara tanık oldu, hala devam eden insanlık dramlarına sebebiyet verdi ve güneyin ayrılmasıyla kendi bütünlüğünün bozulmasına yol açtı, ama bugün yaşananlar ciddiyeti, boyutu ve olası sonuçları bakımından tamamen farklı gibi.
Genelkurmay Başkanlığı ve Hızlı Destek Güçleri Komutanlığı arasında haftalardır devam eden laf dalaşı, son birkaç günde özellikle şiddetlendi; bir süredir yüzeyin altında köpüren gerilimi gün yüzüne çıkardı ve birçoklarının inanmadığı, Hızlı Destek Güçlerinin Silahlı Kuvvetlerin bir parçası olup en yüksek rütbeli komutanından emir aldığı yalanına ışık tuttu. Bu doğru olsaydı şayet, bu güçlerin orduya entegre edilmesi gerektiği konusunda şu an yaşanan laf dalaşına şahit olmazdık. İronik olan şu ki ister devrik Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir döneminde ister şimdi olsun bu krizi bizzat ordu ya da diyelim ki ordu yönetimi üretip büyüttü. Zira düzenli bir ordunun, önce iç savaşlarında, sonra da muhaliflerine karşı siyasi mücadelesinde bir araç olarak kullanacağı bir milis teşkilâtına başvurmaması gerekirdi. Milislerin yayılıp da bunların, emniyeti ve istikrarı üzerindeki etkilerinden emin olunan hiçbir ülke yoktur. Etrafımız bunun bol örnekleri ve yıkıcı sonuçlarıyla doludur.
Adil olmak gerekirse, ordudaki bazı liderlerin başından beri çekince ve endişeleri vardı. Ancak el-Beşir, ileri adımlar attı ve 2013 yılında kurulan Hızlı Destek Güçlerini Güvenlik ve İstihbarat Teşkilâtının operasyon birimine bağlı hale getirdi. Sonra da iktidar çekişmesinde güç kazanmak ve rejimine yönelik herhangi bir hareketi bastırmak için, Silahlı Kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla kendi emri altına almaya karar verdi. Bu durum, 2017 yılında Ulusal Meclis tarafından kabul edilen Hızlı Destek Kanunu ile yasallaştırıldı. Kanun metni “Hızlı Destek Güçlerinin Silahlı Kuvvetlere bağlı olup başkomutandan emir alacağı” hükmünü içerse de olan biten ortadaydı: Büyük bir bağımsızlıkla hareket etmeyi sürdürerek üyelerini seferber etti, silahlanması için anlaşmalar yaptı, kendi oluşumlarıyla faaliyet yürüttü, lideri Muhammed Hamdan Dagolo (Hamidti) ve kardeşi Abdürrahim’in talimatına uydu. Altın madenleri üzerindeki kontrolü ellerinde tuttukları gerçeğinin sağladığı büyük imkân ve kaynaklar ile çeşitli yatırımlar ve faaliyetler sayesinde bu güçler, paralel bir ordu olacak şekilde büyüyünce liderinin hırsları da arttı.
Sorun, 2018 yılı sonunda el-Beşir rejimine karşı gerçekleştirilen halk devriminden bu yana yaşanan üç gelişmeyle ciddi şekilde büyüdü. Rejim, devrimi bastırmada kendisine yardımcı olsun diye Hızlı Destek Güçlerini Hartum’a getirdi ve o günden sonra bu güçler başkentten ayrılmayarak oradaki askerî varlığını güçlendirdi; bu ilk gelişmeydi. İkinci gelişme de mevcut askerî yönetimin, bu güçleri iktidar çekişmesi sahasına sokup sivil bileşenle mücadelede ondan güç almaya çalışmasıyla yaşandı. Üçüncü gelişme ise 2020 yılında birtakım silahlı hareketlerle imzalanan ve felaket sonuçlar getiren barış anlaşmasıdır. Zira bu anlaşma, güvenlik anlaşmasının feshedilmesine ve Hartum içinde ve dışında daha fazla milis ve silahın konuşlandırılmasına katkı sağladı. Ayrıca başka bölgelerde silahlanma çağrılarını ve daha önce devlete karşı silahlanmamış olan bölgelerde silahlı hareketlerin ortaya çıkmasını da teşvik etti.
