Ne zaman geçmişe özlem duysam, merhum, parlak Iraklı şair Lamia Abbas Amara'nın Beyrut'u anlatan şiirini dinlerim. Uzun süre yaşadığı Beyrut’u çok sevmişti, Beyrut da ona daha büyük bir sevgiyle karşılık vermişti.
Şiirin güzel başlangıcı şöyle:
Gözlerimi şüphe duymayın diye uyardım
Ve sordum: Beyrut, hiç benden ayrıldı mı ki ona tekrar döneyim?
Nereden başlasam? Dudaklarıma yığılmış kelimeler
Kaos halinde birbiri ile yarışmaları
Engelliyor onları dizelememi
Lamia'nın onlarca yıl önce sevdiği ve tutkuyla bağlandığı o “Beyrut”, iki nesil Lübnanlılar tarafından hatırlanmıyor. Bu nesiller on binlerce insanın ölümüne yol açan savaşın dehşetinden fiziksel olarak kurtuldular ama kültürel ve psikolojik olarak bugüne kadar çarpık olmayı sürdürdüler.
Hafıza, tıpkı hakikat ve masumlar gibi, o savaşın en önemli kurbanları arasındaydı. Bugün, her sınıftan ve her kesimden Lübnanlılar şikayet ettiklerinde, karşılıklı şüphelerini, suçlamalarını ve endişelerini dile getirdiklerinde, geçmişteki bütün kötülüklerin sorumlusu olarak politikacıları göstererek kendilerini rahatlattıklarında gerçek utangaç bir şekilde geri çekiliyor.
Lübnan'ın 1975'ten bu yana başına gelen felaketlerde şüphesiz ki siyasetçilerin büyük payı bulunuyor. Ama öyle ya da böyle, onlar da dünyanın en çalkantılı bölgelerinden biri olan ve olmaya devam eden bir bölgede kendilerinden ve küçük ülkelerinden daha büyük anlaşmaların ürettiği bir kültürün kurbanı, daha doğrusu salgılarıydılar.
Lübnan'da günlük dildeki ifadeler formüle edilirken bile kimlik ve sadakat çelişkileri açık bir şekilde belirir. Milliyetçilik, aşırılıkçılık, uzlaşı, egemenlik, bir arada yaşama gibi normlar bile her çevrenin kendi içinde, o çevrenin evlatlarının nasıl yetiştirildiğine bağlı olarak öznelliğini korur.
Bu durumun sadece Lübnan ile sınırlı olmadığını iddia ediyorum. Lübnan’da yalnızca daha belirgin; zira diğer komşu kardeş ülkelerin yıllardır maruz kaldığı ve acısını çektiği, çeşitliliğini susturan, farklılıklarını demir, ateş ve istihbaratın karanlık bodrumlarında bastırmaya alışkın “totaliter yönetimlere” tanık olmadı.
Burada eski Suriye devlet başkanı Beşşar Esed'in bir zamanlar Lübnan toplumunun “mezhepçiliğini” eleştirdiğini hatırlıyorum. Aptallar onu alkışlarken, onu nasıl bir volkanik patlamanın beklediğini bilen akıllılar ise onun sözleri karşısında şaşkına dönmüşlerdi.
Lübnanlıların mezhepçiliği, özgürlüklerini kullanmada kaos noktasına varana kadar aşırıya kaçtıkları için belirgindir. Buna karşılık diğer milyonlarca Arap kardeşlerinin özellikle Suriye’dekilerin aldıkları nefes bile sayılıyordu, en yakın akrabalarından dahi şüphe eder hale gelmişlerdi.
Bunlar tekrarlanmaması için hatırlamamız gereken geçmişte yaşananlardır. Teorik olarak da bu doğru, ancak bugünün ve geleceğin bize neler getireceği kesin değil.
Arap ülkelerimizin büyük çoğunluğu genç ülkeler. Halkları, farklılıkları örgütleme, çeşitliliği yönetme ve sorumlu, olgun bir demokrasiyi uygulama konusunda yeniler. Ancak, “sosyal medya” devriminin neler yaptığını ve “yapay zeka” meydan okumasının neler sakladığını düşünürsek, gelişmiş ve demokrasileri oturmuş ülkelerin de mutlaka bizden çok daha iyi durumda olmadıklarını görebiliriz. Oyunun tüm kuralları değişti.
