Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Tedavisi olmayan bir ‘demokrasi’ hastalığı

Geçen yüzyılın seksenli yıllarında Beyrut'ta Arap elitlerinin, Filistin ve İsrail içinden bazı Filistinlilerin katıldığı bilimsel bir sempozyumda, katılımcılardan biri İsrail içinden gelmiş bir meslektaşına belki alaycı bir şekilde sormuştu: İsraillilerden hiçbir şey öğrenmediniz mi? Onların partileri, sivil örgütleri, dönemsel seçimleri var. İsrail'de olup biteni bilen meslektaşı gülerek, acı bir alayla cevap verdi: Onlar bizden öğrendiler.
O diyalog o zamandan beri hiç aklımdan çıkmadı. Seksenli yıllarda İsrail demokrasisine hayranlık, uzaktan duyulan bir hayranlıktı.
Bugün, meslektaşımızın ima ettiği şeyin gün yüzüne çıktığını görüyoruz. Bir toplum olarak İsrail liberal demokrasiden ayrılıp totalitarizme yöneliyor. Demokrasinin onu yönetebilenlere (oyunun kurallarını istedikleri gibi değiştirme) izni verdiği varsayılıyorsa, o halde demokrasinin totaliterliğe giden yolu döşeyebileceği fikri yeni değildir. Dünya, İsrail şehirlerinde haftalarca süren çalkantılı protestoları takip etti. Nedeni de Yüksek Mahkemenin yetkilerini sınırlamaya ve bazıları yasaların suç saydığı eylemlerle suçlanan politikacıların onu uygun gördükleri gibi çevrelemelerine yönelik "reformcu" olduğu söylenen önerilerdi. İsrail'in yazılı bir anayasası olmadığı için, Yüksek Mahkeme’nin çalışma ve kararları, içtihat olarak uygulanan anayasal içtihatlardır ve işleyişini bozmak, demokrasi mekanizmasının ciddi şekilde bozulması anlamına gelir.
İsrail çeşitli etnik ve kültürel grupları içeren bir toplum. Bu gruplardan bazıları esas olarak kendi ülkelerindeki totaliterlikten demokrasi ve özgürlükler alanına kaçmak için Filistin'e yönelmişler. Dolayısıyla eğer İsrail de totalitarizm hastalığına yakalanmış ya da yakalamak üzereyse, onlar için elden gelen tek şey ya sokakta direnmeye çalışmak ya da yurt dışına kaçmak. Yaygın memnuniyetsizliği gidermek için erteleme gibi bazı demokratik mekanizmaları kullanan Netanyahu, sorunu çözmek değil yalnızca çatışmayı geciktirmek için zaman kazandı.
Binaenaleyh liberal demokrasinin dayandığı, (çoğunluğa kim sahip olursa) istediği gibi yönetir denklemi, yeniden gözden geçiriliyor, çünkü birçok yerde vaat ettiklerini yerine getirmedi. Erteleme döneminden sonra İsrail sokaklarındaki çatışmanın nasıl sonuçlanacağını tahmin etmek için ise henüz çok erken, ancak anlaşmazlığın devam edeceği ve demokratik sürecin halkın ihtiyaçlarını karşılamadığı kesin. Buna, önce Filistinlilere veya İsrail vatandaşlığına sahip Filistinlilere, ikinci olarak da komşulara karşı eşi benzeri görülmemiş bir aptallıkla tırmanan İsrail küstahlığını eklersek, şimdi adalete ve liberal demokrasiye alternatif olarak sundukları "üstünlük fikri"nden beslenen İsrail yönetici seçkinlerinin karşı karşıya oldukları krizin derinliğini idrak edebiliriz.
Ancak sorun İsrail'den daha büyük, Batı dünyasında da liberal demokrasi artan zorluklarla karşı karşıya bulunuyor. ABD’de eski bir başkanın yargılanmasına şahit oluyoruz ve yargılama iki görüşe göre yorumlanıyor. Birincisi kimse hukukun üstünde değildir, ikincisi rakiplerden intikam almak için hukuk aygıtının siyasallaştırılması. Ama bunların hepsi meselenin görünen tarafı, işin aslına gelince, temelde seçimlerin en kötüsünü ve beceriksizini üretebileceği fikri var.
Mevcut Amerikan araştırmaları, seçmenlerin çoğunun siyasi bilgiye sahip olmak için gerekli motivasyon ve bilişsel beceriden yoksun olduğu gerçeğini gösteriyor. Birçoğu medyanın onlara söylediklerine göre oy veriyor, bu nedenle herhangi bir ABD seçimlerinde reklamlara harcanan miktarlar astronomik.
