Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

İslami iyileştirme ve ilmî yolculuk

1977’de Almanya’daki Tübingen Üniversitesi’nden mezun olmak üzereydim. Cemaat-i Müslimin (medyanın adlandırmasıyla Tekfir ve Hicret Örgütü) üyeleri, Ezher’deki eski hocamız Muhammed Hüseyin ez-Zehebi’yi kaçırıp öldürdü. Hocamız, 1960’lı yılların sonunda Usulu’d-Dîn [Temel İslami İlimlere Giriş] fakültesinde bize okuttuğu ‘Tefsir ve Müfessirler’ adlı kitabın yazarıydı. Şeyh ez-Zehebi, 70’li yılların ortalarında kısa bir süreliğine Mısır Vakıflar Bakanı olarak da görev yaptı. Kitabının kalıcı bir değeri var, zira Goldziher’in ‘İslam Tefsir Ekolleri’ adlı kitabını (1920 yılında basıldı ve başka bir hocamız olan Abdülhalim en-Neccar tercüme etti) ilk kez geride bıraktı. Bu detayları veriyorum, çünkü Şeyh ez-Zehebi, Ezher’in en büyük alimlerinden biriydi ve teröristlerin öldürmek için neden başkasını değil de onu seçtiklerini asla bilemedik. Hatta ilk defa bir Ezher alimi öldürülüyordu. Halbuki biz, çatışmanın sadece onlarla Mısır devleti arasında olduğunu zannediyorduk.
Suikasttan sonra aileye taziye ziyareti için Mısır’a gidemedim. Aslında Şeyh’in birkaç oğlunu tanıyordum ama sonbaharda Beyrut’tan geldiğimde Ezher Şeyhi Abdülhalim Mahmud bana şunu söyledi: Şiddet örgütlerinin gençleri iki gruba ayrılır. Bunlardan biri, Ezherlilerin otoriteye boyun eğerek şeriatı uygulama vazifelerini ihmal ettiğini düşünüyor. Bu yüzden içlerinden bir kısmı, suikast operasyonu etrafında gizemler olsa da saldırıyı hak görmeye başladı. Diğer grupsa daha az şiddetli, ancak dinî merci ve fetva makamı olma konusunda Ezherlilerin yerini almaya çalışıyor. Ezher, dinî aşırılığa ilişkin bir sorunla karşı karşıya. Örgüt gençliğinin de Ezher’deki eğitimle hiçbir alakası yok.
İslami hareketler ve şiddet hakkında ilk makalemi, Cumhurbaşkanı Sedat’ın 6 Ekim 1981’de başka bir ‘cihatçı’ örgüt tarafından öldürülmesinden sonra kaleme aldım. Kısa bir süre sonra (1982) Gilles Kepel’in ‘Peygamber ve Firavun’ adlı kitabını okurken ürktüm. Sonra şiddet örgütlerinin metinleri ve gizli belgeleri, yargılamalar sırasında ve sonrasında sızdırılmaya başladı. Bunlardan biri de Muhammed Abdüsselam Ferec’e ait ‘İhmal Edilen Vazife’ adlı kitaptır. İki meseleyle meşguldük: İran dinî devrimi ve Irak-İran savaşının işaret ve etkileri ile önde gelen Arap entelektüellerin ve çevrelerin çağı yakalayabilmek adına mirastan kopmanın gerekliliğine dair peş peşe gelen projeleri. İran devrimi, Arap İslamcıları otoritelere meydan okuma konusunda cesaretlendirdi ve hemen ardından (Batılılaşmış) ulus devlete karşı düşmanlık açığa çıktı. Geçmişten kopuşu savunan entelektüeller de şiddet akımlarına değil de dogmatik ve gerici gördükleri İslami ‘geleneğe’ meydan okuyordu. Şiddetli ya da şiddetsiz ayrılıkçılığa neyle ve nasıl karşı koyabiliriz? Şiddet yanlıları ile kendi topraklarında şeriatın uygulanmasını talep eden ve özellikle toplumun orta kesimlerine sızan cemaatlerle başa çıkmak gerekiyorsa elimizde gelenekten başka bir şey yok.
‘Teşhis/Tanı’ önemli bir meseleydi; yani şiddet içeren aşırılıkla geleneğin ilişkisi nedir? Bu kişiler özellikle Kur’an ve hadis gibi kaynaklarla örneğin İbn Teymiyye gibi başkalarına ait metinleri kullanır. Öte yandan yayınlamaya başladığım araştırmalar artık yeterli gelmiyordu (Bunları 1987’de “Çağdaş İslam” adlı kitapta bir araya getirdim).Bu nedenle 1985 yılında yazarlığını yaptığım Arap Düşüncesi dergisinden ayrıldım ve arkadaşım el-Fazl Şalak’ın İctihad adlı özel bir dergi kurma girişimine ortak oldum. Arap entelektüeller tarafından hazırlanan bu dergi, tarihe ve çağa açıktı.Hedefi de ‘dünyanın kültür alanımıza bakış açısını değiştirmeye’ katkı sağlamaktı. el-Fazl bana dedi ki: (Marshall Hodgson’ın “İslam’ın Serüveni: Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih” adlı kitabının (1972) başlığından alıntı yaparak) Bu büyük dini ve medeniyeti neden cahillere ve bağnazlara ya da Fransızca ve İngilizceyle konuşan dar görüşlülere bırakalım? Böylece İctihad dergisi,1988 ila 2004 yıllarında altmış sayı çıktı ve başta üniversite öğrencileri olmak üzere, Arap ve Müslüman entelektüel çevrelerde muazzam bir hareketlilik meydana getirdi.Bu dergide yaklaşık 600 Arap ve tercümesini yaptığımız yabancı isim yazdı. İctihad dergisi, krizi teşhis etmenin yanı sıra yenilikçi projelerle, fikir ve teşebbüs alanlarında üretkenlik, ilerlemecilik ve kalkınma ortaya koymakla meşgul oldu.
