Memun Fendi
TT

Postmodern vahşet mi?

Hazım Sağıye'nin bu gazetede yayınlanan ‘Postmodernizm neyin öncesi?’ başlıklı önemli makalesi beni motive etti. Sağıye, adı geçen makalesini şu cümle ile bitiriyor: “Belki de postmodernizmin, günümüzde barbarlığıyla patlak veren popülist felaketler öncesi olgulardan biri olduğunu söylemek mümkün.” Bu yazıda, Sağıye'nin ulaştığı ve büyük ölçüde haksız olduğunu düşündüğüm bu sonuçla boğuşmaya çalışacağım.
Her şeyden önce Sağıye'nin felsefi temeller, başlangıçlar ve bitişler açısından modernite ile postmodernizm arasındaki yabancılaşma noktaları ve fark hakkında söylediklerinin özetine pek katılmıyorum. Ancak söz konusu Batılı kavramlarla ilgili diyaloğu başka bir dilde yazmak bazen zordur ve Arapça da bunlardan biridir. Burada ‘tire’ (The hyphen) ile bir örnek vermek istiyorum. Modernizmi postmodernizmle (post-modern) iç içe geçiren o virgül ya da çizgidir. Bu çizgi Arapça'da ‘postmodernizm’ ibaresinde yoktur. Yalnızca ‘post-modern’ yazımında kullanılır. ‘Post-modern’deki ‘post’, ‘post office’deki ‘post’ ile aynı olmadığı için postmodernizm hakkında teorileştirmede ‘tire’ sorusu esastır. Bu ‘tire’, postmodernizm ile modernite arasında bir köprü ve halka mıdır, yoksa bir ayırıcı, ayrıştırıcı, yabancılaştırıcı mıdır?
Edebiyatta, mimaride, felsefede ve doğa bilimlerinde bir olgu olarak modernite, farklı bilgilerden gelen insan ve aklın egemenliğini şekillendiren temel tasavvurların sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin hem Freud'un hem de Jung'un psikolojideki vizyonu ve Einstein'ın görelilik teorisi, Sağıye'nin bahsettiği gibi on dokuzuncu yüzyıla ve hatta belki de yirminci yüzyılın ortalarına kadar uzanan modernitenin başlangıcını şekillendirdi. Bununla birlikte Einstein'ın fiziği, modernliğin bilgisinin ve insanın hakikate bakışının temellerini çizmek için gerekliydi. Einstein, bilim felsefesine ve bilimsel teorilerin felsefe ve dünya üzerindeki etkisine düşkündü. Onun fikri, doğal dünyanın onu yöneten matematiksel yasaların analiz edilmesiyle anlaşılabileceği idi. Bu da bizi bir istikrar durumuna veya ‘meta-anlatılara’ yahut da dünyayı açıklayan büyük anlatılara götüren bir anlayış arayışında özel ve genel görelilik teorisine götürdü. Ancak Einstein'ın modern dünyasının gerçekliği, ‘kuantum fiziği’ araştırmaları karşısında paramparça oldu. Einstein'da nesnel bir gerçek varsa, o zaman bu nesnellik ‘kuantum mekaniğinde’ yoktur. ‘Kuantum mekaniği’ ince parçacıkların hareketlerini tahmin etmenin zor olduğuna ve ayrıca sahnelerin olmaması dışında nesnel olarak var olmadıklarına inanıyor. Yani gören göz ile onun davranışını şekillendiren ince zerreler arasında bir ilişki vardır. Açıkcası gerçek özneldir, nesnel değildir.
Sağıye, Jean Baudrillard ve ‘Samalcra and Simulation’ adlı kitabı veya Jean-Francois Lyotard ve ‘Post Modern Condition’ adlı kitabı veya tercüme ettiği ‘Postmodern Durum’ adlı kitabı gibi felsefe veya dil felsefesindeki profesörlerin çalışmalarından bahsetti. Sağıye'nin makalesinde üzerinde durduğu Fransız felsefe okulunun bir parçası olarak hem Jacques Derrida'nın hem de Michel Foucault'nun etkilerini de bildiğinden eminim.
Sayın Sağıye'nin önermesinde önemli olan, bizi bir parçalanma ve ‘hiper gerçeklik’ durumuna getiren şeyin büyük anlatıların ve nesnellik fikrinin ya da postmodern durumun ürettiği, standartların olmadığı bir popülizm durumu olarak adlandırdığı, kopuk gerçekliğin ölümünün sonucu olmasıdır. Senin fikrin benimki gibi oluyor. Bilgili bir alimin görüşü ile sosyal medya fenomeninin görüşü arasında hiçbir fark yok.
Burada aynı fikirde değiliz.
Virginia modernitenin öncülerinden biriydi, depresyon ve içe dönüklükten muzdaripti. Akıl hastalığını tedavi etmede Freud'un felsefesinin kurbanı olarak öldü. Ancak, muzdarip olduğu beyin bozukluğunu tedavi etmek için kullanılan bir kimyasal olan lityum hakkında bilgi sahibi olsaydı, iyileşebilir veya daha az acı çekebilirdi. Ancak o, zamanının felsefesine ve bilimlerine bağlıydı. Çünkü bilim ve uygulamaları sürekli gelişiyordu. Etkili olarak gördüğümüz yeni medya veya sosyal medya, kaçınılmaz olarak yapay zekanın (AI) gelişiminin kurbanı olarak ölecek ve ‘hiper gerçeklik’ veya ‘taklit dünyası’ üzerindeki insan egemenliği devam etmeyecek. Modernist insan merkezcilikten ve moderniteden sonra gerçekliğin kişileştirilmesinden makinenin merkeziyetine geçiyoruz ve bizi Kant'tan Hegel'e ve diğerlerine kadar modernitenin ilk felsefi temellerine geri götürebilecek daha kesin konulara dönüyoruz.
Yaşadığımız an postmodern felsefede son söz değil ama biz sürecin içindeyiz. Postmodernizm ve bu sistem kendini geliştirebilir. Bugün yaşadığımız sorun, felsefi dünya algımız ile dünyanın gözümüzün önünde nasıl parçalandığı arasındaki uçurumdur. Popülizm olarak gördüğümüz bir kaygı, hayal kırıklığı ve korku durumuna yol açan, bir model olarak zihnimizde çizdiğimiz modelleme süreci (modeling) ile gerçeklik arasındaki uçurumdan kaynaklanan hayal kırıklığıdır. Ancak modelleme açığı çok daralacak ve post-modern anın bir parçası olan yapay zekâ durumunda ortadan kalkabilir. Bununla birlikte insan hüsranı ortadan kalkar ve barbarlığı ve çirkinliği çok net görürüz. Öte yandan medeniyeti ve güzelliği aynı netlikte görüyoruz. Burada postmodern an ve sonuçları hakkında Sayın Sağıye gibi karamsar olmadığım söylenebilir. Hiroşima ve Nagazaki'nin yanı sıra Hitler'in bombaları da modernitenin ayrılmaz bir parçasıydı. Şimdiyse gerçek parçalanma ve “kuantum” durumu ölçüsünde öznel ve kişisel de olsa, insan bilinci ve vicdanı üzerinde büyük etkisi olan aralıklı küçük olayların yaşandığı bir dönemdeyiz.