Abdurrahman Şalkam
TT

Filistinlilerin ilk savaşı

Filistin, uzun ve zamanı aşan bir savaşın arenası. İngiltere'nin 1917'de Filistin'de Yahudiler için bir ulusal yurt kurmak amacıyla Balfour Deklarasyonu'nu ilan etmesinden itibaren, Filistin topraklarında ve çevresinde siyasi ve silahlı savaşlar başladı. Filistinliler Siyonist projeye silahla, grevlerle ve gösterilerle direndiler. Ama proje ortadan kalkmadı. 1940'larda Filistin direnişine önderlik eden Hacı Emin el-Hüseyni, Siyonist proje karşısında Filistin davasını desteklemesi için Nazi lideri Adolf Hitler'e ve onunla ittifaka yöneldi. Sonuç, Nazi projesinin yenilgisinden sonra gelen kayıp oldu. 1947'de Filistin topraklarının Yahudiler ve Araplar arasında bölünmesine yönelik Birleşmiş Milletler kararının yayınlanmasından sonra, Siyonist liderler kendi devletlerini ilan ettiler. O dönemde bağımsız Arap devletleri bu projeyi reddettiler ve yeni kurulan Yahudi devletine savaş açtılar. Filistinliler askeri kanadı olan siyasi bir varlık oluşturamamışlardı, bu nedenle Arap liderler, yeni Yahudi oluşuma karşı askeri direnişi üstlendiler. Savaşta Arap orduları yenildi. Araplar ve İsrail arasında Rodos’ta imzalanan ateşkesin ardından sınırlara sükûnet hâkim oldu. Bundan sonra sınırlı çatışmalar oldu fakat 1956'da Fransa ve İngiltere’nin Mısır'ı hedef alan saldırısına İsrail'in de katılması, konuyu ve tarihsel boyutunu bir kez daha hareketlendirdi. Radyonun yaygınlaşması ve “Arapların Sesi” radyo kanalının Arap kamuoyunu seferber etmesiyle birlikte Filistin meselesi Arapları, bağımsızlığını yeni kazanmış üçüncü dünya ülkelerini ve özgürlük için savaşan sömürgeleştirilmiş halkları meşgul etmeye başladı.
Haziran 1967 savaşı ve Arap ordularının yenilgisinden sonra Filistin davası için yeni bir yol açıldı. İsrail Devleti'nin kuruluşundan itibaren hatta ondan önce, Filistin davasının sorumluluğunu siyasi ve askeri olarak başkaları, yani Araplar üstlenmişlerdi. Ancak Haziran 1967’deki Arap-İsrail savaşında alınan yenilgiden sonra Filistinliler işgale karşı direnmek için örgütler kurmaya ve davalarına sahip çıkmaya başladılar ama diğerlerinin rolü gerilemedi ve Filistin davası, Arap liderlikler ve siyasi mücadeleler pazarında değerli bir mal olmayı sürdürdü. İdeoloji de davadan yararlanmaktan geri kalmadı. Fetih örgütü silahla, siyasetle ve parayla varlığını diğerlerine dayattı. Yaser Arafat'ın liderliğinin öne çıkmasıyla örgüt, dünyanın çeşitli yerlerinde İsrail oluşumlarına ve çıkarlarına karşı düzenlenen geniş, güçlü ve sürekli feda eylemleriyle silahlı faaliyetine başladı. Feda eylemleri daha sonra dünyanın Filistin davasına olan ilgisini körükleyen şehadet eylemlerine evrildi. Diğerlerinin rolü azaldı, ancak tamamen bitmedi. İsrail, Filistinlileri Ürdün'den ve ardından Lübnan'dan sürdükten sonra yeni tür bir savaş başlattı. Filistinli liderleri tasfiye etmeye yöneldi ve gerçekten de üst düzey liderleri öldürmeyi başardı. İşgal altındaki topraklarda ve sürgünde Filistinlilerin umudu, örgütlerinin ve liderlerinin, topraklarının bir bölümünde kendileri için bir ulusal oluşum kurmalarına bağlıydı, ancak bu gerçekleşmedi. Filistin sorunu canlı ve taze kaldı, ona yönelik küresel sempati genişledi ve İsrailli liderler ölmeyen bir davaya çözüm bulmaktan başka çare olmadığını anladılar.