Yaklaşık 20 yıl boyunca çalışmalarım, bir yandan klasik zamanlarda din-devlet ilişkileri tarihi ve gerçeklerini yeniden yazmak ve diğer yandan modern ve çağdaş zamanlarda krizi teşhis edip ondan kurtulmak olarak iki kola ayrıldı. 1980’lerden sonra gelenekten kopuşu savunan düşünürlerle mücadele etmeyi bırakıp projelerini okumakla meşgul oldum. Aynı zamanda ekoller, kurumlar, iyileştirme projeleri ve bunun yenilenme için taşıdığı imkânlar konusunda İslami geleneğe de çok dikkat ediyordum. Rahmetli arkadaşım Hişam Cuayt bana bir keresinde şöyle dedi: Taleplerimiz daha yüksek bir üsluba sahip olmalı.Biz yenilenme değil, kalkınma istiyoruz. Hem sonra ‘geleneğin yenilenmesi’ sadece şiddet yanlısı aşırılıkla mücadelede işe yarar. Kalkınma ise başka bir fikir gerektirir.
21’inci yüzyılın eşiğinde karşımızda ‘tehlikeli bir kitle’ vardı. Ayrıca uluslararası politikalar ve yıpranmalar, gerilim ortamları ve yaygın örgütlenme ve Dr. Nezih Eyyubi’nin ‘Arap Devletinin Şişirilmesi’ adlı kitabında (1994) tarif ettikleri…Tüm bunlar İslam içindeki şiddet ve dışarıya dönük bombalama sürecini hızlandırdı ve nihayet 2001 yılında ABD’ye yönelik o saldırı gerçekleşti. Bu büyük saldırı, önemli bir dönüşümü gerektirdi. Bazı meslektaşlar, İslam’ın aşırılık yanlısı insanlar ve silahlı çeteler tarafından ‘kaçırıldığını’ söyleyen Amerikan analizine kulak verdi ve çaresiz bir şekilde krizin köklerini keşfetmek için klasikler üzerinde çalışmaya ya da keskin moderniteyi incelemeye başladılar. Birçoğumuz da çalışmaya başka yöntemlerle ve iki istikamette devam etmek gerektiğini düşünüyorduk. Yani bir yandan yeniden bir fikir üretmeye odaklanmalıydık, diğer yandan da dinî ve kültürel kurumlarımız ile alimlerimizi İslam’ın patlamasının doğurduğu zorluklarla başa çıkabilecek şekilde donanımlı hale getirmeye katkı sağlayan ortaklıklar için çalışmalıydık. Son yirmi yıldır her iki yönde de yoldaşlarım oldu. 2004 ila 2020 yıllarında Ummanlı Tesamuh-Tefahüm dergisinin editörlüğünü yaparak önemli projeler yürüttüm. Bunu, Amman Bildirgesi’nden (2004) Kral Abdullah bin Abdulaziz Girişimi’ne (2007) kadar başka girişimler, sözleşmeler ve ortaklık ilanları izledi. Bu esnada Şeyh Abdullah bin Beyye’nin onlarca girişim ve konferans gerçekleştirdiği Abu Dabi’deki Barışı Güçlendirme Forumu’nun çabaları da kayda geçti. Sonra Marakeş Deklarasyonu (2016) ve Yeni Hılfü’l-Fudul Sözleşmesi (2019) yayınlandı. Dünya İslam Birliği de 2019 yılında Mekke-i Mükerreme Bildirgesi’ni yayınlayarak bir başarıya imza attı. Ortaklık faaliyetleri ve süreçleri, Abu Dabi’de Papa ile Ezher Şeyhi arasındaki İnsani Kardeşlik Belgesi (2019) ile de doruk noktalarından birine ulaştı.
2016 yılında DEAŞ ve kollarının şiddeti, Arap ve Müslüman ülkelerin birçok noktasında yaşamı yıkmaya devam etti. Ben de ‘dünyanın bakış açısını değiştirme’ çabalarıyla elde edilen kırk yıllık tecrübeleri özetlemek, gözden geçirmek ve yardımına başvurmak gerektiğini düşündüm. Kur’an-ı Kerim’in büyük bir tefsirine dayanarak 2017’de ‘Yeni Bir İslam Anlatısına Doğru: Dinin Selameti ve Dünya Barışı’ başlığıyla bir bildiri yayınladım. Bu bildirinin üç ayağı var: Allah ile kulları arasında rahmete dayalı ilişki, insanlar arasında tanışıp kaynaşmaya dayalı ilişki ve Müslümanların kendi aralarında ve dünyaya karşı şu beş temel esasa dayalı ilişki: canın korunması, aklın korunması, dinin korunması, neslin korunması ve malın korunması.
Dinin selameti ve dünya barışı için mücadele edenlerin çabaları boşa mı gitti? Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Hayırda yarışın.” Biz uzun zamandır bunun için çabaladık. Bu, kendisiyle yaşadığımız umut ilkesidir. Umut etmede ısrarcı olmak, dinin huzuru için çalışmak, ulus devlet tecrübesini tazelemek, çağ ve dünyayla ilişkiyi düzeltmek gerek.