Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Büyük güçlerin riyakar tutumları

Bir önceki yazımızda, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ndeki oturumlar için olağan başkanlık sırasının 3 Nisan’da Rusya’ya geçmesi vesilesiyle “Rusya, Batı ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki çatışma” konusunu ele almıştık.

Çatışmanın konusu, Ukrayna krizi zemininde çok kutupluluk ve BM Sözleşmesi ilkelerinin savunulması etrafında dönüyordu. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Konsey oturumuna başkanlık eden Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un karşısında eleştirisini dile getirerek “Rusya’nın BM Sözleşmesi’ni ve uluslararası hukuku ihlal eden Ukrayna işgali, bu ülke ve halkı için büyük acılara ve yıkıma sebep oluyor. Çok taraflı sistem, BM kurulduğundan bu yana görülmemiş bir gerilime maruz kalıyor. Büyük güçler arasındaki gerginlik had safhada” açıklamasında bulunmuştu.

Gerçekten artık büyük güçler, sadece çıkarlarıyla çelişmediği zamanlarda mı BM Sözleşmesi’ne ve uluslararası hukuk ilkelerine uyuyor? Bu tutum Batılı ülkelerle mi sınırlı, yoksa diğer büyük güçler ve bazı gelişmekte olan ülkeler için de geçerli mi?

Başlangıçta genel olarak uluslararası hukuk ve BM Sözleşmesi, 16. yüzyılda yaşamış olan Jean Bodin’in de aralarında bulunduğu Batılı bilim adamları tarafından, modern dünya düzeninin kurucu ilkesi olan iç işlere müdahalenin kabul edilemezliği ilkesi ile birlikte, Vestfalya Sözleşmeleri’nde (1648) temelleri atılan devlet egemenliğinin kabulü üzerine formüle edilmiştir. BM Sözleşmesi bu ilkeleri dokunulmaz saymıştır. İkinci maddesinde bütün üyelerin eşit olduğu ve uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı, gerek BM’nin Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınacakları vurgulanmaktadır.

Buradaki esas sorun, büyük güçler arasındaki ‘nüfuz mücadelesi’ olarak adlandırılabilecek çekişmede yatmaktadır. Prensip olarak bu güçler uluslararası hukuk kurallarını ve BM Sözleşmesi hükümlerini tanısalar da, iş bunları uygulamaya gelince bu kanunlara aykırı eylem ve politikalarını haklı gösterecek yorumlar öne sürüyorlar. Örneğin, devlet egemenliğinin ihlali veya başka bir devlete karşı silahlı saldırı, meşru müdafaa veya önleyici hamleler yapma kisvesi altına haklı gösterilebilir mi? Londra, Irak’ın işgalinden en az iki yıl önce Bağdat’ın kitle imha silahları veya uzun menzilli füzeler elde etme gücüne sahip olduğu yönündeki iddiaların doğru olmadığını adı gibi biliyordu. O dönemde George W. Bush yönetimindeki ABD yönetimi, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğuna dair çürütülemez kanıtlar olduğunu iddia ettiği argümanları sundu. Bu Irak'ın yok olmasına, milyonlarca Iraklının yerinden edilmesine ve Saddam Hüseyin rejiminin düşmesine sebep oldu. Temmuz 2016'da aynı kaynağın ortaya çıkardığına göre, Chilcot Komisyonu İngiltere'nin savaştaki rolünü ve Irak işgalinin gerekçesi olarak kullanılan şüpheli yasal dayanakları kınadı. Buna karşılık Tony Blair, savaşa hazırlanırken yapılan hatalardan dolayı üzüntüsünü ve pişmanlığını dile getirip özür dilemekle yetindi! Bu örnekte daha da kötüsü, ABD’nin Irak işgaline karşı çıkan müttefiki Fransa ile yaşadıklarıdır. Bu bağlamda, Şarku’l Avsat’ın Paris'teki ofis müdürü Mişel Ebu Necm, eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın 2002-2007 yılları arasında danışmanlığını yapan Büyükelçi Maurice Gourdault-Montagne’nin ‘Les autres ne pensent pas comme nous’ (Diğerleri Bizim Gibi Düşünmüyor) adlı kitabından alıntılar yaptı.

