Abdulaziz Tantik
TT

Politik olanın ve seçimin neliği…

Felsefi düzlemi ile yönetim erki anlamları farklı olmakla birlikte, şehir yönetimi bağlamında ele alınması gerektiği bedihidir. Politika, yönetim erkinin sıfatı olarak öne çıkmaktadır. Yönetme erkinin yapıp ettiklerinin tasviri bağlamında ele almakta mümkündür. Ama bütün bunlardan bağımsız, elit bir erkin, halk üzerinde kurduğu hegemonya olarak da tasvir edilmelidir. Demokrasi, halk adına, ama halka rağmen halkı yönetme biçimi ise politika buna uygun bir zemini hazırlama yönünde elverişli bir pozisyonu sağlayandır. Genelde politik olan ile politikayı belirleyen ideoloji arasında bir fark varmış gibi gösterilir. Ama iktidar erki zaten iktidara gelme biçiminde bir ideolojik argümana sahip olarak gelir. Fark arada eriyip gitmektedir.
Seçim ise iktidarın meşru zeminini oluşturan ve farklı elit erklerin birbirlerine karşı meşruiyet silahı olarak öne çıkmaktadır. Çünkü meşru zemin, eğer kutsal bir durum söz konusu değilse, bir yere yaslanması gerekir. Roma’da bu, elit vatandaş seçimine yaslanmaktaydı. Sultanlar, babadan oğula geçiş yaparlardı. Fakat her zaman iktidar, yaslanacağı farklı bir güce ve güçlere yaslanma ihtiyacı hisseder. Yani hiçbir güç sadece kendi başına her şeye karşı muktedir olabilme imkân ve imtiyazına sahip değildir. Bu da bize politik olanın bir düşünce ile bağı kadar bu düşünceye destek veren farklı elit grupların varlığına ve halkı ikna edecek bir propaganda yöntemine olan ihtiyacını da gösterir.
Politika doğal olarak yönetim tekniği bağlamında kullanıldığı zaman farklı düşünce zeminlerinin ve inançlarının farklı yönetim tekniklerini kullanarak politik olana bir derinlik ve genişlik katması beklenebilir. Bu çerçeve içinde teknik anlamı üzerinden bir tartışma yapmanın anlamı da kalmamaktadır. Ama bunu seküler zeminde kavradığımızda sorun biraz derinleşerek devam edecektir. İşte bu sorunu çözmenin bir yöntemi olarak seçim ortaya çıkarılmıştır. Eğer bir oligarşi yönetimi değilse, sultanlık değilse, dini teokrasi değilse bu yönetim erkini meşru kılacak olan nedir sorusuna bir cevap olarak üretilmiştir: demokrasi/seçim… Demokrasi, halk adına yönetme erkini kullanma zeminidir. Halk, kendisini yönetecek yönetici erki kendisi seçecektir. İşte seçim hikâyesi de burada devreye girmektedir.
Her ne kadar politik olanı yönetme tekniğine indirgeme çalışmaları yapılsa da durumun bu olmadığı açıklık kazanmaktadır. Sonuçta halk, düşünmediği gibi nasıl davranacağını da belirleyemez! İşte ona bir davranış kalıbı, eğitim ve öğretim üzerinden bir kültür verili olarak sunulmalıdır. Burada bilim ve felsefe devreye girerek onu çağdaş seviyeye çıkarma iradesi olarak sunulur. Bugün neredeyse bütün dünyada cafcaflı kavramlar eşliğinde en büyük vaatler yapılarak seçime gidiler ve seçilme arzusu halka dayatılır, sunulur demiyorum, dayatılır diyorum… Çünkü halk hiçbir şey bilmez ya, o yüzden onun aydınlatılması gerekli ya, işte bu yüzden ona ideoloji dayatılırken bazı isteklerinin karşılanacağı sözü verilir. Bu sözlerin yerine getirilip getirilmemesi bir dahaki seçimde kazanıp kazanmama durumunun oluşturacağı zemine göre değişir.
