Abdulaziz Tantik
TT

Temsiliyetin neliği…

İnsan, bir ‘rehberiyet’ arayışını tarihi boyunca her zaman sürdürmüştür. Fakat bu rehberliğin inşasının bir ilahi yardım olmadan kendi başına gerçekleşmesinin de mümkün olmadığı görülmüştür. Bir bütünlük açısından insan kendi başına kendi rehberliğini yapabilecek bir donanıma haiz olsa da şartlar içinde bu donanımı hayata geçirecek potansiyel zemine haiz değildir. İmtihan olgusu gereği şartların şartlandırması yüzünden bir çıkış kapısı bulabilmesi istisnai durumlar hariç mümkün görünmemektedir.
Modern dönemde öne çıkan rehberiyetin bizatihi insanın kendisi tarafından inşa edilebileceği savı ise bugüne kadar görülen tecrübe üzerinden mümkün olmadığı görülmektedir. İnsan, kendi akli rehberliği, yaşamında huzuru yakalamak, ilişkilerde huzuru yakalamak ve doğa ile huzur üzere bir birliktelik gerçekleştirme imkânı sağlamamıştır. Son on yılda insan aklının duvara tosladığını, yetersizliğinin anlaşıldığını ifade eden metinler çoğalarak yayınlanmaktadır. Özellikle post modern düşüncenin, rehberliği kişiye indirgemesi, bir parçalanmayı içinde taşımıştır. Huzur da bu parçalanmadan nasibini almıştır. O yüzden her şeye sahip olan insan bir türlü kendi huzurunu elde etme konusunda bir adım ileri gidememiştir. Sürekli bir bocalama hali ve psikolojik travmalar yeterli bir sonucu ilan etmektedir.
Hem kadim gelenekte ve hem modern gelenekte rehberlik meselesi salt akla tevdi edilerek çözüme kavuşturulamamıştır. Bunun temel nedeni ise; insanın içinde var olduğu yaşamı yeterli düzeyde ve kendi bütünlüğü içinde anlama imkânından yoksun oluşudur. O yüzden kendisine dışarıdan bir yardım gelmesinin dışında bir seçeneği kalmamaktadır. Hayatı görelilik içinde var olmakta olan insanın, geleceğine dair de bilinmeyenlerle örülü olması bu rehberliğin sorunlu zeminini göstermektedir. İnsan, kendisi üzerine, geleceği üzerine, ölümü ve ölüm sonrası üzerine yeterli ve hakiki bir bilgiye sahip olma imkânına sahip değildir. Bu yüzden kendisine, kendisinin dışında ve bütün bu bilgi düzeylerine hâkim olan ‘biri’ tarafından yardım edilmesi zorunluluk addetmektedir. İşte rehberlik bu yardım vesilesi ile gerçekleştiğinde dönemsel olarak insanlar, huzuru bulmuşlardır. Ta ki yeniden yoldan çıkana kadar…
İslam, rehberliği ilahi rehberlik olarak kayda geçmektedir. Allah, kendi katından bir bilgi/vahiy ile insana destek vermekte ve yol göstericiliğin temel esaslarını bildirmektedir. Bu durumu desteklemek ve güçlendirmek adına da bir insan ‘seçilmekte’ bu seçilmiş insan, hem bilgiyi değiştirmeden insanlara bildirmekte ve hem de bu bilgi ile ne yapılması gerektiği konusunda ilk örnek ve uygulamacı olarak yol göstericilik yapmaktadır.
