Necib Sab
Arap Çevre ve Kalkınma Forumu (AFD) Genel Sekreteri ve “Çevre ve Kalkınma” dergisinin editörü
TT

İklim ve felaket, yıkım ve büyük olaylar tehdidi

BM’ye iklim değişikliği konusunda danışmanlık hizmeti sunan bilim heyetinin birkaç gün önce yayınladığı rapor, yeni bir şey söylemeyip yıllardır bilinen şu gerçeği tekrarladı: İklim, öngörülenden daha hızlı değişiyor; acil çözümler bulunmazsa sonuçları yıkım ve felaket olacak. Çözümse hala çok uzakta, zira ülkeler, iklim konferansları ve anlaşmalarında vaat ettiklerini otuz yıldır yerine getirmedi.
Dünyanın dört bir yanından bilim adamlarını bir araya getiren Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), kurulduğu 1988 yılından beri bir dizi bilimsel rapor yayınladı ve bunlar, 27 yıl önce “taraflar zirveleri” başladığından bu yana iklim anlaşmalarının dayandığı temel oldu. Komisyonun beş yıllık araştırmalarının ve faaliyetlerinin bir özeti mahiyetindeki son rapor da yıl sonunda Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki 28. İklim Zirvesinde tartışılacak olan siyasi seçeneklerin bilimsel arka planını oluşturması beklenen sonuçlar ve tavsiyelerden ibaretti.
Raporun ortaya koyduğu en önemli sonuç şu: Bu yüzyılın sonuna kadar sıcaklık oranının artışını bir buçuk derece ile sınırlama hedefi, karbon emisyonlarını azaltmak için gerekli taahhütlerin uygulanmasındaki gecikme nedeniyle artık ulaşılabilir bir hedef değil. Bu demek oluyor ki ister deniz yükselmesinde ister kuraklıkta ve aşırı doğal afetlerin hızlı bir şekilde sıklaşmasında olsun, durdurulamaz etkilerin aralığı genişleyecek; bu da geri çevrilmesi artık mümkün olmayan etkilere karşı hazırlık yapmak adına uyum bütçelerinin artırılmasını gerektirecek. Ama bu, çevreyi kirleten bazı faaliyet ve sanayi sahiplerinin dillendirdiği gibi hiçbir önlemin işe yaramayacağı kaçınılmaz bir kaderin sınırlarına girdiğimiz anlamına da gelmiyor. Emisyonu azaltma önlemlerinin hızlandırılması, sıcaklık artışını bir buçuk derecede durdurmayacak olsa da artışa bir sınır koyacak ve böylece daha yıkıcı sonuçlardan kaçınmak mümkün olacaktır. Aynı şekilde ormanlık alanları artırmak gibi doğal yollar veya atmosferden karbonu yakalayıp depolamak gibi endüstriyel yöntemlerle belirli bir zamanda fazla sera gazlarının kısmen emilmesi de mümkün. Emisyonlardaki sınırsız artış ise iklim değişikliği ve etkilerini, sağlanabilecek kontrollerin dışında bırakıyor.
Raporun vardığı bir diğer sonuç da bugün yapıp ettiklerimizin insanlığın binlerce yıllık geleceğini belirleyecek olmasıdır. Nitekim eylemlerimiz, bazı türlerin yok olmasıyla birlikte bildiğimiz insani yaşam modellerinde köklü değişimleri beraberinde getirebilecek aşırı değişikliklere yol açabilir. Bununla birlikte rapor, hükümetlerin sorumluluğunda olan gerçekçi politikalar geliştirmek için bilimsel gerçeklere dayalı bir çözümün hala mümkün olmadığını belirtiyor. Ancak insanlara da büyük oranda sorumluluk yüklüyor ve onlardan tüketim alışkanlıklarını, kaynakların doğru kullanımı ve emisyonların azalmasını sağlayacak şekilde değiştirmelerini talep ediyor. İşte temel sıkıntı tam da burada; zira kamu politikaları, tüketim alışkanlıklarında köklü herhangi bir değişimi sağlayan temel güçtür. Yoksul ülkelerde su, gıda, elektrik, sağlık ve eğitim gibi en basit hayat şartlarından yoksun olan milyarlarca insan var; tek dertleri günlük hayati ihtiyaçlarını temin etmek olan bu insanların iklim meseleleriyle ilgilenmesi beklenemez. Raporun bilimsel gerçekleri hatırlatması son derece faydalı, ancak halka kolay ve dikkatli bir şekilde tarif edilmesi, insanlara mevcut seçeneklerle olası çözümler de açıklanarak net bir şekilde ulaştırılması gerekir. Bu, iklim tehlikelerine karşı uygun politikalar benimsemeleri için yetkililere baskı uygulayabilecek anlayışlı ve etkili bir kamuoyu oluşturmaya da yardımcı olur.