Çoğu seçmenin, mesela Amerikalıların yüzde 80'inin eyaletlerini temsil eden senatörleri tanımadıklarına şaşmamak gerek. 2009'da Amerikalı seçmenlerin önemli bir yüzdesi Barack Obama'nın Deccal olduğuna inanıyordu! Dahası seçmenlerin büyük bir kısmı, George W. Bush'un 11 Eylül 2001 saldırısını önceden bildiğine inanıyor.
 Sovyetler Birliği dağılmadan önce Amerikalıların yarısı, Karl Marx'ın “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” sözünün ABD Anayasasında yazılı bir söz olduğuna inanıyordu!
Uzmanların, özellikle de iktisatçıların uyarılarına rağmen, İngiliz kırsal kesiminin büyük bir bölümünün Avrupa Katılım Pazarından ayrılma yönünde oy vermesini sağlayan, yabancı karşıtı eğilimdi! Bu seçim İngiliz ekonomisini alt üst etti. Seçmenin irrasyonelliği, kötü ve pervasız siyaseti engellemeye hatta azaltmaya yetmiyor. Elimizdeki araştırmalar, seçilmiş siyasetçilerin halka ya da daha doğrusu onları seçen kesimlere istediklerini vermeye çalıştıklarını söylüyor. Bu da kayırmacılığı, fanatikliği ve halkın genel haklarının gaspını ortaya çıkıyor.
Örneğin Kuveyt'te feshedilen bir parlamento ile yeniden canlandırılan bir parlamento arasında gidip geliniyor. Uygulamalara genellikle bir yanda liyakatsizlik, diğer yanda aşırılığa kaçma damga vuruyor.  Feshedilen 2022 parlamentosunda devletin bir kesim borçlu vatandaşı tazmin etmesi talepleri yükselmişti, oysa basit bir hesapla, devlet bunu yapsaydı, haksızlığa neden olması bir yana, devlet hazinesi iflas ederdi. İşte bu aşırılığın formlarından biridir.
Nereye bakarsak bakalım demokrasinin uygulanmasında bir tür güçlük ve zorluk yaşandığını görüyoruz ve bu kusur üçüncü dünya rejimlerinde daha da büyük. Pakistan'da eski bir başbakanın peşi bırakılmıyor ve iş kendisine ateş açılma kertesine varıyor. Başbakanların çoğu ya peşleri bırakılmadığı ya da sınır dışı edildikleri için zaman zaman ülkelerini terk ediyorlar.
Uzmanların görüşleri ile seçmenlerin görüşleri arasındaki kopukluk ve bilgisizlik, politika yapıcıların ülkelerinin öncelikleriyle yüzleşmesini zorlaştırıyor. Buna bir de modern bilgiyi kullanamayan ya da sokaktakilere karşı olan yeni fikirleri benimseme içgüdüsünden yoksun bir yürütme aygıtı eklenirse, o zaman devlet, onu başarısız devletler kulübüne götüren bir krize girer. Başarısız bir devlet sadece totaliterliğin sonucu değildir, sokağın aşırı talepleri ile tepedeki sarayların kıskacı arasında kalmak da başarısız bir devlet doğurur.
Bazı düşünürler, demokrasi ve siyasi katılımın vatandaşı eğitmeye ve kişisel çıkarların ötesinde ve rasyonel düşünmek için çabalamasına yardımcı olduğuna inanıyorlardı. Bunun gerçekleşmesi için vatandaşlardaki bilgisizliği ortadan kaldırmak gerektiği ortaya çıktı. Fakat bu sürecin de liderlerin gerçekleştiremeyeceği, vatandaşları daha bilgisiz hale getiren modern iletişim araçlarının izin vermediği karmaşık ve uzun bir süreç olduğu açık ve net.
Bu nedenle pek çok (demokratik) siyasi uygulamanın fanatizm, önyargı, taraflılık, kamu yönetiminde liyakatsizlerin göreve gelmesine olanak tanıması, toplumların karşı karşıya olduğu bir ikilemdir. Bu tedavisi olmayan bir hastalık, ancak görünürde bir alternatif olmadığı için birçok kişi onunla birlikte yaşıyor!
Son söz; geride duran ve başkalarını öne geçiren bir lider olmak daha iyi değildir (Nelson Mandela).