Rehberliğin iki kanadı olduğu bedihidir. İlk kanadı; bilgidir. Bu bilgi, insanın bilgisinin olmadığı alanda kendisine bir bildirimde bulunması, açıklama getirmesi ve neler olup bittiği konusunda onu haberdar etmesidir. Böylece insan, kendi menşei, yaşam, oluş, değer, anlam, ahlak ve benzeri konularda elde edilecek bir zemine sahip olur. Vahiy, bütün bu alanlarda ve bu alanları aşan boyutta insana bilgi sunmaktadır. Bunu bir şarta bağlayarak: kendisini bu bilgiye açık kılmayı başarabilmesi ve anlamayı öncelemesi ile…
İkinci şart ise bu bilgi ile ne yapılması gerektiğini açık/vuzuha kavuşturulmuş bir şekilde uygulamada da örneğini göstermektir. İşte seçilmiş/peygamber bu örnekliği göstermek ve uygulamada rehberlik yapmak için insana gönderilmiştir. Peygamber, kendi başına hareket etmez, hareket ettiği zaman ise bir yanlışa kapı aralanacaksa eleştiriye tabi tutulmuştur. Kuran bunun örneklerini bize sunmaktadır da… O zaman bu rehberlik: hem bilgi düzeyi bağlamında, hem bu bilgi düzeyinin doğru anlamı bağlamında bir rehberliği içermektedir: Vahiy ve Peygamber bu rehberliğin iki temel unsurudur. İslam bu iki rehberliğin inşa ettiği bir din ve bütün peygamberlerin ortak ilahi dinidir. İslam evrensel; insanlığın ilk adımı ile hayata geçen ve kıyamete kadar da devam edecek bir ilahi dinin adıdır.
Bu temel girişten sonra, bugün temsiliyet meselesinin sorun haline dönüşmesinin nedenlerine dikkat kesilebiliriz…
Hiçbir düşünce ve uygulama bir yöntem olmadan ortaya konulamaz! Her düşünce ve uygulamada bir yöntem bulunuyorsa, bu doğal olarak İslam gibi ilahi rehberliği temsil eden bir dinin bir yöntem olmadan anlaşılmasını beklemek yanlış olur. Bu yönteminde yine ilahi rehberliğin yol göstericiliğini taşıması elzemdir. İslam tarihi açısından bu durum yine belirli bir açıklığı işaret ederek inşa edilmiştir. Vahiy ve Sünnetin rehberliği yanında bu iki temel kaynağın işaret ettiği yöntemin de bedihi bir şekilde açıklıkla öne çıkarılması elzemdi, bu açık bir şekilde ifadeye kavuşturulmuştur. Yani İslam, kendine has bir yöntem ile nasıl anlaşılması gerektiği konusunda açık bir yapıya sahiptir. İslam ilim geleneği ve onun geliştirdiği usulü bu zemin üzerinden inşa edilmiştir. Kendi içinde farklılıklar taşıması, mezhepler oluşturması, imtihan olma olgusunun tabii tezahürüdür. Çünkü insan her hali ile imtihana tabi kılınmaktadır. Bu temel gerçeği dikkate alarak hem ferdi zeminde ve hem de toplumsal zeminde bu yöntemin öğrenilmesi ve icra edilmesi asıldır.
Burada meseleyi çetrefil kılan durum ise; olgusal zemin ile ideal/doğru zemin arasındaki farkı görememektir. Mevcut durumu veri olarak kabul ederek Müslümanların farklı yaklaşımlarını ve oluşturduğu sorunları gösterge kılarak bu durumun mümkün olmadığı savını ileri sürmek, İslam düşüncesine modern epistemenin imkânları üzerinden bakmayı işaret eder. Çünkü modern dönem, olgusal olana yöneliktir. Değersel olanın kaynağı bakımından ispatı mümkün görünmediği, görülen ve bilinmesini kesinlemenin mümkün olduğu zemini dikkate alarak yorum yapılmaktadır. Müslümanlar da bu çağdaş zamanda aynı tutumu veri kabul ederek İslam düşüncesine uygulamaya çalışmaktadır. Böylece İslam düşüncesi ile sahih ve sahici bir bağ kurmanın imkânını kaçırmaktadır. Bugün, düşüncenin bu kadar farklılaştırılarak sahaya çıkmasının en önemli nedenlerinden biride; farkında olarak veya olmayarak, modern epistemenin sağladığı vasat üzerinden İslam ve İslam düşüncesi ile ilişki kurmaya yeltenmektir. Ağırlıklı olarak farkında olmadan etkileşim üzerinden İslam ile kurulan bağ, yeni sorunlara neden olmaktadır.
