Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Kültür, siyaset ve ahlaki kriterler

Olaylara ve politikalara kültürel bir gerekçe aramak, 2003 Irak Savaşı esnasında gelişti. Şöyle ki Amerikalılara göre Irak, sivil toplumun yokluğu ve diktatörlük karanlığından ötürü devlet ve sorumluluk kültüründen yoksun. Hal böyle olunca Amerika, Irak’a sadece nükleer tehlikeyi ortadan kaldırmak için değil, aynı zamanda yok olan devlet kültürünü tekrar var etmek için de gitmiş oluyor. Ancak “gaza” başarısız olup da Amerika ülkeden çekilmeye yönelince (2008-2010), hâkim kültürün demokrasi inşasına yardımcı olmadığını yeniden dillendirenler oldu. Böylece El-Kaide’den ve İslam’ı gasp ederek onun adıyla hâkimiyet kuran aşırılığın derinleşmesinin ardından DEAŞ olgusu kendine yer açınca Amerikan orduları Irak’a geri dönmek zorunda kaldı. Irak’ta yaşananlar, 2002 yılında ABD’nin El-Kaide ile Taliban’ı kovmak için işgal edip, sonra da söylendiği gibi köklü bir kültürel değişimle devleti kurmaya giriştiği Afganistan’da da yaşandı. Ama bilindiği üzere ABD, 2022’de Afganistan’ı terk etti ve onu, yaklaşık yirmi yıllık kültürel ve siyasi değişim çabalarının ardından pratikte tekrar Taliban’a teslim etti.
Siyasi ve toplumsal olgulara bugün de kültürel gerekçe sunuluyor; hem de sadece Rusya değil, Afrika meselesinde de. Rus kültürü, demokratik değildir, Rus halkı da güçlü merkezî bir otoriteden yanadır ve milli onur duyguları kolayca harekete geçirilebilir. Bu, Ukrayna’ya karşı yapılan ve herkese pahalıya mal olan kayıpların, Rus milletinin üstün çıkarları nedeniyle sorgulanmadığı savaşta da görülüyor.  
İki yüzyıldan beri Fransız olan Afrika, Fransızların askerî ve ekonomik düzlemden çekilmesine ve Fransız askerlerinin yerini Rus Wagner milislerinin almasına sahne oluyor. Fransız strateji analistleri bu durumu, siyasi kültür zayıflığıyla açıklama konusunda bir saniye kaybetmiyor. Öyle ya onların aydınlanmış (demokrasi) kültürü, orayı iki uzun yüzyıldan fazla bir süre boyunca kontrol etmişti!
Elbette, uluslararası siyasetten ve Avrupalılarla Amerikalıların sömürü esnasında ve sonrasında uyguladığı ekonomik ve siyasi yıkım politikalarından tekrar tekrar bahseden Amerikalı ve Fransız stratejistler ve düşünürler de var. Birkaç gün önce (28 Şubat Salı) Şarku’l-Avsat gazetesi, Fransız diplomat Maurice Gourdault-Montagne’nin Irak’ın işgalinden önce ve sonra Fransızların Amerikalılarla yaptığı tartışmalar üzerine yazdığı kitabının dördüncü bölümünün bir özetini yayınladı. Buna göre Cumhurbaşkanı Chirac, Irak’ı işgal etmeleri halinde Ortadoğu’yu ve Batının çıkarlarını tehdit eden büyük tehlikeler konusunda Amerikalıları uyarmış. Ve işgalden sonra olanlar, Fransızların beklediğinden çok daha korkunç!
Şarku’l-Avsat sayfasının başında yazar Mişal Ebu Necm, Gourdault-Montagne’nin şu ibaresine yer vermiş: “Diğerleri bizim düşündüğümüz gibi düşünmüyor!” Keşke sadece böyle olsa, ama başkalarının, kendine ve ötekine karşı bir düşmanlığa dönüşen geri kalmışlık kültürü nedeniyle medeni Batılılar gibi düşünemeyeceği de iddia ediliyor. Foreign Affairs ve Nouvel Observateur dergilerinde kültürel içerikli birkaç makale okurken Huntington’ın medeniyetler çatışması tezini (1993-1996) hatırlamadım, çünkü elime Lawrence Harrison ve Samuel Huntington’ın yazıp 2006 tarihinde yayınladıkları bir kitap geçmişti. Kitabın başlığı yaklaşık olarak şöyle: Kültür Neden Önemlidir: Değerler İnsanlığın İlerlemesine Nasıl Katkı Sağlar! Huntington, kitabın önsözünde, miras alınan ve hâkim kültürün düşünce ve davranış üzerindeki rolüne ilişkin farklı değerlendirmelerin varlığını kabul ediyor. Sonra Latin Amerika’daki seçkinlerin davranışlarında kültürün rolü ve Afrika’nın neden bir kültürel uyum programına ihtiyaç duyduğu hakkında makaleler geliyor. Fukuyama toplumsal sermaye hakkında yazarken, Harrison da ilerlemeci bir kültürel değişim çağrısı yapıyor. Kitabın geri kalan kısmında yer alanlarla farklılık arz eden bir makale var. Richard Shweder’e ait olan makalenin başlığı şu: Etik Haritalar: Birinci Dünyanın Gururu ve Yeni Evanjelikler.
