Abdulaziz Tantik
TT

İnsan ‘İlgi’siyle Varlığa Katılır…

İlgi, bir şeye yönelmek, ona eğilimli olmak, onu istemek gibi fıtri bir duyguyu içerir. İnsanın yaratılışında ilgileşim temel bir eksene sahiptir. İnsan, salt kendisi ile ilgili değil, varlığa çıkan her şey ile ilgili olduğu gibi Yaratıcısına yönelik de ilgi taşır. Burayı/dünyayı aşan bir meraka sahiptir. Bu merak ise ilgisi sebebi iledir. İnsan, ilgili olduğu için yetinme duygusu olmasına rağmen hep bir yetinmeme hali yaşamıştır. Yetinme duygusu irade üzerinden destek gördüğü zaman belirli bir sınırda durma ihtiyacını hisseder.
İnsanın kendisine dair ilgisi, kendisini keşfetmesine yönelik eğilimini de gösterir. Kendisi üzerine düşünme, kendi yaptıklarını gözetleme ve değerlendirme becerisi de bu ilgileşim vesilesi ile sağlanır. Hatta kişinin kendisini tanırken, başkası üzerinden bunu yapması da ilginin mukayese yapma gücünü beraberinde taşıdığını da hissettirir. Çünkü ilgi, mukayese açısından iki farklı şeyi ilgisi vesilesi ile karşılaştırmaya yönelir. Bu kişi için kaçınılmaz bir durumdur. İnsanın kendisine yönelttiği ilgisi ile sürekli bir gelişim dinamiğini de harekete geçirdiğini belirlemektedir. İnsanın ister gelişimi bağlamında, ister gerilemesi bağlamında ortaya çıkan durumu belirleyecek bir ilginin varlığıdır. Bu ilginin eğiliminin yönü gerilemeyi veya gelişmeyi beraberinde taşıyacaktır. Bu noktada ilgi salt kendi başına bırakıldığı zaman nereye yöneleceğini kestirmek mümkündür tabi… Ama bu mümkünlük ilginin tabii olarak yöneleceği şeyleri bilebilmekle ilişkilidir. İnsan, ilgi duyacağı için kendi gündemine taşınan, karşılaştığı şey, hislerine dokunan, zihnine üşüşen şeylere ilgi duyacağı bedihidir. Yemeden içmeye, zevkten eğlenceye kadar her alanda bir ilgi görebilmek mümkün iken ibadetler, iyilikler, güzellikler vesaire de ilgi alanına girecektir. O zaman bu ilgi başıboş bırakılamaz…
İnsan, hep olandan hareketle olmayana yönelik bir ilgiyi taşır. Hep bir fazlaya talip olması da insanın ilgi potansiyelinin gücü ile orantılıdır. Düşüncede ve hayal etmede muharrik güç tabi ki ilgi sebebi iledir. İlgisi olandan olması gerekene yönelik bir seyrüsefer izler. Bu yüzden hep bir adım öteye yönelik bir arayışı temellendirir. İşte insanın geleceğe dair arayışının temelinde de bu yatar: hep bir fazlaya talip olma…
Bir fazlaya talip olma, hep bir fazla olma halinin tezahürüdür. Bu fazlalık ile yaşamın değişiminde mihver rol alma imkânı doğmaktadır. Yetinmeme halinin tezahürü de buradan neşet etmektedir. Kötülükte de iyilikte de hep bir fazlasını isteme hali insanı sürekli bir serüvene taşımaktadır. İşte bu noktada bir denge arayışı iradenin devreye girmesi ve gerçekten ne istediğine dair bilgisinin devrede olması gerektiği açıklık kazanır. İlgi ve bilgi arasındaki ilgileşimde ayrıca dikkate şayandır.