Bugün Hızlı Destek Güçleri ile diğer oluşumların güçlerini orduya entegre etmekten bahseden askerî yönetimin, işlerine geldiği ve iktidarlarını sağlamlaştırma planlarına hizmet ettiği sürece bu konu hakkında sessiz kalmaları dikkat çekicidir. Entegrasyon süreci yavaşladı ve hiç şüphesiz bu yavaşlık, bugün yaşanan kargaşa ve kutuplaşma havasına katkı sağladı. Cuba Barış Anlaşmasına göre entegrasyon için emniyet düzenlemelerinin, anlaşmanın Ekim 2020’de imzalanmasından sonraki üç ay içinde başlaması ve başlangıcın da anlaşmayı imzalayan silahlı hareketlerin güçleriyle olması gerekiyordu. Gelgelelim iktidara tutunmak isteyen ordunun manevra ve hesapları ve Hızlı Destek Güçlerinin durumu ve akıbeti konusundaki belirsizlik sebebiyle entegrasyon meselesi, bundan doğabilecek tüm karışıklıklar ve tehlikelerle birlikte ötelendi. Üç taraftan (Ordu, Hızlı Destek Güçleri ve silahlı hareketler) her birinin, iktidar pastasının nasıl korunacağı konusunda birleşen hesapları ve çıkarları vardı. Ordu yönetimi, sivil bileşenle mücadelesinde ve devrimi boşa çıkarmak için Hızlı Destek Güçleri ve silahlı hareketlerle ittifakını kullanmak istedi. Hızlı Destek Güçleri liderleri, askerî ve ekonomik gücünü artırmak için bu fırsatı kullanıyor ve siyasi nüfuzunu güçlendirmeye çalışıyordu. Silahlı hareketlerse elde ettikleri ganimetleri ve siyasi kazanımları muhafaza etmeyi arzuluyordu.
Böylece bu üç taraf, 25 Ekim 2021’de Dr. Abdullah Hamduk yönetimindeki sivil hükümeti devirme adımında buluştu. Ama çıkar ittifakı tutmadı; Korgeneral el-Burhan ve Hamideti arasında birçok siyasi mesele ve tutum konusunda yaşanan anlaşmazlıklar görünür olmaya başladı ve öyle bir noktaya geldi ki Hamidti, önceki tutumundan vazgeçtiğini açıklayarak yaşananları darbe diye tanımladı ve eski rejimin kalıntılarını iktidara geri getirdiğini söyleyerek bunu hata olarak değerlendirdi. Aralarındaki çekişme, aralık ayında, mevcut siyasi krizden bir çıkış ve ülkenin demokratik dönüşümünü tamamlamak için geçiş sürecine dönüşü olarak imzalanan “çerçeve anlaşma” alanına taşındı. el-Burhan ve askerî bileşendeki müttefikleri, anlaşma kapsamının genişletilip “dışlama yapılmaksızın” tüm tarafların dahil edilmesini şart koşarken Hamideti, anlaşmanın olduğu gibi ve ertelenmeden uygulanması gerektiğini tekrarlayıp durdu.
Keza, iki taraf bugün, Çerçeve Anlaşma’da öngörüldüğü üzere Hızlı Destek Güçleri ile diğer silahlı hareketlerin Silahlı Kuvvetlere entegre edilmesi meselesini görüşürken her bir taraf meseleyi farklı bir açıdan görüyor. el-Burhan ve askerî yönetimdeki arkadaşları, bu güçlerin orduya entegrasyonunun gözetilen şartlara göre gerçekleşmesini istiyor ve bunu, Hamideti’nin nüfuzunu sınırlandırıp onu ordunun hiyerarşik yönetimi altına yerleştirecek bir şey olarak görüyor. Hamideti ve Hızlı Destek Komutanlığındaki yardımcısı olan kardeşi Abdürrahim ise entegrasyonun, Silahlı Kuvvetlerde “kapsamlı bir güvenlik reformu ışığında” tamamlanmasını istediklerini yineliyor. Bu reformla kastettikleri, ordunun yeniden yapılandırılması ve eski rejim (İslami Hareket) unsurlarının orduya nüfuz etmesini engellemek için unsurları uzaklaştırmaktır. Hızlı Destek liderinin önceki vesilelerle dile getirdiklerinden anlaşılan da budur.
Bu manevralar ve tutarsızlıklara rağmen gerçek olan şu ki Çerçeve Anlaşma, bu güçlerin entegrasyonu da dahil olmak üzere Sudan’ın boğucu krizinden gerçekten de bir çıkış yolu olabilir. Mevcut tek çözüm olması itibarıyla anlaşmanın uygulanması yolunda ilerlemeleri için taraflar üzerinde yoğun uluslararası baskılar var.
Sadece demokratik sivil dönüşüme doğru geçiş sürecini geri getirmek için değil, aynı zamanda bugün ekonomi ve güvenlik açısından tam bir çöküşün eşiğinde duran ülkeyi bu çöküşten kurtarmak ve feci bir askerî çatışmanın patlak vermesi riskini önlemek için de.