Elbette hâkim kültürün bireylerin ve toplumların düşünce ve tasarruflarına etkisi inkâr edilemez. Ancak muhtemel etkilerin, büyük siyasi ve ekonomik hadiseleri açıklamak için “kalıplara” dönüştürülmesi, başka bir şeydir. Özellikle de bir kültürün olumlu değerleri ile başka bir kültürün olumsuz değerlerine ilişkin değer yargıları ortaya çıkarınca. Rusya-Ukrayna savaşı veya Fransa’nın Rusya lehine Mali, Burkina Faso ve diğerlerinden çıkması, işgal edilen ve yabancı ordular ve milisler tarafından yönetilen ya da işlerine karışılan tarafların özelliği olan olumsuz kültürel etkenlerle açıklanıyor. ABD’nin Irak’ı işgalinde Iraklılar suçlu gibi görünüyor, zira Amerikalılar gibi düşünmüyorlar; Malililer suçlu, çünkü Fransızlar gibi düşünmüyor!
Dünya elbette iyilikten ve dayanışma değerlerinden de yoksun değil. Yıkıcı depremlerden sonra Türkiye ve Suriye için yapılan küresel yardım kampanyası mesela. Ancak krizler de büyük bir bölünme ve ayrımcılığı ortaya koyuyor ki bu, II. Dünya Savaşından bu yana dünyaya egemen olan aydınlanma ve ilerleme kültürünün kırılganlığına delalet eder. Her halükârda kültürü gerekçe göstermek, ezilenlerde açıkça görüldüğü gibi egemen olandaki acizliği, zayıflığı ve çaresizliği gösterir. Çağdaş sahnelerde eksik olan ya da azalan şey genel, sağlam ve güçlü insani sorumluluk bilincidir; bu, Batılıların esas olarak yaygınlaşmasına ve genelleşmesine katkıda bulunduğu bir bilinçtir.
İnsanlığın, kimilerinin iddiasında güçlü bir şekilde yer alan kimilerinin iddiasında ise azalan ya da yok olan kültürel kriterlere ve standartlara başvurmaksızın insani yaşamı sürdürmek için güçlü bir uzlaşma kültürü bilincine ihtiyacı var.
Büyük güçlerinin, Yemen’e insani yardım için 1 milyar dolardan fazla bir miktar toplamak için bir araya geldiği dünya, Yemen’de barış adına çalışmak için de aynı seferberliğe muhtaç. Filistin halkının trajedisi ve yerleşimcilerin tecavüzü karşısında dayanışma gösteren dünya, çifte standart yerine ve daima devletlerin egemenliği ve onlardaki insan hakları adına barış ve hukuk kültürü üretmek için de aynı insaf ve adalet yeteneğine ihtiyaç duyuyor.
Televizyonda, göçmenlerle dolu bir teknenin İtalya sahillerinde battığı ve altmıştan fazla kişinin öldüğü korkunç sahneyi izliyorduk. Göçmenler Pakistan, Afganistan ve İran’dan. Daha iyi bir hayat için çabalamak bu zavallı insanların hakkı, ama bu insanlık dışı maceranın kültürle hiçbir alakası yok. Ölümün, Avrupa’daki gelişmişlerin yurdu da dahil olmak üzere her yerde mevcut olsa da bizim Müslümanların topraklarıyla sınırlı olduğunu düşündüğümüz bir kültürü yoksa şayet!
Ukrayna’daki cinayetlerin ve Rohingya katliamlarının kültürel sebepleri olduğuna ne onlar inanıyor ne de biz. Gelin bu sebepleri, devletlerin politika ve stratejilerinde, çıkar için savaş başlatıp sonuçta ilan edilen hedeflere varamamakta arayalım. Çağ, birinci dünya çağıdır ve kan dökmenin kolaylığına yönelik “kültürel bir değişim” varsa onun kaynağı da orasıdır!