Şüpheli “elektronik sineklerin” saldırılarına her gün maruz kalan tek kişiler biz değiliz. Bu sinekler gerçekleri çarpıtıyor, kavramları altüst ediyor, ırkçılık ve fanatizm ateşini körüklüyor, toplumun bileşenleri arasındaki ciddi etkileşimi, gizli hesaplar, borazanlar ve tehlikeli istihbarat araçları aracılığıyla ortadan kaldırıyorlar.
ABD, İngiltere, Hollanda, Almanya ve başka yerlerde, “sosyal medyanın” yalan, sahtekarlık, iftira, kışkırtma ve manevi suikast konusundaki rolünün tehlikesi son on yılda doğrulandı. Bu durum aşırılıkçı ve ırkçı partilerin pozisyonlarının güçlenmesine yardımcı oldu.
Lübnan, Suriye, Irak ve bazı Arap ülkelerinde ise caydırıcı bir mevzuatın bulunmaması nedeniyle sosyal medyanın kontrolsüz kullanımı, adeta bir fitne ve iç savaş aracı haline geldi.
Buna rağmen daha yolun başında gibi görünüyoruz çünkü sadece şimdiyi kontrol etmek ve geleceği yönetmek anlamında değil, aynı zamanda geçmişi yeniden yazmak anlamında da yapay zekanın getirecekleri çok daha korkunç ve dehşet verici.
New York Times gazetesinin 28 Ocak 2024 tarihli sayısında, “Yapay zeka artık geçmişi de hedef alıyor!” başlıklı çok çarpıcı bir araştırma yayımlanmıştı.
Amerikan internet sitesi The Hill de 12 Mart'ta American Edge Project kurumunun yayınladığı bir rapora yer vermişti. Rapor, Çin'in dünyayı kontrol etmek amacıyla yapay zekayı kullanarak tarihi yeniden yazabileceğini söylüyor. ABD eski Kongre üyeleri Loretta Sanchez ve Greg Walden bu raporun girişinde şöyle yazmışlar: “Bir gün uyanıp tarihin tüm bölümlerinin sessizce ortadan kaybolduğunu ve önemli olaylara ilişkin gerçeklerin artık kaydedilmediğini hayal edin.”
“ABD'de yaşayan bizler şanslıyız ki böyle bir şey bizim için felaket boyutunda bir kabus sayılır. Ancak otoriter rejimler altında yaşayan yüz milyonlarca insan için bu günlük bir gerçeklik.”
Bu noktada iki yazar, Çin'in şu anda insan hakları ihlallerinin silinmesi, Çin Komünist Partisi'nin uygulamalarına yönelik her türlü eleştirinin ortadan kaldırılması da dahil tarihi yeniden yazmak için yapay zekayı kullanmaya çalıştığını iddia eden raporun içeriğini aktarıyorlar.
Öte yandan bu kez Avustralya'dan gelen 10 Nisan tarihli bir başka raporda, yapay zeka kullanılarak geliştirilen Facebook/AAP görsellerinin gerçekle hayali harmanlayabildiği belirtiliyor. Böylece tarih yeniden yazılıyor ve Nazilerin Holokostu’ndan 11 Eylül saldırıları, Gazze ve Ukrayna’ya kadar hadiselerin görüntüleri manipüle ediliyor!
Arap Maşrık (Levant) bölgesindeki durumu hayal edebiliyor musunuz? İsrail gibi muazzam teknolojik ve siber-gelişmiş yeteneklere sahip bir ülkenin, bilhassa bizim hakkımızda bizden çok daha fazlasını bildiği için, tarihimizi tıpkı şimdi yaptığı gibi kendi isteklerine göre “yeniden yazma” gücünün boyutunu tahmin edebilir miyiz?
Kendimizden, hele ki anavatandaki kardeşlerimizden, ortaklarımızdan bu kadar habersiz olan bizler, farkına dahi varmadan çiğnenip atılan kolay bir lokma değil miyiz?