Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Tarikatları kapatmayalım, konuşalım

Depremden olumsuz etkilenen çocukların cemaat-tarikat yurtlarına verildiğine dair iddialar ve haberler sonrasında Türkiye’de her daim alıcısı olan “Tarikatları kapatalım!” sloganı gündemde kendine yer buldu. Yine yakın dönemde tarikat yurtlarında kalan çocukların şiddet görüntüleri paylaşıldı ve bu kez yine tarikatların varlığı konusu tartışılmaya başladı. Mesele çocuklara yönelik eylem olunca bu durumun doğrudan toplumun ilgisini ve tepkisini çekmesi elbette normal bir durum, asıl bu konunun gündemde olmaması anormal olurdu.
Türkiye’de din-devlet, din-toplum ilişkisi, daha önce de sık sık bu köşede yazdığım gibi, problemli bir ilişki. Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğundan bu yana toplumu kontrol altında tutmaya yönelik politikaların izlendiği bir ülke oldu. Bu durumun nedenlerini açıklamak sayfalar alacağı için tüm nedenlere girmeyeceğim ancak şunu belirtmeliyim; din ile ilgili konuşmalar hep bir gerilim zemininde, hep bir varlık yokluk savaşı üzerinden tartışıldığı için kimliğini din ya da laiklik üzerinden inşa eden kesimler, normal bir diyalog geliştiremedi. Hep birinin varlığı diğerinin yokluğunun garantisi olarak ele alındığı için en keskin tartışmaların yürütüldüğü alan bu alan oldu.
Şunu en baştan kabul etmek gerekiyor ki, herhangi bir toplumda o toplumun gerçekliklerinden olan bir olguyu birden, yerine bir şey koymadan, karşılığı da olmasına rağmen ortadan kaldırmaya kalkarsanız, yanlış bulduğunuz o olguya olduğundan daha fazla anlam yükler ve kitlelerin kemikleşerek o olguya sarılmasını sağlarsınız yani yok etmeye çalıştığınız şey daha güçlü bir biçimde karşınıza dikilir. Aynı Türkiye’deki cemaat ve tarikatların kapatılması, kapatılmasının önerilmesinden sonra olduğu gibi… üstelik bu durumda, tarikat ve cemaat yöneticileri, kendilerine taraftar olan kesimleri ellerinde tutmak için herhangi bir çabaya gerek duymayacaktır çünkü kitleler kendilerine doğrudan itilecektir.
Tarikat ve cemaatlerin Türkiye’deki varlığının nedenlerinden bir tanesi, dinin bu coğrafyaya tarikatlar eliyle gelmesi, buna bağlı olarak doğal yollarla kendilerine taraftar bulabiliyor ve kendi devamlılıklarını yine gönüllülük esasına bağlı olarak sürdürebiliyorlar. Bir diğer nedeni ise tarikatların dönem dönem yönetimin unsurlarından biri olması yani tarikatların pragmatik yönünden, gücünden yönetimlerin faydalanmak istemesi ve tarikatların yönetim boyutunda destek görmesi. Ayrıca, her ne kadar Türkiye’de uzun süre baskıcı laiklik geleneği nedeniyle tarikat ve cemaat gibi yapılara yönetim bazında mesafeli olunsa da baskıcı laik denilen akıl dahi dinin bir toplumun hem ihtiyacı hem de teskin edicisi olduğu için dini tümden ortadan kaldırmadı, kontrol edilebilir şekilde kalmasını istedi. Bu nedenle de laik cumhuriyetin yönetici konumuna gelen kadroları diyanet, ilahiyat fakülteleri, imam hatip liseleri açılmasını sağladı. Hatta nadiren de olsa tarikat ve cemaatlerin varlığına göz yumdu.
