Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

 Bireysel din ve kurumsal din

İran’daki 1979 devrimi sonrası yeni rejimin, İran’ın “İslam Cumhuriyeti” modeli ile yönetileceğini söylemesinden sonra birçok ülke İran’ın tehlike olduğunu söylemeye başladı. İran’da devrim bir anlamda çalındığı, molla rejimi baskıcı bir yönetime döndüğü, toplumun farklı kesimleri yönetim dışı bırakıldığı yani devrim sonrası İran’da yönetim konusunda çok ciddi problemler ortaya çıktığı için, İran yönetimi bu “İslam’ın nihai kalesiyiz, dış güçler bize bu yüzden düşman” diyerek iç muhalefeti bastırmayı bir manipülasyon aracı olarak kullandı, bugün 40 yıl sonra hala daha bunu kullanıyor. Ancak aslını isterseniz, Humeyni’nin velayeti fakih doktrini ile İran’da yaptığı şey, İslami bir yönetime geçmek değil tam olarak İran Şia’sını sekülerleştirme anlamı taşıyordu. Zira, ilahi olduğu söylenen yönetim anlayışı bu doktrin ile yönetimi ilahi görüntü altında beşere teslim etti. Ancak bu pek bilinmeyen bir durum olduğu için İran, “İslam’ın hamisiyim” havalarında içeride ve dışarıda politika yapmaya devam etti. Günün sonunda İran’da din siyasileşti, kurumsallaştı, kamusallaştı ve gelinen nokta da sokak ortasında yüzlerce kadın saçlarını örtmediği için dövüldü bazıları öldürüldü. O sırada İran yönetiminin değil İslam’ın ne denli “baskıcı” olduğu tüm dünyaya servis ediliyordu, gelin bu imajı temizleyebilirseniz temizleyin bakalım.
Şunu baştan belirteyim, benim için adalete bağlı kalmak kaydıyla sosyalist veya  liberal bir yönetim biçimi, Yahudi şeriatına bağlı, Hinduizm’e ya da İslam’a bağlı bir yönetim biçimi talebi gayet normal bir şeydir. Örneğin, sosyalist bir rejime onlarca eleştiri yöneltebilirim ancak bu o yönetim biçiminin gayrı meşru, talep edilemez olduğu anlamına gelmez. Adaleti tesis ettiğiniz, toplumda o yönetim biçimine bağlı olmayan kişi ve grupların haklarını garanti altına aldıysanız eğer bir problem olmaz. Ancak belli bir ideolojiye bağlı kalır, o ideolojiye bağlı olmayan, örneğin o dini yönetime bağlı olmayan ama aynı zamanda toplumun bir parçası olan gruplara ayrımcılık yaparsanız, haklarını kısıtlarsanız yönetim biçiminiz modern hukukla donatılmış bir demokrasi olsa bile bu yönetim biçiminin adil olduğunu söylemezsiniz. Burada dikkat edilmesi gereken husus ise, eğer siyaseti din merkezli yapmak gibi bir niyet varsa ortada, her tür siyasi problemin dinin can damarlarını teker teker keseceğini unutmamanız gerekir. Yukarıda İran örneğini de bu yüzden verdim, siyasi bir alanı itikadi bir alana çevirdiğinizde iktidarın her yanlışı itikada da dokunacağı gibi aynı zamanda aldığı her yara dine, dindarlara da sirayet edecektir.
Din ve siyaseti ayıralım gibi ütopik cümleler kuruyoruz ancak dinin etkin olduğu toplumlarda, ki etkin olmayan toplum sayısı az, bu ifade aşırı idealist kalıyor zira bu gerçekleştirmesi çok zor bir şey. Diğer yandan din ve Allah inancı da iç içe geçmiş durumda genellikle din ve Yaratıcı ayrı konular ama sürekli birlikte ele alındığı için doğal olarak zihnimiz ikisini birlikte ele alıyor. Bunlara ek olarak din aslında bireysel bir tecrübe ancak din, aynı zamanda Yaratıcı’nın buyruğu, doğal olarak da yaratıcı bir otorite oluşturduğu için din, bireysel olmaktan kolayca çıkıp toplumsal, siyasi, kurumsal bir hal alabiliyor.
Bir yaratıcıya inanç meselesi bilimsel; psikolojik, sosyolojik olarak açıklanabilir. Veya herhangi bir ispata gerek duymadan var olduğu için inanıyorum savunması da yapılabilir. Hem “Tanrı yoktur” iddiası aşırı modası geçmiş bir tartışma olduğu için hem de bu yazının muhatabı Allah’ın varlığını kabul edenler olduğu için burada ateizmi, Tanrı’nın varlığını tartışmayacağım. Daha çok dinin varlığı, aldığı formlar ve gerekliliği üzerine birkaç kelam etmek istiyorum, o nedenle din ve Yaratıcı ayrımı yaptım.
İnananlar için din, Yaratıcı’nın buyruğu… din, aynı zamanda Yaratıcı’yı anlamlandıran bir açıklayıcı. Allah’ın kulları nezdinde varlığına dair inancı tamamlayan şeyin din olduğu da söylenebilir. Ve buradan hareketle, din vasıtasıyla hem Allah hakkında, O’nun dilediği kadarıyla, bilgi sahibi oluyoruz hem de din vasıtasıyla kulluğumuzu sunuyoruz. Doğal olarak din, Allah ile bağımızı sağlıyor. Ve bu anlamda referans aldığımız İslam, kulluğa bireysel olarak başlıyor en fazla toplumsal olana -yani yine insan bazlı olana- ulaşıyor. Ve biz burada Allah ve din merkezli bir otoriteye iman ettikten sonra hayatımızın merkezine alıyoruz; o saniyeden itibaren yeme içme, insani ilişkiler, giyim kuşam yani yaşamımızın tümü, Allah’ın ve dinin otoritesine göre şekilleniyor. Ancak burada dinin, kurumsal bir şey önerdiğini pek görmüyoruz, çok istenirse belki çıkarılabilir ancak en azından öncelikli bir mesele değildir.
