Vahdettin İnce
Yazar
TT

Hep yolda olmaktır dünya hayatı

Arapçada yolculuk için kullanılan ifadelerden biri “abiru’s sebil”dir. Yolu geçen, aşan anlamında. Türkçede de özellikle rüya bağlamında kullanılan “tabir” ile aynı köktendir. Bu bakımdan söz konusu isimlendirmenin, yolu, yolda gözlemlenen şeyleri, karşılaşılan hadiseleri, yaşanan zorlukları, acı tatlı anları yorumlamayı telkin eden bir mesajı da var gibi. Yolda gördüklerimizi, yaşadıklarımızı, karşılaştıklarımızı anlamlandırmamız, yeni bir yorumla önümüzdeki aşamalarda istifade etmemiz istenmiş adeta.
Aslında insanın her anı yolculuktur. Her işi, her hareketi, her çıkışı, her inişi…başı ve sonu olan bir yoldur insanın geçip gittiği. İnsan ömür denen büyük yolculuğun içinde yolculuklar gerçekleştirmektedir bir bakıma. Doğumla ölüm arasında bazen kısa, bazen uzun akıp giden ömür yolunu aşarken insan, bazen yalnız başına, bazen aileden, kabileden, milletten, dosttan, eşten, arkadaştan oluşan yoldaşlarla yolculuk içinde yolculuklar gerçekleştirir. İnsanın sahip olduğu herhangi bir meslek örneğin. Şöyle bir geriye dönüp baktığımızda “bayağı yol almışım” dediğimiz çok oluyor yaptığımız işte kat ettiğimiz mesafeyi, geçirdiğimiz zamanı kast ederek. Mesleği bir aşamadan başka bir aşamaya getirmişiz mesela.
İnsan, özellikle dünya hayatını kalıcı bir yurt gibi algılamasına neden olan sayısız etkenler yüzünden bu gerçeği unutuyor çoğu zaman. Unutuyor, ama o unuttu diye yolculuk, iç içe yolculuklar gerçeği ortadan kalkmıyor, devam ediyor. Kaçınılmaz akıbete doğru su gibi akıp gidiyor. O nedenle din, çeşitli direktifleriyle, emir ve yasaklarıyla, öğüt ve tavsiyeleriyle insanın dünyayı kendisine kalıcı bir yurt gibi gösteren farklı etkenlerden sıyrılmasını hatırlatıyor. Nitekim peygamberimiz (s.a.v) “bu dünyada bir yolcu gibi ol” buyurmuştur. Hadisin orijinalinde yukarıda işaret ettiğimiz “abiru’s sebil” ifadesi kullanılıyor.
Dünya bir yoldur ve insan bu yoldan geçip giden bir yolcudur. Yapması gereken şey, bu yolu aşarken, çevresini, eşyayı, hayatı, insanı da beraberinde tabir etmektir. Yani bir menzilden başka bir menzile taşımaktır. Aynı kökten gelen “tabir” kelimesinin böyle bir anlamı var. Rüyayı (görüleni) kendi bağlamının dışına çıkarıp başka bir düzeleme uyarlıyoruz nitekim.
Bir de insanın içine doğru bir yolculuğu var. Ömür yoluna paralel bir yolda gerçekleşir bu yolculuk. Ve aslında insan derinleşebilirse ömürden daha uzun bir yoldur da denebilir. İnsanın iç alemine doğru yaptığı yolculukta da karşılaştığı anlamları, derinlikleri, boyutları…yorumlaması, tabir etmesi, diğer bir ifadeyle dış alemine tabir etmesi, taşıması gerekir. İnsan bu gerçeği de çok kere unutur. O yüzden din, ömür yolculuğunun hay huyuna ara verip iç alemine yolculuk yapması için fırsatlar oluşturur. Namaz mesela. Günde beş kere maddi alemden başlayıp yücelere ubur (abir ve tabir ile aynı kökten) etmenin, yücelmenin, yolculuk yapmanın bir vesilesidir. Manevi ve sonsuz bir fezaya doğru maddeyi aşma çabasıdır.
Bugünlerde bu manevi yolculuklardan birine çıkmak üzereyiz. Ramazan ayının arifesindeyiz. Bütün maddi duyularımızın adeta içe dönüştükleri bir iklim. Kendimizi, açlığımızı, susuzluğumuzu, yorgunluğumuzu, bitkinliğimizi, acizliğimizi hissettiğimiz bir mevsim.
Son deprem felaketinin yıkıp geçtiği şehirlerimizin enkazını kaldırır gibi iç alemimizde meydana gelen manevi enkazı kaldırıp kendimizi onarabileceğimiz bir yolculuktur ramazan.
Kendimize dokunacağımız derinlere, diplere doğru bir yolculuğa çıkıyoruz yani. Elverir ki bu yolculuktan dünyamızı mamur eden tabirlerle dönelim, öyle ömür yoluna devam edelim.