Kitabın dördüncü bölümünü Irak’a ayıran Gourdault-Montagne, Cumhurbaşkanı Chirac’ın elçisi olarak Condoleezza Rice ve ardından ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ile görüşmesini, diplomatik kariyerinin en kötü anları olarak tanımlıyor. ABD tarafının kendisini kabul etmeden önce uzun bir süre beklettiğini, kendi deyimiyle Amerikan ‘küstahlığını’ gösterdiğini, Fransa hakkında kötü sözler söylediğini ve Washington’un Irak’ın nükleer silaha sahip olduğunu ve Paris’in bunu bilmiyormuş numarası yaptığını ima ederek “Bildiğinizi biliyoruz” dediğini belirtiyor. Buna göre o dönem Chirac, Almanya ve Rusya’ya sırtını dayayarak ABD’ye karşı uluslararası bir ittifak kurmaya çalıştı ve Washington BM yetkisini almak isterse BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkını kullanmakla tehdit etti. Bu olaylarla ilgili olarak Le Monde diplomatique mayıs sayısında, Le Figaro gazetesi tarafından yapılan bir ankette Chirac'ın Irak'ın işgalinde ABD'ye karşı tutumunun, barış safında yer aldığı için yüzde 84 oranında desteklendiğine işaret etti.

Mart 2003'te herhangi bir BM yetkilendirmesi olmadan ABD, Polonya, İtalya, Ukrayna ve Gürcistan dahil 48 ülkeden oluşan bir Anglo-Amerikan koalisyonu Irak'ı işgal etti. Bu konuda herhangi bir yaptırım uygulanmadığı, malvarlıklarının dondurulmadığı, tazminat talep edilmediği ve ne George W. Bush’un ne de Blair'in Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde (UCM) yargılandığı ortada. Ukrayna’ya saldırmasının ardından Rusya’ya karşı alınan yaptırım kararları gibi bir yaptırım görülmedi. Şimdi Ukrayna, UCM’nin savaş suçu işlediği gerekçesiyle Putin hakkında tutuklama kararı çıkartmasını istiyor. Aynı Ukrayna, 2003 yılının mart ayında yukarıda bahsedilen ülkelerle birlikte egemen bir ülkenin işgaline katılmıştı!

Mart 2021'de, UCM İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarında işlediği suçlarla ilgili 2014 yılı sonrasını kapsayan resmi bir soruşturma başlattığında, ABD, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Price tarafından yapılan bir açıklamayla buna şiddetle karşı çıktı. Bu, ABD'nin Eski UCM Başsavcısı Fatou Bensouda’ya Afganistan'da işlenen savaş ve insanlığa karşı suçların yanı sıra İsrail'in Batı Şeria ve Gazze'de işlediği savaş suçları ile ilgili başlattığı soruşturmalar nedeniyle uyguladığı yaptırımları açıklıyor.

BM haber bülteninin Temmuz 2021'de belirttiği gibi, BM İşgal Altındaki Filistin Topraklarındaki İnsan Hakları Özel Raportörü Michael Lynk, Uluslararası Roma Statüsü'ne göre yerleşim birimleri kurulmasının bir savaş suçu teşkil ettiğini söyledi. Uluslararası topluma, UCM Başsavcılığı’nın soruşturmalarında tam destek sağlanması ve uluslararası kanunun ağır ihlalleri sebebiyle İsrail liderlerinin eksiksiz hesap vermesinin sağlanması da dahil olmak üzere beş maddelik bir eylem planının kabul edilmesi çağrısında bulundu. Ayrıca ‘uluslararası hukuka dayalı yeni bir yaklaşımın, bu kalıcı işgali sona erdirmenin tek yolu olduğunu’ vurguladı. ABD’nin Eski Başkan Trump döneminde BM tarafından Kudüs ve Golan Tepeleri ile ilgili alınan kararları ihlal etmesi, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan ve 1990’larda Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla gerileyen uluslararası meşruiyetin temellerindeki çatlağı açıkça göstermektedir. Bu tarihten sonra ABD kutbu ve müttefikleri, içişlerine müdahale hakkı gibi, oyuna yeni kurallar getirmeye çalıştı. Hiç şüphesiz Suudi Arabistan gibi gelişmekte olan ülkeler tarafından desteklenen çok kutupluluğun temellerinin atılması eskisine nazaran çok daha dengeli uluslararası ilişkilerin kurulmasına yardımcı olacaktır.