İnsanın kötülüğe doymaması ilginin sürekliliği kadar hep bir fazlaya olan talebin varlığını da işaret eder. Kötülükte sınır tanımayan insanoğlu, iyilik söz konusu olduğunda da aynı duyguyu yaşamaya devam etmektedir. Her şeyini verebilecek kadar iyiliğe gömülebilir insan…
Bu da bize ilginin bir olgu olarak varlığını gösterir. Ama onun insana kazandırabileceği olumlu durumun ise irade tarafından bir istikamet üzerinden belirginlik kazanmasını da şart koşar. Bu istikamet ilginin eğilimini de beraberinde taşıyarak onu harekete geçirir. İşte bu yüzden insanın olgusal zeminini kavramak, onun niteliklerini doğru anlamak ve insana dair bakışımızın derinlik kazanması bağlamında önemini dikkate alarak hareket etmekte yarar var…
Bilginin ilgi dolayısıyla insanın gündemine girdiği de ayrı bir olgu olarak varlık sahasında durmaktadır. Deney gözlem ve akletme süreçleri de aynı şekilde insanın kendi ilgisi bağlamında öne çıkmaktadır. Bir olgu olarak bilgi ilgiden doğar. Bilginin tanımı, işlevi, yönelimi, yöntemi vesaire ise başka bir bağlamın konusudur. Sonuç itibarı ile ilgi, bilginin varlığının teminatı durumundadır. Bilgi, ilginin varlığa çıkmasına hem kendinde ve başkası için görünürlülük kazanmasına zemin oluşturur. Bu temel gerçeği göz ardı etmeden yol almakta yarar var.
İşte hem bilgi ve hem de ilgi meselesi gelip iradeye ve iradenin üzerine bina edileceği istikamete ve bu istikamete yön verecek olan hedefin/amacın kendisine dayanır. İrade de bir olgu olarak nötr bir durumu işaret eder. Yani iradenin dünya görüşünden bağımsız çalışması düşünülemez! Bu dünya görüşü ister sistematik olsun, ister salt beğeni ve zevke dönük bir beklenti ile gerçekleşsin fark etmez! Çünkü dünya görüşü bir anlam sunar. Bu anlamı sunan arzu ve istekler de kişiye bir anlam sunar. İnsan ise kendisine sunulan bu anlamı kabul ve ret etme makamını işgal etmektedir. İşte anlam, bir fazla arayışı ile orantılı bir şekilde lafızdan manaya yürüdüğü zaman, maddeden manaya yöneldiğinde ve yaratılışının amacına yönelik isteğini, arayışını, ilgisini, yönelimini harekete geçirdiğinde önüne gelen her anlam verici dünya görüşünü kabul etmeme pozisyonunu eline geçirecektir.
Bu noktada fıtraten insanın sahip olduğu arayışın kendisi ile hep daha iyiye yönelmenin tabiiliğini de dikkate aldığımız zaman, iyilik yapmanın kolaylaştırıldığını, kötülük yapmanın ise zorlaştırıldığını söyleyebiliriz. Bu yüzden insan kendi fıtratına yönelik ilgisini canlı tuttuğu zaman anlam arayışını temellendirme konusunda bir işlevsellik kazanarak, kendi anlam dünyasını daha üst bir şemada aramaya yönelebilir. O zaman sahip olduğu yaşamın kıymetini bilerek, onu kendisine veren Yaratıcı Kudretin yüklediği amaca uygun bir şekilde harcamaya itirazsız yönelir.
İnsan, ilgisi ve bilgisi ile her şeye yönelik bir eğilim taşır. Aslında varlığın bütün katmanlarında benzer bir durum söz konusu… Varlığa çıkmanın kendisi de bir ilgiyi zorunlu kılar. Bu ilgi iki boyutlu olarak tezahür eder. Ulûhiyetin varlığa yönelik ilgisi ve varlığın; hem ulûhiyete yönelik ilgisi ve hem de var olma halini açığa çıkaran ilgidir. Bu durum ilginin kendisi hakkında sahici bir yaklaşım geliştirme imkânı sunar. Spinoza’nın tespiti sadece bir olguyu açığa çıkarmaktadır: Var olma, varlığa; bir varlığa çıkma istidadı sayesinde verilmiştir, der. Fakat burada dikkatten kaçırılmaması gereken şey; uluhiyetin varlığın varlık sahasına çıkışına ve sonrasına da dahil olarak belirleyici bir pozisyonu taşıdığıdır. Varlığın, varlığa çıkma istidadı, arzusu verilmesi de ulûhiyetin bir tezahürüdür. Bu noktada insan varlığın bütün olgusal özelliklerine sahip olduğu gibi bir fazlasına da tekabül eden bir imkâna sahiptir.
