Fahd Süleyman Şukeyran
Suudi Arabistanlı araştırmacı yazar
TT

Körfez’in istikrarı, yalan haber yayanları şaşırtıyor

Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri içindeki her titiz kurumsal yetki geçişinde, bazı kalemler ve sesler fitne, kötü sözler ve ilkel analizler için pusuda bekliyor. Bu, tüm Körfez ülkelerindeki yetki geçişleri tarihi boyunca böyle oldu. Asılsız söylentiler, akla yatmayan içerikleriyle hikayeler -ya da masallar desek daha doğru olur- ve popülist yalanlar yayan bu kişiler, hayır işleriyle ve cömert desteğiyle Arap ülkelerine ve dünyaya iyilikte bulunan bu ülkelerin iyiliğini istemiyorlar. Körfez bencillik yapmayıp, bilakis dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen herhangi bir krizde omuz olmuştur. Son depremde depremzedeler için gösterdiği kahramanca tutum bunun bir örneğidir.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Devlet Başkanı Şeyh Muhammed bin Zayed tarafından yapılan önemli atamalar, pusuda bekleyen radikallerin ve sapkınların heveslerini kursaklarında bıraktı. Şeyh Halid bin Muhammed bin Zayed Al Nahyan'ı Abu Dabi Veliaht Prensi görevine, Şeyh Hezza bin Zayed Al Nahyan ve Şeyh Tahnun bin Zayed Al Nahyan'ı Abu Dabi Hükümdar Yardımcılığı görevine ve Başbakan Yardımcısı ve Devlet Başkanlığı İşleri Bakanı Şeyh Mansur bin Zayed Al Nahyan'ı Şeyh Muhammed bin Raşid Al Mektum ile birlikte Devlet Başkanı Yardımcılığı görevine atadı. Bütün bu uyum ve sinerji, Körfez ülkelerine pusu kuran ve onların kötülüğünü isteyen pervasız teorileri paylamış oluyor.
KİK’i bölmeye çalışan ittifaklar, bloklar ve oluşumlar üreten cumhuriyetçi teoriler olsa da bunlar tam bir fiyaskoya uğramışlardır.
İnsanlık tarihi boyunca, siyasi sistemin doğası hakkındaki felsefi tartışma ya da Yunanlılar ve Romalılar arasında ordular ve tahtlar arasındaki mücadele birçok düşünürün kafasını meşgul etmiştir. Daha sonra, özellikle İngiliz filozoflar, en ulvi siyasi sistemi aramaya dalmışlardır. Tartışmacılar arasında beklenmedik anlaşmazlıklar çıkmıştır. David Hume'un İngiltere'deki partiler hakkındaki konuşmasında John Locke'u ezdiğini hatırlıyoruz. Hume, cumhuriyet ve monarşi ile monarşik siyasi sistem arasında cesur bir karşılaştırma yapmıştır. Halkın iradesi patlak verdiğinde asil değerler ezildiğinden, monarşi dönemlerine damga vuran idari üstünlüğü paramparça eden ‘halkın gücü’ hakkında anlatılanlara karşılık monarşik siyasi sistemin birçok iyi yönünü sıralamıştır.
1960’larda Arap aydınları ve romancıları ‘aşırı dincilik’ veya ‘toplumsal zorbalık’ düzeyinde sıkıştırıldıklarında Beyrut, Kahire, Şam ve Bağdat'a giderlerdi. Bu ülkelerde güvenli sığınaklar bulurlar, hatta kendilerini buranın insanlarının hayatlarına ve günlük yaşamlarına kaptırırlardı; Abdurrahman Munif Irak, Levant ve başka yerler arasında seyahat etmiş ve en sonunda Şam’a gelerek burada evlenmiştir. Asi Abdullah el-Kasimi, Lübnan'a gitmiş ve burada ikamet eden Arap entelektüellerle sıkı dostluklar kurmuştur. Kendisi başta Adonis olmak üzere ‘Şiir’ dergisinin üyeleri için serinlik veren bir gölgeydi. Adonis onunla ünlü röportajını yapmış ve Kasımi’nin Lübnan’a sığınması hakkında birçok makale yazan Yusuf el-Hal’in yaptığı gibi ‘Mavi Balina’ da dahil olmak üzere birçok kitabında ondan bahsetmiştir.
