Bekir Uveyda
TT

Sudan tüm Sudanlılarındır

Sudan gerçekten böyledir. Peki, durum buysa, makalenin başlığını ‘uzun uğraşlar sonucu suyu yine su ile açıklayan’ biri gibi koymanın gerekçesi nedir? Sudan sahasında yaşananları kullanıyorum ki belki bu, bazen kendiliğinden doğrulanmış bir şeyin bir kez daha teyit edilmesini haklı çıkarır. Akıllı insanlar böyle bir şeyin üzerinde tartışmazlar. Daha ziyade başkaları karşısında kendisini temize çıkaranlar inatçı bir tavır sergilerler. İçlerinden biri çıkıp kendisi gibi vatandaşların vatan sevgisini, sonra sadakat derecesini ya da bağlılığını veya vatan topraklarını gaddar bir saldırgan karşısında savunmaya kendisini adamaya ne kadar hazır olduğunu sorgulamaya başlar.
Bu sözlerimle Sudan çatışmasının iki tarafından herhangi birini kastetmiyorum. Genel bir olguyu kastediyorum, spesifik biçimlerinden birini değil. Buna ek olarak Arap dünyasında bu olgunun ne kadar derin bir varlığı olduğunu gösteren emsalleri hatırlamakta fayda olabilir. Sudanlılardan önce Arap dünyasının çeşitli yerlerindeki insanlar böylesine ürkütücü bir gelişme yaşadı. Örneğin Filistin’in evlatları, (hem vatandaşları hem de yerinden edilenlerin) başlarına gelen ilk felaketten bugüne kadar örgütlerinin liderlerinin canlarının isteğine, vatanseverlik ve bağlılık derecelerine göre ayrışmalara maruz kaldılar. Aynı şey Lübnanlıların, Suriyelilerin, Iraklıların, Libyalıların ve en sonunda da güneyi ve kuzeyi ile Yemenlilerin başına geldi. Burada, toprakları üzerinde yangınların çıktığı Arap bölgelerinin toplumlarını zikretmekle yetineceğim. Bu yangınların Arap toplumlarının sonunu getireceğini düşünüyorum. Başlangıçta bu toplumlar umut verici başlangıçlar yapıyor gibiydi. Ancak önce, günümüz yerle yeksan edildi. Bunun sonucunda da bütün nesillerin yarını yok edildi. Hatta bazıları, daha önce ele geçirilmiş bir devlet oluşumunun varlığını kanıtlayan belgelenmiş bir geçmişi, sanki ortaya çıkmadan önce hiçbir şey yokmuş gibi yalanlayıp silmekten çekinmedi.
Genç insanların demokratik geçişin tamamlanması çağrısında bulunan gösterileri sonucunda bir dizi çatışmanın meydana gelmesine rağmen geçen cumartesi sabahına kadar devrik Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir’in iktidarının devrilmesinden bu yana yönetimi ele alan bir kurum olarak ordu bünyesinde yakında silahların patlayacağına dair herhangi bir işaret yoktu. Beş kıtadaki çoğu televizyon kanalının ve küresel medya platformunun muhabirleri, beklenmedik durum karşısında şaşkınlıklarını dile getirdiler. Ancak şok yaşayan asıl taraf bizzat Sudan halkıydı. Elbette çoğu insan böyle bir şoka hazırlıklı değildi. Oruç ayının son günlerini huzurlu bir şekilde geçiriyorlardı. Ramazan Bayramı sevincine temel ihtiyaç malzemelerini tedarik etmeye çalışmaktan ziyade, asgari düzeyde insana yakışır bir şekilde yaşayarak karşılamaya hazırlanıyorlardı. Önlem almaları ve yiyecek gibi malzemeleri stoklamaya koşuşturmaları için hiçbir neden yoktu. Sadece Sudan'da değil, herhangi bir ülkede birkaç taraf arasındaki tüm silahlı iktidar kavgalarında işler bu şekilde sonuçlanıyor. Bu kavgaların en ağır bedelini ödeyen taraf her zaman alt tabaka, yani sıradan insanlar olacaktır. Dahası, iktidar için yapılan silahlı çatışmalar sonucunda sivillerin ölümüyle karşılaştırıldığında, gıda eksikliği önemsiz kalabilir. Bir askerin silahından çıkan kurşunların aynı ülke vatandaşlarından herhangi bir sivilin kanına bulanması hayal edilemeyecek kadar acıdır. İşte buyurun, barışçıl Sudanlılar kendilerini ülkelerinin ordusunun toplarının önünde ya da hava kuvvetlerinin bombalarının insafına kalmış bir halde buluyor. Böyle bir durumu gerekçelendirebilecek herhangi bir mantık var mı?
Asla. Herhangi bir ülkede vatandaşların vergileriyle satın alınan uçakların çocuklarının canlarını almasının ve evlerini başlarına yıkmasının hiçbir mantıklı açıklaması olamaz. Altını çizelim, böyle bir şey ne Sudan'da ne de başka bir yerde kabul edilebilir. Ordu, bütün ülkelerde kendi halkını savunsun ve sınırlarının ötesinden kendilerine gelen her türlü belayı defetsin diye var, kendi vatandaşlarının ölümüne ve yaralanmasına yol açsın diye değil. 38 yıl önce, o zamanlar Londra merkezli Arapça yayınlanan Et-Tedamun dergisinin yayıncısı ve genel yayın müdürü olan Fuad Matar'ın bir heyetiyle Hartum'a gitmiştim. Mareşal Cafer en-Numeyri döneminin son günleriydi. Görüşmelerimde çeşitli siyasi liderlerden ‘işler kötü’ şeklindeki yaygın ifadeyi duyardım. 6 Nisan 1985'te Sudanlılar Numeyri’nin yönetimini devirdi. O zamandan beri Mavi Nil ve Beyaz Nil’de çok sular aktı. Sorun olduğu gibi kaldı. Sudan'ın siyasi güçlerinin üst düzey isimleri uzlaşamıyor, bunun üzerine ordu duruma müdahale ediyor ve bu döngü sürüyor. Peki, ne zamana kadar böyle gidecek? Sadece gaybı bilen bilir.