Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Suriye sorununda meydan okuma ve yanıt verme

Yıllar sonra ilk kez, Ürdün savaş uçaklarının Suriye’de uyuşturucu üretimi yapıp bunları Ürdün’e kaçıran büyük bir merkeze hava saldırısı düzenlediğine dair haberler geldi. Saldırı sonucunda merkezin elebaşı öldürüldü ve Suriyeliler saldırıyı kınamadı. Ürdünlüler son üç yıldır Suriye sınırından gelen kaçakçılık oluşumlarını ve silahlı milislerini gözlemleyip sınırları içinde onlarla çatışmaya giriyor. Bunun ardından ele geçirilen uyuşturucular ve iki taraftaki kayıplarla ilgili haberler geliyor. Bilindiği üzere, son zamanlarda Arapların Suriye ile ilişkilerinin yeniden tesisi için iki taraftan hamle geldi. Bu taraflardan ilki Suudi Arabistan. Suudi Arabistan ve Suriye dışişleri bakanları arasında Cidde’de gerçekleşen görüşmenin ardından Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suriye’ye gitti. Hamle yapan ikinci taraf ise Ürdün oldu. Ürdün Dışişleri Bakanı ‘Ürdün Girişimi’ni duyurdu ve muhtemelen Eymen Safadi birden fazla kez Suriye’ye gitti. Bu gelişmeler bir Arap Birliği toplantısıyla sonuçlandı. Burada Suriye’nin tekrar Arap Birliği’ne kabul edildiği ve Esed’in dilerse Suudi Arabistan’daki Arap Birliği Zirvesi’ne katılabileceği açıklandı. Ürdün’ün Suriye ile üç sorunu var: Uyuşturucular, mülteciler ve Hizbullah’ın Suriye toprakları üzerinden Golan Tepeleri ve İsrail-Ürdün sınırına doğru uzantıları. Ürdün’ün Suriye içindeki hava saldırısı, Suudi Arabistan-İran ve Suudi Arabistan-Körfez-Suriye mutabakatları uyarınca sorunların peş peşe çözüleceği yeni bir dönemin habercisi mi? Bir çiçekle bahar gelmez derler ancak bu sefer Krallık sorumluluğu üstlendiğinden baharın belirtileri daha büyük bir anlam taşıyabilir. Rusya’nın dahil olup gözle görülür bir ilerleme kaydedemediği mülteci ve sınır konuları, yeniden yapılandırma ya da (gönüllü) dönüş için gerekli hazırlıklar ve sorumluluklar gibi diğer konularla ilişkili olduğu için hala en sıkıntılı konular olarak görülüyor. Sınırlardan sızılması sorunu da İran dahil birçok tarafla ve Suriye-İran ve İsrail ilişkileriyle bağlantılı!

