Hasan Ebu Talib
TT

Süregelen Arap krizleri ve ertelenen çözümler

Arap krizlerini çözme çabaları bitmek bilmiyor. Son on yılda olduğundan daha az stresli bir bölgesel ortam oluşturmak için aralıksız bir çaba harcanıyor. Çok sayıda örnek var ki bazılarını bir yıldan daha az bir süre önce hayal etmek bile zordu.
Ukrayna savaşı, uluslararası ve bölgesel olarak pek çok tarafın tutumunu değiştirmede bariz bir şekilde etkili oldu. Son birkaç günde de önemli olaylara tanık olundu: Örneğin Türkiye Dışişleri Bakanı, iki ülkenin ilişkilerinde normal bir dönem başlatmak için Kahire’yi ziyaret etti, Suriye Devlet Başkanı Esed de Suriye-Türkiye ilişkilerindeki krize son verilmesini görüşmek üzere Moskova’da Rus mevkidaşı Putin ile bir araya geldi.
Bunların öncesinde Suudi Arabistan ile İran arasında ilişkileri normalleştirmek üzere Pekin’de yapılan anlaşma öne çıktı. Bu anlaşma biraz zaman ve ilk önce yerel taraflar arasında iyi tasarlanmış birkaç diyalog, sonra da bölgesel garantiler gerektirse de başta Yemen ve Lübnan olmak üzere farklı noktalarda yansımaları olacak yeni bir dönem başlattı.  
Tarihî olarak devletler içindeki veya bazıları arasındaki çatışmalar sonsuza kadar sürmez. Denklemlerin ve kanaatlerin değiştiği, çatışan tarafları tatmin eden bir çözümün gerçekleşmesine katkıda bulunan ve daha istikrarlı ve güvenli yeni bir aşamanın başladığı bir an illaki gelecektir. Bu an, öyle aniden gelmez, bir gecede de olmaz. Bu, maddi ve manevi bir tükenmişlik hali oluşturan geçmiş birikimleri ifade eden bir andır ve çatışan yerel vd. tarafları şiddetli aşamalarıyla çatışmanın sona erdiği ve devam ettiği takdirde faydadan çok zarar getireceği konusunda karşılıklı kanaate sevk eder. Bu andan sonra herkes sakinleşmeyi kabul eder ve bu kabullenmeyi, çatışan tarafların bağlı kaldığı düzenli güven inşa etme süreçleri izler.
Arap ve bölge düzleminde, şiddet aşamalarının geçtiğine ve yeni bir aşamanın kaçınılmaz olduğuna ikna olunan o an geldi mi? Bu büyük çözümlerin peşinde koşan samimi uluslararası ve yerel çabalar mevcut mu?
Bilhassa Suriye, Yemen ve Libya’daki çatışmalara ilişkin kendiliğinden beliren birçok soru var. Bu soruların bir kısmı, samimi bir başlangıç veya en azından herhangi bir çözümün yakında başlayacağını düşündüren bir müjde gibi görünen yerel, bölgesel ve uluslararası göstergelere dayanıyor. Diğer bir kısmı da kafa karışıklığı ve belirsizliğe sebep oluyor ve göstergeleri farklı bir şekilde tekrar değerlendirdiği gibi, soruları da yeniden soruyor. Buradaki hikâye, aynı anda hem değişkenler, teşvikler ve engeller barındırıyor hem de bazen resmi olarak duyurulan bazen duvarlar ardında kalan doğrudan ve dolaylı roller. Bu noktada en çok göze çarpan, dünyanın artık tek bir liderliğe değil, yeni temellere göre barış ve istikrar sürecine katılan birçok liderliğe bağlı olduğu ilkesini pekiştirmeye yönelik çift taraflı bir arzunun eşlik ettiği Çin ve Rus dinamizmidir.
Çok yazık ki Arap-İsrail çatışması, herhangi bir siyasi çözümden hala uzak. Bunun birçok sebebi olmakla birlikte öne çıkan neden bu çatışmanın, kaçınılması zor dinî boyutlar da dahil olmak üzere gerek tarihî gerek ideolojik gerekse stratejik boyutlarıyla kendine has özellikleri olan uzun süreli bir çatışma olmasıdır. Mevcut tüm değişiklikler bu çatışmanın, hukuki ve insani olarak meşru ulusal mücadele hakkı ile beşeri gelişmeye tümüyle aykırı yerleşimci işgal arasında bir çatışma olduğunu dikkate alan makul herhangi bir uluslararası, bölgesel veya devletlerarası siyasi yoldan tamamen uzak olduğunu teyit ediyor. Bu; özgürlüğünü, bağımsızlığını ve onurunu arayan bir halka ait asıl ve ulusal bir hakkı hiç şüphesiz barındıran bir mücadeledir. Ancak bu hak, bu toprakların yalnızca kendisine ait olduğuna ve asıl sahiplerine orada yer olmadığına kesin olarak inanan yerleşimci bir işgalle gasp ediliyor. Filistin ve İsrail düzeyinde mevcut ani değişikliklere göre bu çatışma büyük bir patlama anına yakın. Özellikle de uluslararası ilginin Filistin davasından ziyade Ukrayna savaşına odaklandığı, Washington’un Doğu Asya’daki önemli ülkelerle nükleer ittifaklarını güçlendirmek suretiyle stratejik olarak Çin’i kuşatma çabalarının olduğu, işgale, yerleşime ve uluslararası umursamazlığa karşı silahlı çatışmaya eğilimli umutsuz yeni nesiller arasında Filistinli öfkenin tırmandığı bir durumda.  
