İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

ABD ve Thomas Jefferson’a duyulan ihtiyaç

İrlandalı ünlü yazar George Bernard Show’un en çok hatırlanan sözlerinden biri şudur: Fırtınada insan en yakın limana sığınır.
Acaba çözülen Amerikan imparatorluğunun, kendisini güçlü bir şekilde vuran şiddetli fırtına geçene kadar hangi limana demirlemesi gerekiyor? Yakın tarihten Henry Kissinger’ın bir defasında, düşmanlarının bir kez korkması ama    dostlarının bin kez hesab katması gereken Amerika hakkında söylediklerini hatırlatan malum tehlikeli sızıntı, bu fırtınaların sonuncusu değil.
Batıya ve Batılı Tahran modeline hayran olanlar, Batı medeniyetinin de doğası gereği eksiklikten muaf olmadığını gözden kaçırdılar.
ABD, Batı medeniyeti piramidinin zirve noktası sayılır. Sömürgecilik vahşetinden tüketim toplumunun bayağılaşmasına kadar tarihî günahlardan payına düşeni tüketti. Üstelik materyalizme boğulması da türlü vahim sonuçlara yol açtı. Bunların en önemlisi, Freud’un bizi içine dalmaya teşvik ettiği arzulardır. ABD ayrıca Max Weber’in Protestan ahlakında takdire şayan bulduğu saygınlık belirtilerini de yitirdi.
Amerikalılar bugün kurtuluşlarını tarihin sayfalarına dönüp özellikle ABD’nin üçüncü başkanı (1801-1809), Bağımsızlık Bildirgesi’nin yazarı ve en önemli kurucu babalarından birinin önünde durmakta mı buluyor?
2024 başkanlık seçimleri için birbiriyle mücadele eden ABD’nin galiba artık ülkeyi tam bir uçuruma sürükleyen o rekabet hali ve intikamcı tabiatın baskın geldiği çatışmayı bırakıp, bu efsanevi başkanın kişiliğini dikkatle inceleyerek ona benzer birini araması gerekiyor. 
Bizim bu satırlarda Jefferson’ı ele almamız zor. Ama onun için biyografi kaleme alan Jon Meacham onu, karmaşıklıklarla dolu, her zaman çevresinde meydana gelen çekişmelerle ilgilenen, çatışmalardan hazzetmeyen, hatalarından ders çıkarıp sonunda üstün gelen, iktidar ve insan tabiatına dair kavrayışıyla insanlara liderlik etmeyi ve düşünceleri birleştirmeyi başarabilmiş biri olarak tarif ediyor.
Jefferson’ın belirli bir vizyonu ve baskın bir hedefi vardı: ABD’deki halk hükümetinin başarılı bir halde hayatta kalması. Aydın ve eğitimli bir çoğunluğun iradesinin egemen olması gerektiğine de inanıyordu. Rakiplerinin halka olan inancı daha zayıf olduğu için geniş Amerikan toplumunun büyük çoğunluğunun, kendi kendini yönetmeye hazır olmayabileceğinden yana endişeliydi. Ama aynı çoğunluğun, özgürlüğün vaat ettiği kurtuluşu somutlaştırıp ulus ruhu ile cumhuriyet umudunu temsil ettiğini de düşünüyordu.
Amerikan ruhu bugün kendi içinde bölünmüş durumda ve yüzleştiği en zorlu ve tehlikeli şey de bu. Bu yüzden, dağılmış parçaları bir araya getirmek için Jefferson gibi kabiliyetli bir adama ihtiyacı var gibi görünüyor.
ABD daima idealizm ve gerçekçilik, soylu hedefler ve kaçınılmaz tavizler arasında bölünmüştür. Jefferson da böyleydi. Tıpkı ulusu gibi onun zihninde ve kalbinde de ideal ile iyi, entelektüel ve rasyonel olan ile yüreğin derinliklerinde yer alan arasındaki çatışma devam etti.
Jefferson’ın günleri de sonraki ABD başkanının dönemi gibi zorlu geçmişti. Onun içindeki mücadele, tıpkı ABD içindeki bitimsiz savaş gibiydi. 