Burada Kasimi’nin örnek gösterilmesinin amacı, onun büyük asiliğin çarpıcı bir örneği olmasıdır. Zira kendisi bu konuda henüz başka hiçbir Arap düşünürün ulaşamadığı bir çıtaya ulaşmıştır. Bu asiliğine rağmen Lübnan kendisine yıllarca kucak açmıştır. Kemal Canbolat, Lübnan'ın kendisi yüzünden sıkıntıya girdiğini ve Kasimi'den gitmesini istediğinde, Lübnanlı aydınlar Kasimi'yi savunmak için harekete geçmiştir. Kasımi, Unsi el-Hac’a bir mektup göndererek şunları söylemiştir:
“Tarihin tüm kahramanları ve âlicenaplarının Lübnan üzerindeki hezimeti kaldırmaları, bu hatayı temizlemeleri, Lübnan’da hoşgörüyü, özgürlüğü, saygınlığı, bağımsızlığı ve tüm düzeylerde kalkınmayı yeniden tesis etmeleri için Lübnan’da toplanmalarını ve burayı bir kişinin değil bütün insanların malı ve bazı fikirlerin kölesi değil, bütün fikirlerin mülkü yapmalarını temenni ediyorum.”
Buna öfkeyle cevap veren Unsi şöyle yazmıştır:
“Şairler, düşünürler, sanatçılar nasıl unutur, susar, affeder diye bu yadırgamanız da nedir? Bu tavrınız beni güldürüyor. Hiçbir şey yapmaktan başka ne yapabilirler? Lübnan'daki özgürlük tezahürlerine ve iddialarına mı aldandınız? Yoksa diğer Arap ülkelerine kıyasla Lübnan'ı bir cennet olarak görüyor, sonra da buranın gerçekten mutlak bir cennet olduğunu mu düşünüyorsunuz?”
Bu, insana hayat sunmayan özgürlük ve demokrasi tezahürleridir.
Kasımi’nin Lübnan'dayken yazdığı kitapları yurtsuz kalmasına neden olmuştur. Yusuf el-Hal ‘Defeturu’l Eyyam, Efkarun Ala Verak’ (Günlük Defterleri, Kağıda Dökülen Düşünceler) adlı kitabında yayınladığı 19 Nisan 1972 tarihli günlüğünde, Kasımi’ye yazdığı bir mektuba yer vermiştir. Mektupta “Kardeşim Abdullah el-Kasımi’ye; Araplar okumazlar. Görseler anlamazlar. Araplar görmezler, görseler de farkında olmazlar, Araplar duymazlar, duysalar da inanmazlar” ifadeleri geçmektedir. Yusuf el-Hal günlüklerinde, Kasımi hakkında üç düşünceye yer vermiş ve Kasımi’nin Lübnan için bir sıkıntı kaynağı haline gelmesine şaşırmasını garipsemiştir.
İşin ironik yanı, bugün güvenlik, eğitim ve kaliteli bir yaşam arayışı ile Körfez ülkelerinde ikamet eden yüzlerce Arap politikacı, aydın ve gazeteci görüyoruz. Dr. Saad es-Suvayan’ın deyimiyle ‘nehir medeniyetleri’ ülkelerindeki zorba partilerin aşırılığından korunmak için Körfez başkentlerinde ikamet eden çok ama çok sayıda yazar ve gazeteci gördüm. Vahşi rejimlerden, iç savaşlardan ve terörist partilerden bu başkentlere sığınıldığına şahit oldum! Özetle hikaye bu.
Bu, yitip giden ülkeler ile geleceği olan ülkeler arasındaki bir yolculuktur. Körfez ülkeleri kucak açan, yükselen ve istikrar sağlayan ülkelerdir. Her neslin sancağı nesilden nesile kolayca, kahramanca ve sağduyu ile taşıması bunun bir kanıtıdır. Bunlar, şiddet partileri ve siyasal İslam tarafından teorik olarak güçlendirilen demokrasi kisveleri ve özgürlük hurafelerinin bir fayda sağlamadığı cumhuriyet devletlerinin korkunç çöküşü karşısında monarşik devletlerin değerini ispatlayan sağlam ve sarsılmaz temellerdir.