En son üç Arap çatışması ile son on yıl içindeki çatışmalara bakalım… Bu çatışmaları ele almak ve gerek bölgesel gerek uluslararası çerçevelerle çözüme zorlamak için bölgesel ve uluslararası çağrılar ve girişimler her zaman oldu. Bu çabalar uluslararası misyonlarla gösterildi ve hem BM Güvenlik Konseyi hem de büyük ülkeler tarafından elçiler atandı. Bu elçiler, BM Güvenlik Konseyi tarafından çatışmayı sonlandırıp bir şekilde çözüme kavuşturmak için alınan kararlara bağlılığı sağlamak ve krizin patlamasını veya daha geniş bölgesel sınırlara yayılmasını önlemek amacıyla krizin taraflarıyla temasa geçmekten sorumluydu.
Uluslararası kararlarla formüle edilen bu tür uluslararası ve bölgesel tasavvurlar esasında, her şeyden önce Güvenlik Konseyi’nde baskın güçler arasındaki dengeler ve uzlaşmaların sonucuydu, hala da öyle. Her biri bu Arap krizlerine farklı derecelerde ve yöntemlerle müdahale etti. Bu sebeple BM Güvenlik Konseyi kararları, sahada yaşanan gelişmelerin etkisiyle zaman zaman değişime ve öncelik sıralamasında değişikliğe konu oldu. Geçtiğimiz on yılda BM misyonları ve uluslararası elçiler, BM’nin Yemen, Suriye ve Libya çatışmalarına ilişkin tasavvurlarını, insani açılardan bile uygulayamadı. Nitekim yardım kararının alınması veya yerel ve uluslararası yardım kuruluşları ile yardımdan sorumlu insanlar üzerindeki uluslararası kısıtlamaların azaltılmasından önce uzun tartışmalar yapılır, epey vakit harcanırdı.
Nihayetinde BM kararları, en başta hem büyük güçlerin kendi aralarındaki çıkar dengesini hem de söz konusu büyük güçlerle bu Arap krizlerine müdahil olan bölgesel taraflar arasındaki çıkar dengesini yansıtıyordu. Müdahil olup çatışmayı bizzat körükleyen önemli bir unsura dönüşen bu bölgesel tarafların şimdi bir durumdan ötekine değişen yoğunlukta bir gerileme halinde oldukları görülüyor. Nitekim kendilerine çok az şey kaybettirecek bir çözümü hızlandırabilecek veya onları artık faydasız olan yükümlülüklerden muaf tutacak, beklenmedik hayır kapıları açtığı gibi hoş karşılanmayan kötülüklerden de uzak tutacak bir ateşkes arayışındalar.
Bu noktada yeni olan şey, uluslararası sistemin zirvesindeki önemli değişikliklerdir. BM kararları ve tasavvurları ile içerdikleri fikirler, teoride iyi görünmekle birlikte sonuçsuz kalıyor. Mesela kısa süre önce BM Libya Elçisi Abdullah Batili, vadedilen seçimlere hazırlayan ve seçilmiş kurumlarla belirli başka kurumları seçim öncesi döneme ilişkin genel düzenlemelerin dışında bırakan bir mekanizma çağrısında bulundu. BM kararlarının bu sonuçsuzluğu, Çin ve Rusya gibi etkin uluslararası güçlerin şu ya da bu dosya üzerinde izlerini bırakmalarını kolaylaştırdı. Nitekim Çin, bölgesel olarak İran dosyasıyla ilgilenirken Rusya da Şam ve Ankara ilişkilerini yeni bir raya oturtmak için bir süredir sarf ettiği çabalarını son dönemde artırdı. Washington ise başkanlık ve meclis seçimlerini düzenleyen anayasal ilkeler konusundaki uzun vadeli çıkmazı sona erdirmek için Parlamento ve Başkanlık Konseyi üzerinde bir tür ağır siyasi baskı olarak Batili’nin fikirlerini desteklediği için Libya gündemiyle daha çok ilgileniyor gibi görünüyor.
Çözüm isteği ve çıkmazı ve bitkinliği aşma motivasyonu yerel ve bölgesel olarak mevcut. Ancak yerel tarafların bu ana kadarki tepkisi, büyük atılımların gerçekleşmesini sağlamak için yeterli düzeyde değil. Üstelik erteleme belirtileri daha olası görünüyor. Muhtemeldir ki bu, en fazla birkaç hafta içinde gerçekleşir.