Halk, her zaman olduğu gibi her seçimde aldatılmaya çalışılır. Bazen hamaset ön plana çıkarılır. Bazen de tehlikeler gözlere sokulur ki en büyük tercihi almaya yakın olunsun… Ama ağırlıklı olarak iktisadi zemin kullanışlı olur. Maaşlara zam, ihtiyaçların daha ucuz karşılanmasına yönelik vaatler ve çocukların geleceğine dair beklentilerin karşılanacağını yüksek dille seslendirme oy almayı çoğaltmaktadır.
Seçme ve seçilme şartlarının farklılık arz ettiği kesinlik kazanır. Burada asli olan seçim gibi görülse de seçilme başlı başına bir ağırlığa sahiptir. Seçilmişlik, kendiliğinden bazı ayrıcalıkları beraberinde taşır. Bu yüzden seçilme arzusunu gerçekleştirmeye yönelik politik partiler, kendi adaylarını belirleme konusunda kendi isteklerini karşılayacak bir arayışı temellendirirler. Burada ideoloji kısmi bir geçerliliğe sahip olmakla birlikte başka arayışlara da kapı aralanmaktadır. İdeolojik kalıpların ortak bir bakıştan süzülmesine dikkat edilir. Politika yapılan ülkenin temel ideolojik duruşu ile partilerin ideolojik duruşu arasında bir irtibatın varlığı kaçınılmazdır. Bu durumu gözlerden kaçıran her parti, halkı kandırmaya çalıştığını işaret etmektedir. Ama farklı ideolojik zeminlere sahip partilerin gizledikleri niyetlerini başka bir niyet ile açığa çıkararak seçime girecek bir parti hüviyeti kazanması mümkündür. Bu mümkünlük, her surette bir mürailiği beraberinde taşımaktadır. Devleti kuran irade ile halkın inançları ters düştüğünde de benzer bir mürailik söz konusu edilmektedir. Neredeyse bütün üçüncü dünya ülkelerinin iktidar ve halk arasındaki ideolojik doku uyuşmazlığı bu mürailiğe güçlü bir zemin oluşturmaktadır. İşte bu mürailik, beraberinde bir yalan makinesi oluşturmaktadır. Bu yalan mekanizması bir partiye has değil, iktidar olma veya iktidarı kaybetmeme üzerine kurulu her zeminde açığa çıkan bir özellik taşır. Buna gönüllü ideologlar, propagandayı yapacak örgütlü kurumsallaşmaları da eklemekte yarar var.
Bu noktada en temel sorun ise; kısmi gerçeklikler üzerinden yapılan aldatmaya matuf propaganda yöntemleri ve bunları çok yaygın bir şekilde tekrar ederek doğrulatma çabalarıdır. Ortada bazı temel gerçekler var: bu temel gerçeklere yönelik her partinin kendisine göre bir yaklaşımı söz konusu olabilir. Ama muhataplarını eleştiriye tabi kılarken, meselenin künhü üzerinden değil de bir cüzünü dikkate sunarak kendi haklılığını dile getirmekten kaçınmamakta ve bunu ne kadar çok tekrar edebilirse genel kabule dönüştüreceğine olan inancı da tamdır.
Şimdi bir seçim sathı mailine girmiş bulunmaktayız. Cumhurbaşkanlığı seçimi yanında milletvekili seçimi de yapılacaktır. Fakat gündem cumhurbaşkanlığı seçimine kilitlenmiş durumdadır. Halk, kendi milletvekilini seçemediği gibi parti liderleri ve kurumlarının seçtiği kişilere giderek oy vermek zorunda kalmaktadır. Benzer bir durum cumhurbaşkanlığı içinde geçerli. O cumhurbaşkanı adayı ancak parti iktidarları tarafından belirlenerek halkın önüne konulmaktadır. Halk kendisi bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmaya kalksa, buna ne gücü yeter, ne de o imkânlara sahip olabilir. Yüz bin imza toplamak gibi bir durumla karşı karşıya kalan kişi, o kadar insanı bir araya getirebilse parti kurar zaten…
Bütün bu serencamı şunun için anlattım: bir seçim süreci başlamıştır. Bu seçim sürecinin önemli bir kısmı ise Ramazan ayına tekabül edecektir. Ayrıca ülke olarak büyük bir deprem felaketini yaşadık. Neredeyse bu ülkenin nüfusunun altıda biri bu durumdan etkilenmiştir. Halk, büyük bir özveri ile yardımlaşmaya koşmuştur. Bunun oluşturduğu olumlu hava elbette ki önemlidir. Ciddi bir sarsıntı yaşayan insanların rehabilite edilmesi şarttır. İşte bu yüzden bu seçim sürecinde herkes dikkatli bir dil kullanmalıdır ki insanlar arasında ciddi bir hoşnutsuzluk oluşmasın, farklı sarsıntılara neden olunmasın, birlik ve bütünlük zedelenmesin…
Bu yüzden her fert, içinde yaşadığı ülkenin konumunu, uluslar arası ilişkilerdeki durumunu… Dünyanın yönelimi bağlamında ülkenin durumu ve yöneliminin neliği meselesi kadar, bu ülkenin bağımsızlığını savunabilecek ama aynı zamanda dünyadan kopuk olmadan bir yol tutturacak ve ülkede yaşayan her insanın hem refahını dikkate alacak ve hem de kişisel inancını yaşama konusunda bir engelle karşılaşmayacağının garantisini verebilecek kadrolara yönelmesi elzemdir.