İnsanın, dünyaya fırlatıldığını, Tanrı’nın dünya ve yarattıkları ile ilgilenmediğini iddia eden görüşler var. Aynı zamanda bu görüşe karşı, Yaratıcı’nın yarattıklarını başı boş bir şekilde, hiç müdahale etmeden dünyaya fırlatmış olamayacağını, bunun kudretli bir yaratıcının özelliği olamayacağını savunanlar da var, el hak doğrudur. Zira hiçbir otorite kaynağı, hükümran olduğu kişileri tabir yerindeyse başı boş bırakmaz. Dolayısıyla inancın tamamlanması için bir din, bir nizam aracı gerekir ki vardır.
Buradan sonra problemde, Tanrı’nın inkarı, dinin inkarı kısımlarını geçtiysek artık üçüncü problemle karşı karşıya kalıyoruz; dinin bireysel ve kurumsal formları.
“Din bireysel bir tecrübedir” cümlesini fazla iddialı bir cümle, tecrübe demesek de din ilk öncelikle bireysel bir durum. Pekala din kamusal ve kurumsal bir hal alabilir ancak aldığında, burada bireysel olan yani kulluğun temel olan din, kulluğu başka bir şekle çeviriyor. Örneğin, İslam’da ruhban sınıfı olmamasına rağmen, dini kamusal ya da kurumsal hale getirdiğinizde sizin, benim gibi herhangi bir insan, o kamunun hamisi ya da kurumun yöneticisi olduğu anda dini kendi tekeli altına almaya başlıyor ya da alma ihtimali doğuyor.
Daha net bir biçimde şöyle ifade edeyim, dini kamusal ve kurumsal bir forma soktuğumuzda, hem Allah ve kul arasında bir aracı olmaması gerekirken araya bir aracı giriyor hem de otorite Allah iken -haşa- aracı otorite haline geliyor. Örneğin, son dönemlerde, aslında son dönemlerde değil ya neyse, bir tarikat şeyhi düşünün, (elbette tüm tarikatları ve liderlerini kast etmiyorum, özellikle sürekli olarak birilerini tekfir eden, önüne gelen her meseleye şirk diyen isimleri kast ediyorum) bu kişi, dinin muhatabı olan ve dünya ile ilgili meselelerde soruları olan ve cevabı dinin içinde arayan insanların, insanı sorularını dahi şirk kabul ediyor ve sürekli bir dinden men etme halinde dolaşıyor. Ancak meseleye dönüp baktığımızda şunu görüyoruz, dinin kabulü ve reddi bir itikat meselesidir, ancak dinin kurumsallaşmış, siyasileşmiş, kamusallaşmış hali bir itikat konusu değildir, tam aksi bunu itikat meselesi haline getirmek şirke doğru adım atmaktır. Çünkü iman, Allah’a edilir ve imanın şartları bellidir ve bunların içinde kamusal, kurumsal, siyasi odaklar yoktur. Ve kulluk noktasında özne insandır, ancak Allah ve kul arasına birileri girdiğinde kul bu noktada nesne haline gelir ve kulluktan murat edilen de sanırım bu değildir. Dolayısıyla dini değil de onu insan ürünü olan kamusal, kurumsal hallerini merkeze alan her anlayış, yani bu dünyada ben Allah’ın otoritesiyim diyen ya da demediği halde öyle davranan her kimse, şirke kapı aralayan kendileridir, Allah muhafaza…  Belirtmek isterim ki, kimseyi müşrik ilan etmek, şirk mekanizmasını devreye sokmak gibi bir niyetim yok, zaten hiç haddime değil, nihayetinde kalplerin özünü Allah bilir ancak birileri çıkıp sürekli Allah’ın otorite olduğu alanda sürekli “otorite benim” hallerine giriyorsa, kendi mantıkları doğrulusunda şirke giren hedef aldıkları değil maalesef kendileridir, bu da benim değil onların mantığıdır. Nihayetinde, bu mekanizmayı kendi otoritelerini hakim kılmak için piyasaya sürenlere baktığımızda, kadınların saçından, muhalif bir söylemden, farklı giyim modelinden, saç sakal kesiminden, herhangi bir insani sorudan bile korkmaktadır çünkü otoriteleri pamuk ipliğine bağlıdır.
Şöyle noktalayayım; din gereklidir ancak kamusal, kurumsal boyutlarının gerekliliği tartışmalıdır. Dinin inanç ihtiyacı boyutu dışında ona pragmatik olarak dahi baksak din, bir nizam için gereklidir. Ancak dinin kurumsal ve kamusal hale getirilmesi sonucunda insan lehine bir nizam oluşturma etkisi olabilen din, maalesef istismar aracı olabilmekte ve nizam yerine kaosa sebebiyet verebilmektedir. Allah’ın dini buyruklarından maksadının bizim anlayabileceğimiz yönde olanlarından biri de, kaosa karşı insanlar arasında bir düzen ikame edilmesi içindir çünkü insan “bozguncudur” dolayısıyla nizam sağlaması ve istismara kapı açmaması için dinin böyle kalması, farklı formlara dönüştürülmemesi gerekmektedir.