Jefferson’ın hikâyesi bugün öne çıkıyor, çünkü ebedi bir dramayı ve bir ulusun yöneticilerinin acımasız ve sıkıntılı bir dünyada büyük olabilme mücadelesini somutlaştırıyor.
Jefferson, insanlığın taşıdığı potansiyellere, kendisinden önceki başkanlardan, George Washington ile John Adams’dan daha fazla inanmıştı. Onun hayalleri büyüktü. Sanki hayallerin ancak onları kuranlar tarihi hedeflerine boyun eğdirmek için yeterli güce ve dehaya sahip olduklarında gerçekleşeceğinin farkındaydı. Genelleştirilmiş bir şekilde söylendiği gibi; filozoflar düşünür ve siyasetçiler harekete geçer. Jefferson’ın dehası kendisini, iki özelliği de bünyesinde toplamak ve her ikisinin de yaptığını genellikle aynı anda yapmakta gösteriyordu. İşte siyaset sanatı budur.
ABD başkanlığı bugün geniş “babalık” anlamıyla ataerkil bir ruhtan yoksun. Zira Amerikalıların, daima bu sorumluluğun getirdiği yükleri kabul eden, hatta kucaklayan bir ata rolünü oynamış Jefferson örneğine ihtiyacı var. O, bireysel özgürlük idealinin babasıydı. Sahadaki güçlerin etkinliğini ve gücünü denemek amacıyla yeni cumhuriyetteki ilk demokratik harekete öncülük etti.
Jefferson’ın hayatındaki en faydalı ve yüksek şey onun ilham verici modelidir. Amerikalılar, ABD modelinin yurt dışında yaralı ya da içeride kırılmış süper bir güce dönüşmesinin sonucunda dünyayı kuşatan tehlikelerle birlikte yaşadıkları ruhsal ve zihinsel sıkıntı günlerinde bu modele baksalar iyi yaparlar. Bu model ulusa, Amerikan ilerlemeciliği fikrini ve gelecekte şimdi veya geçmişten daha iyi olabileceğine işaret eden teşvik ruhunu sundu. O zamandan beri büyük Amerikalı siyasetçiler, ülkenin en iyi zamanlarının gelecekte saklı olduğunu düşünen bu Jefferson vizyonundan faydalandı.
ABD bugün, başkanlık seçimlerini kaybettiğini kabul etmeyen ve rejimi kendisini cadı gibi kovalamakla suçlayan eski bir başkan ile gündüzleri ABD’nin kaygı veren ve sıkıntılı kaderinden uzak, geceleri de uyurgezer olan mevcut bir başkan arasında günlerini geçiriyor. Belki kurtuluşunu öyle ya da böyle Jefferson’ın etkileyici hayat hikâyesinde bulur… Neden mi?
Özetle söylemek gerekirse; Jefferson, devam etmenin yollarını bulabildi. Birçok durumda yolculuğu sürdürmenin yollarını bulmayı ve aşırı partizanlık, ekonomik istikrarsızlık ve dış tehditler karşısında defalarca galip gelmeyi başardı.
Jefferson tarzı ABD siyasi liderliği, Amerikalılara iki düzeyde çalışma yürütebilen bir başkan örneği sunabilir. Yani bu başkan bir yandan parlak bir gelecek için umut ekerken, diğer yandan ideal ile gerçek arasındaki uçurumu olabildiğince kapatmak için esnekliği ve siyasi beceriyi muhafaza eder.
Jefferson, güç iddiasında bulunmadan güç kullanmayı tercih etti. Bir keresinde Napolyon, Başkan Jefferson ile biraz zaman geçirdikten sonra ülkesine dönen bir Fransız gezgine, “ABD’de nasıl bir hükümet var?” diye sorar. Gezgin şu cevabı verir: “Efendim, kimsenin görüp duymadığı bir hükümet.”
Bu, tam olarak Jefferson’ın dünyanın tanımasını istediği şeydi ve bugün Amerika’nın da buna ihtiyacı var.