Müthiş bir kafa karışıklığı, müthiş bir değersizleştirme hali, müthiş bir kendini beğenme hali üzerinden uyarlama hali, müthiş bir bilgisizlik ve bu bilgisizliğin bilinemeyişi hali gibi temel tutumlar bize temsiliyet meselesinin karşı karşıya kaldığı sorunlu hali işaret eder.
Bir temsiliyet iki temel duygu üzerine bina edilir: acziyet ve güven…
İnsan kendi acziyetini kabul ederek başlamalı işe…  Kibir, en büyük yapı bozumu/bozgunculuktur. Bu bozgunculuk hem kişisel ve hem de toplumsal zeminde kendini gösterecek boyuttadır. Zaten bugün bu kibrin gösterenlerini her alanda gözlemleyebiliyoruz. Acziyet ise bir boyun eğişi, kendisinden güçlü ve bilgili olana yönelik bir ilgiyi içinde taşır. Acziyet, bir arayışı ve kurtarıcı bekleyişini de içerir. Bu ferdi duygunun varlığı, rehberliğin kabulünü sağlamaya matuf temel bir yapıyı içerir. Tek bir insanın dahi bu duyguya sahip olması, ilahi inayetin varlığının tecellisi bağlamında önem arz eder.
İnsan, imtihan edilirken başıboş bırakılmamaktadır. İnsan bir arayışa yönelirken, bir umuda yaslanırken, bir bilgiye yönelirken ilahi inayet olarak karşılığını bulacaktır. Tarih boyunca insanlar hep yanlışa yönelmişlerdir. Ama içlerinden birileri bu durumu fark edip tekrar doğruya yönelmeyi arzu ettiğinde onlara bir peygamber gönderilerek vahiy ile hidayet bulmalarına zemin oluşturulmuştur. Hidayet verici olan Allah’tır. O ‘hadi’dir. Yani yol göstericidir.
Güven ise bu temsiliyetin varlık sahasında kalıcı bir zemine sahip olmasına sebep teşkil eder. Güven ilişkideki gücü artırmaya yarar. Güven, aynı zamanda dalaletten/ sapmaktan ve sapkınlıktan kurtulmaya yönelik bir arayışı temellendirerek ondan kurtuluşa yönelik bir niyetin varlığının izharına neden olur. Niyetin izharı ve samimiyet ise kurtuluşun temel gösterenleridir.
İşte temsiliyet bu iki temel duygu üzerinden yeniden temellendirilebilir. Ancak modern kültürün dayatması sonucu elde edilmiş alışkanlıklar buna en büyük engeli oluşturmaktadır. Farkında olmadan her birey bir bencillik sarmalına girmiştir. Müslümanlar da bu bencilliğe aşina olmuşlar ve bir kurtuluş arayışını da gösterememektedirler. Kabullenilmiş bir kibir üzerinden ise sahici bir ilişki geliştirmeleri mümkün görünmemektedir. Kendini beğenme ile kendini kurtarma arasındaki derin korelâsyonu anlamadan müslüman olmanın neye tekabül edeceği üzerine salim bir akıl ile hareket etmek neredeyse imkânsızdır.
Bir temsiliyetin yeniden inşası için gerekli olan; İslam ilim usul geleneği bağlamında bir yönteme haiz olma, bunu temellendirecek bir duygu durumu olarak da acziyet ve güvene dayalı bir ilişkiye hazırlanmaktır. Yani müslüman bir temsiliyet arayışına çıkmalıdır ki kendisine bu temsiliyet verilebilir hale gelsin… Bu da ancak kendi acziyetini/tevazuu kuşanması ve güven üzerinden inşa edeceği din, Allah ve peygamber algısını yeniden inşa edebilmesine bağlıdır.