Tarikat ve cemaatlerin kahir ekseriyetinin, din içinden bakarak söyleyecek olursam, dini ele alış biçimine, din öğretme metotlarına, otoriterleşmelerine, tekfir mekanizmasını bir sopa olarak kullanmalarına, dine bidatları eklemelerine, holdingleşmelerine oldukça eleştirel yaklaşan biriyim ancak tarikat ve cemaatlerin kaldırılmasını daha doğru ifade ile yasaklanmasını da doğru bulmuyorum. Her şeyden önce bu yasaklama, hürriyete aykırı. Diğer yandan toplumda sosyalleşme, yardımlaşma, birlik, huzur gibi faydalı yönleri de olabilen yapılar bu yapılar. Ayrıca, yasaklanan her şeyin daha da marjinalleştiği bilinen bir durum, yasakladığınızda bu tarikatların, her daim toplum içinde ötekileştirilmeye bağlı olarak tepkisel bir tavır alacağı, toplumsal huzursuzluğa, ayrılığa neden olacakları da ortada. Şu durumda tarikatları yasaklamanın faydası nedir?
Son dönemde tarikatlar din içerisinden bakılarak eleştirilmekten çok insanlar üzerindeki etkileri nedeniyle eleştiriliyor. Ben iki yönden de eleştirel yaklaşıyorum ancak belirttiğim gibi bireysel ve toplumsal etkileri nedeniyle eleştirel yaklaşan kesimlerin problem olarak gördüğü şey, çocuklar üzerindeki etkileri. Maalesef tarikat yurtlarında çocuklara yönelik birçok şiddet ve istismar olayı yaşandı ancak bu olaylara bakarak tüm tarikatların çocuklara zarar verdiğini söyleyemeyiz. Nihayetinde aileler çocuklarını zorunlu olarak değil kendi tercihlerine bağlı olarak buralarda eğitim aldırıyor. Çocukların yeri ailenin yanıdır, yatılı okuldan, özel yurtlara, tarikat-cemaat yurtlarına kadar hiçbir yere çocuk teslim edilemez. Evet, edilemez, edilmemeli de… ancak aileler, maddi zorluklar, yetersiz eğitim, tembel ebeveyn huyu (biz zahmet etmeyelim, nasılsa hocaları terbiye eder) nedeniyle çok sayıda çocuğu bu yurtlara gönderiyor. Şu durumda, tembellik ve bilmemezlik savunulacak bir durum değil ancak maddi imkansızlıklar nedeniyle aileler çocuklarını buralara veriyorsa, ki veriyor, o durumda fildişi kulelerden eğilip “çocuğunu veremezsin” demek bana biraz anlayışsızca geliyor.
Tarikat ve cemaat yurtlarında kalan çocuklarla ilgili olarak “Tarikatlar kapatılsın!” demeden önce, bir miktar oturup düşünmek gerekiyor. Ve çocukları bu yurtlara yönlendiren nedenler üzerinde düşündükten sonra en azından maddi imkansızlıklar nedeniyle buralara mecbur bırakılan insanların şartlarını değiştirmeye yoğunlaşmak. Tarikatları, cemaatleri, bir hürriyet kısıtlayıcısı, bir otoriterlik kaynağı olarak gören ve bu nedenle yasaklanmasını önerenlerin, yasaklama önerisiyle bir başka otoriterlik kaynağı, bir başka hürriyet kısıtlayıcısı haline geldiğini de ıskalamamak.
Herhangi bir şey için “yasaklansın, kapatılsın” demek, konuşma imkanını ortadan kaldırır. Kapatılacak her ne ise taraftarlarından alınacak cevap da doğal olarak olumsuz olacaktır. Ve toplumsal gerçekliği olan şeylerin birden ortadan kaldırılmasını teklif etmek nihayetinde konuşabilmenin önündeki en büyük engeldir. Zaten engellerin, problemlerin ürünleriyiz, dolayısıyla “kapatılsın, yasaklansın” gibi önerilerden önce “üzerine konuşmak gerekiyor” teklifinde buluşabilirsek, çocuklar için en azından konuşabilecekleri bir dünya imkanı oluşturmuş oluruz, fena da olmaz hani ya!