Filistin Kurtuluş Örgütü ile İsrail hükümeti arasındaki Oslo Anlaşması, Filistinliler için bir umut penceresi açtı ve maddelerini, işgal altındaki toprakların küçük bir kısmı üzerinde kendileri için bir yönetim kurmaya yaklaşmak olarak gördüler. Ancak Amerika Birleşik Devletleri'nin ilgisine ve bunun Yaser Arafat ile İsrail başbakanı İzak Rabin'in ABD başkanı Bill Clinton'ın himayesinde Beyaz Saray'da görüşmesiyle sonuçlanmasına rağmen, sahadaki uygulama süreci, Oslo anlaşması projesinin usta bir İsrail manevrası olduğunu ortaya koydu. Sonunda İsrail kamuoyu sağdan aşırı Siyonist sağın en ucuna kaydı. Filistinlilerin umut ettikleri yönetimlerini kurmaya can attıkları işgal altındaki topraklar üzerindeki yerleşim yerlerinin alanı genişledi. Ramallah'ta kurulan Filistin Otoritesi, Filistin halkının siyasi çözüm umudundan geriye kalanları da yok etti. Sonuç olarak; 1948 savaşından 1967 savaşına, Sedat ile Menahem Begin arasındaki “Camp David” anlaşmasına, Oslo ve Ramallah'ta Filistin Otoritesinin kurulmasına kadar her şey, işgalin zulmü altında ezilen Filistinlileri hayal kırıklığına uğrattı.
İşgal altındaki topraklarda bir Filistin halk iradesi alevlendi. Atılan taşlardan Siyonist düşmanla doğrudan silahlı mücadeleye intifadalar durmadı. Kalbinde Mescid-i Aksa bulunan Kudüs, alevi sönmeyen bir çakmak oldu. Sağcı, ırkçı, Siyonist radikalizm güçlendikçe, Filistinli gençler de İsrail ordusu ve güvenlik güçleriyle doğrudan mücadele meydanına atılmakta birbirleri ile yarışıyorlar. Bugün yurtdışındaki destekçileriyle birlikte İsrail, kendisini benzeri görülmemiş bir savaşın içinde buldu; ırkçı işgalciye karşı Filistin halkının doğrudan savaşı. Filistinliler uzak ve yakın başkalarında umut bulma giysisini çıkardılar ve onu hiçlik boşluğuna attılar. Her Filistinli genç, öldüren ve kaçıran, topraklara el koyan, evleri yıkan, üzerlerindeki ağaçları ve taşları yok ettikten sonra yerleşim yerlerini Filistinlilerin çiftlikleri üzerinde kuran yerleşimcilerin her yerde karşısına çıkan, mobil bir silahlı tabura dönüştü. Bugün ne Arap güçlerin ne de Filistinli örgütlerin değil, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın liderlik ettiği genç bir Filistinli silahlı güç ile İsrail arasında yaşanan çatışmaları görüyor ve duyuyoruz. Bu, başlangıcından beri Siyonist projeye karşı Filistinlilerin ilk savaşıdır. Yanıltmak ve abartmak istemiyoruz, bu nedenle, İsrail liderlerinin işgallerini sürdürmekten ve yerleşim programlarını genişletmekten geri adım atacağını veya ABD'nin İsrail'i desteklemeyi bırakacağını söylemiyoruz, aksine Filistin savaşının durmayacağını, bunun yerine genişleyip yükseleceğini ve İsrail'i siyasi, askeri ve güvenlik açısından yoracağını söylüyoruz. İsrail, zorunlu seçenekler ile karşı karşıya kalacak ve Filistin halkının kendisine karşı ilk savaşını yatıştıracak bir siyasi projeye kendisini mecbur mu hissedecek? Proje, Oslo'nun yeni ve gözden geçirilmiş bir versiyonu mu olacak, yoksa genişleyen ve yükselen bir savaş yürüten Filistinli gençler arasındaki ihtilafları körükleyen sinsi bir kart mı olacak?
İsrail hükümeti açısından kendi örgütsel ve hatta kişisel hesapları olan Filistinli liderlerle ilişki kurmak, liderlerinin kim olduğunu, operasyon odasının nerede olduğunu bilmediği bir savaşçılar ordusuyla ilişki kurmaktan çok daha kolay. Hamas, Filistinli gençlerin gerçekleştirdiği her eylemin ardından yaptığı açıklamalarda, bu eylemin arkasında doğrudan veya dolaylı olarak kendisinin olduğunu söylüyor. Ancak bu eylemlerin doğası, İsrail güçlerine ve yerleşimcilere karşı eylemi gerçekleştiren kişinin, eylemin tek lideri olduğunu teyit ediyor. Bugün Filistin'de etkin ideoloji, Kudüs'e ve Mescid-i Aksa'ya bağlılık ve her Filistinli savaşçı kendi başına bir örgüt. Filistin halkı bugün yakın veya uzak başkalarının vesayeti veya liderliği olmadan Siyonist işgale karşı ilk savaşını yürütüyor.