Ama daha temel bir konu ise; halkın, kendisini yönetecek kadroların seçiminde istemediği bir aday söz konusu olduğu zaman gereken tepkiyi verdiğinde sonuç alacağını bilmeli, yani kendi gücünün farkındalığına sahip olabilmeyi başarmalıdır. İşte o zaman seçim, seçim olma liyakati kesbeder.
Bu yüzden de farklı düşünce ve ideolojilere sahip kişilere karşı anlamayı öncelemek, yanlışlamadan kaçınarak önce doğru bir ilişki zemini kurmak, tam anlamak, sonra gereken tavrı göstermek, ama bu tavrı da hiçbir zaman şiddet ile örtüştürmeme iradesine sahip olunmalıdır. Peşin bir şekilde kötüdür yargısı altında yapılacak her türlü sert, şiddet taşıyan söz ve davranışlar her kesi ve kesimi ilgilendirerek olumsuzluğu genelleştirir. Hâlbuki bir arada yaşamanın temeli, birbirini kırmadan, dökmeden, üzmeden, incitmeden birlikte var olabilmeyi sağlayacak bir ilişki zeminine sahip olmaktır.
Bir seçimi belirleyen şey; seçimi yapacak kişinin, gelecek beklentisi, şimdi beklentisi, iktidar olduğunda elde edeceği şeyin beklentisi vesaire üzerine kuruludur. Biz ise seçimimizi adalet, hukuk, hakları muhafaza ve merhamet üzere kurmalıyız. İyiyi, güzeli, doğruyu yaşayacak bir vasatın varlığını beklentimiz kılarak seçim yapmalıyız. O zaman doğru adaylara yönelme imkânı bulabiliriz. Bazen de seçim, bizatihi seçime mesafe koymaktan geçecektir. Yani iradeni hiçbir şekilde ipotek altına almadan sana sunulan şeyleri değerlendirme kapasitesine sahip olabilirsen, sağlıklı bir seçim zeminine sahip olabilirsin. Her zaman iyiden daha iyisine yönelmeyi, kötüden de daha az kötüsüne yönelmeyi tercih melekesi haline getirmekte yarar var…
Basiretimizi kuşanmak, bize sunulan şeylerin arka planına dair bakışımızı netleştirecektir. Basiret ise kötülüğe pirim vermeyecektir. İyi olanın neliği meselesi de önemlidir. İyi tanımı ve iyinin kim olduğu meselesini de zihin dünyamızda çözüme kavuşturmalıyız. İşte o zaman seçim bizim için hayırlı bir zemine kavuşur. Amacım kimsenin seçimine karışmak değildir. Ama bir seçim yapılacaksa bunu en doğru ve sahici bir zeminde gerçekleştirmeye dikkat çekmek niyetimi de açıkça belirtmeliyim…
Ramazan ayının ümmetin salahına vesile olmasını dilerim… Müminlerin kurtuluşuna vesile olacak bir Ramazan ayı geçirmelerini Rabbimden niyaz ederim… Ramazan Ayı’mız mübarek olsun…