İnsan ayrıcalıklı yaratılmıştır. O, özgürdür. Ama o  sorumlu da kılınmıştır. İlgisi, bilgisini ortaya çıkarmıştır. Bilgisi ise onu, varlık üzerinde etki meydana getirecek bir zemine taşımıştır. Bilgisi kendisine verili olarak sunulmuştur. Yapması gereken tek şey hatırlamak olacaktır. Hatırlamak ise her zaman mümkün olamamaktadır. Unutmaya meyyal bir karaktere sahip oluşu, yaşamın sarhoş edici tezahürleri, arzu ve isteğinin peşine takılabilme potansiyeli, onu hatırlamaktan alıkoymaktadır.
Hatırlamak, anmayı beraberinde taşır. Anmadan hatırlama olmaz! Anma, hatırlamayı işlevsel kılar. İşte vahyin hatırlatıcı/zikir oluşu bu zeminde anlamlı yerini bulur. En büyük ilgi ise insanın kendi yaratıcısına yönelik ilgisidir. Onu tanıma arzusu, yakınlık arzusu, bilme arzusu gibi önüne geçilemeyen duygulara taşır insanı… 
İnsan, bu yüzden sürekli tarih boyunca hep kendine has tanrılar yaratmıştır. Hakikati izhar eden Yaratıcı Kudrete ulaşamayınca, ilgisi ile bilgisi ile tanışıklığı ile kendine uygun tanrılar icat etmiştir. Bu insan açısından ciddi bir sapmadır. Onu sorumluluk altına almakta ve saptırıcı özelliği kazandığı için de cezalandırılmayı hak eden bir durumun oluşmasına zemin oluşturmaktadır.
İşte insan ilgisi sayesinde kendi üzerine düşündüğünde ne kadar zaaf taşıdığını ve zayıf olduğunu kavramaya yönelebilir. Bu kavrayış, onu kendi sınırlarını bilmeye; tevazuu sahibi olmaya yöneltir. Bu tevazuu ile anlam ile daha sahici bir bağ kurar ve böylece Allah ile sahih ve sahici bir ilişki kurmanın imtiyazını elde eder. Böylece kendisine gönderilmiş vahyin/kitapların anlamını idrak eder ve onlarla hemhal olarak bilgisi ve ilgisini denetlenebilir bir zemine taşıyarak kendi sorumluluğunu üstlenecek bir olgunluğa erişir/eriştirilir.
İnsan ilgi duyması sayesinde bilgiye ulaşır. Bu bilginin belirli bir yöntem ile yorumlanması bağlamında bir fikir oluşur. Fikir üzerinden kendisine sunulan ilkeleri yeniden değerlendirme kapasitesini geliştirir. Bütün mesele, insanın hangi ilkeler üzerinden bir tefekkür dünyası kurması gerektiğini bilmesidir. İşte bu bilgi de kendisine bir yardım olmak üzere inayet üzere indirilmiş bilgi/vahiydir.  İnsan, Vahyin kendisine çizdiği temel istikameti ve bu istikametin muhkem kılınmasına yönelik belirlediği ilkeleri kendisinin ilkesi haline dönüştürerek varlığının anlamını izhar ettirirken, varlığında anlamını izhara vesile olarak dünyada ‘aşkınlığı’ yeniden inşa edebilir.
İlgiden bilgiye, bilgiden anlama, anlamdan iradeye, iradeden ahlaka doğru bir yürüyüş gerçekleştiren insan ‘selam yurdunu’ kurarak ilahi emri yerine getirmiş olacaktır.