Gelgelelim yaşanan şey, bundan tamamen farklı ve bu durumun sorumlusu, bilimsel raporu ortaya koyanlar değil. Kuruluşlar ve medya organları raporu, sorumlulukları belirleyip olası çözümleri sunmadan, insan ırkının kaçınılmaz sonuna dair bir uyarı olarak takdim etti. Felaket, yıkım ve büyük olaylara dair en büyük tehdit, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in konuşması olabilir. Zira raporu son uyarı ve patlamasını önleme şansı gittikçe azalan saatli iklim bombası olarak niteledi. Genel Sekreter’in sözleri iyi niyetli evet, ama en basit hayat şartlarından yoksun insanları korkutmak yerine taahhütlerini yerine getirmeleri için hükümetleri hedef alsa daha iyi olurdu. Aynı şekilde iklim çalışmalarını ilerletmeye yardımcı olacak şekilde verimliliği artırmak ve kaynakları yönlendirmek adına bizzat BM kuruluşlarındaki israfı durdurmakla başlayarak ciddiyeti ve güvenilirliği ispatlaması da daha faydalı olurdu. Kamu yararına çalışan bir kurum olarak bu uluslararası kuruluşun bizzat kendisinden başlaması, dünya çapında seyahatlere ve yolculuklara bir sınır getirmesi, çalışanlarına ekonomi sınıfına göre seyahati zorunlu kılması lazım. Böylece emisyonlarda önemli bir azalmaya katkı sağlar. Bangkok’tan Cancun ve Şerm eş-Şeyh’e kadar uzanan bir hatta uluslararası çevre konferanslarına katılan bazı kişilerin sosyal medyadaki fotoğraf ve yorumları, gezegeni ve insanlığı kurtarmaktan ziyade bir seyahat ve eğlence tutkusunu gözler önüne seriyor.
İklim raporunun sonuçlarının ilanı, Avrupa Uluslararası Hukuk Dergisi’nde yayınlanan bir makale ile aynı zamana denk geldi. Korkutma ve sindirmenin, uluslararası hukukun iklim değişikliğiyle mücadelesindeki etkisine dair makale, insan haklarına yönelik en ciddi tehditlerden biri olması itibarıyla, iklim değişikliği konusunda korku söylemlerinin yayılmasına karşı uyarıyor. Aslında bilimsel gerçekler, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini kanıtlıyor ve soruna dikkat çekmek ve gerekli uygulamaları teşvik etmek için de bunların açıklanması gerekiyor. Ancak korkutmada aşırıya kaçmak ve bilimsel gerçeklere duygusal söylemleri karıştırmak, insanların yorulup konuyla ilgilenmekten uzak durmasına, hatta iklim politikalarına karşı çıkmasına yol açabilir. Makale, sadece iklim değişikliği için endişe edilip diğer temel insani ihtiyaçların ihmal edilmemesi çağrısında bulunuyor. Dünya liderleri, yirmi yıldır “iklim için son şanstan” bahsederken dünya nüfusunun çoğunun iklim değişikliği üzerine düşünme lüksüne sahip olmadığını gözden kaçırıyor. Makalenin vardığı sonuca göre korku salmaktan vazgeçmek ve bilimsel gerçekleri adil ve gerçekçi politikalara dönüştürmek, uluslararası hukukun desteklediği etkin iklim faaliyetini gerçekleştirmenin bir şartıdır.
Açlığın, susuzluğun, hastalığın ve hayat kalitesinin gerilemesinin ilk sebebi iklim değişikliği değil, yanlış politikalar ve iyileştirmenin ihmal edilmesidir. İşte bu yüzden siyasetçilerle örgüt liderlerinin, sindirme dili kullanmak ve bilim ve siyaseti duygular ve halkçı söylemlerle karıştırmak yoluyla kusurlarını haklı çıkarmak için iklimi bir araç olarak kullanmalarına izin vermemek gerekir.