Gelelim en zor konuya: Suriye’deki Türk varlığı. İran, Rusya, Türkiye. Bu taraflar, Suriye’deki çatışmanın siyasi çözümüne ilişkin Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı karar mekanizmasını fiilen terk ettiler. Söz konusu taraflar Astana adlı başka bir yol ortaya çıkardılar. Rusya-Ukrayna savaşının patlak vermesinin ardından uzun bir duraksamanın ardından Astana tarafları önce Rusya’da ve şimdi de Ankara’da buluşmak üzere geri döndüler. Türkiye yakın geçmişte en aktif ülkeydi. Çünkü deprem öncesinden beri Türkiye mültecilerden şikayetçiydi ve 1-1,5 milyon mülteciyi geri göndermek için harekat  başlatmakla tehdit ediyordu. Rusya ve ABD, Ankara’nın yeni askeri hareketi yapmasına engel olma konusunda anlaştılar (ki nadiren anlaşırlar). Türkiye, Suriye rejimiyle konuşmaya ve müzakereye yöneldi. Bu kapsamda birkaç görüşme oldu ve Erdoğan-Esed görüşmesi olasılığı konuşuldu. Türkler, Esed ile anlaşmak gerekse dahi mültecileri geri göndermek istiyor. Buna karşılık Esed’in onlara söylediği şu: Türkiye Suriye’den çekilmeden geri dönüş de gönderme de söz konusu olamaz! Türkler ise buna şöyle cevap veriyor: Ama geri çekilirsek iki sorun var; Suriye’nin Kürt bölgelerindeki PKK sınırlarımıza dayanmış oluyor ve mültecilerin evlerine geri gönderileceğine dair hiçbir garanti yok. Ruslar, Kremlin garantörlüğünde her iki tarafın endişeleri ve çıkarları üzerinde anlaşmaya varılana kadar müzakere yapılması için Esed ve Türkiye’ye sürekli baskı yapıyor. Türklerin güveni yok çünkü tansiyonu düşürme bölgeleri içinde ve çevresinde Rusya, Esed ve İran’ı denediler. ‘Dost gibi görünen düşmanların’ arasında orta bir yol bulunması mümkün mü? Bu, Türkiye’ye Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda şu anda ABD tarafından korunan PKK için güvence verilmesi, Türkiye ve Suriye’de deprem olduğunda bile asgari düzeyde yardım bulamayan mültecilerin geri dönüşünün masraflarının kimden çıkacağı gibi endişelere bağlı. Bugün ve yarın kim En-Nusra Örgütü’nü (eski adıyla El Kaide) güç kullanarak İdlib ve çevresinden çıkarmaya hazır? En önemlisi de Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinden sonra iktidarda kalmama ihtimali varken ve Rusya herhangi bir garantiyi sağlayamazken yapılacak anlaşmaya kim kefil olacak?

Suriye Arap Cumhuriyeti, dört ülkeyle (Lübnan, Türkiye, Irak ve Ürdün) sınırı olan bir bölgenin ortasında yer alıyor. Rejim güçlüyken istediği zaman ve istediği şekilde dört ülkeyi rahatsız ediyordu. Türkiye’ye karşı PKK’yı kullanıyordu. Saddam Hüseyin ile kavgalıyken Irak’ı taciz ediyordu. İlişkileri iyi olmadığında Ürdün’ü kışkırtıyor ya da Filistinlileri kullanıyordu. İstediğinde Lübnan’a giriyordu. Bu iki Esed’den önce de onların döneminde de böyle oldu. Rejim özellikle 2011’den beri kendi içinde çatırdadığı için sınırları dört bir yandan çöktü. İçeride İranlı milisler ve İranlı askeri uzmanlar var. Suriye’nin Irak ile olan sınırlarını onlar kontrol ediyor. Ayrıca Hizbullah ile Lübnan sınırındalar. Ürdün ile sınırlar 2018-2019’dan sonra sakinleşti. Ancak İranlılar, işgal altındaki Golan Tepeleri’nin İsrail ile olan sınırlarındaki bir kargaşaya Esed rejimini dahil etti. Rejim 1973 savaşından bu yana bu sınırlarda tam bir sükunet olmasını istiyordu. Ürdün sınırlarındaki sükunetin kırılganlığını ve rejimin zayıflığını tam olarak anlamak için, rejimin esrar bağımlılarını, ticari ağlarını ve silahlarını tek başına ülkeden çıkaramadığı bahanesiyle en sonunda Ürdün hava kuvvetlerinin Suriye topraklarına girmesine Suriyeli yetkililer tarafından ‘izin verilmesi’ üzerinde düşünelim.

1960’ların sonunda Patrick Seale ‘Suriye Üzerine Mücadele’ adlı kitabını yazdığında sadece dışarıdan yönlendirilen askeri darbelerin çokluğundan bahsetmekle kalmayıp, aynı zamanda Suriye’nin ABD ve Rusya arasındaki Soğuk Savaş’taki konumu, Mısır’ın çatışmaya taraf olarak dahil olması, Batılı güçlerin Lübnan aracılığıyla Suriye’yi kışkırtması ve Haşimi Ürdün nüfuzunun azalması sonrasında Irak’ın yeniden müdahaleye yönelmesi gibi konuları da ele almıştı. Suriye devamlı Filistin ve Lübnan sorunlarını ustalıkla kullanarak 40 yıl boyunca içeride güçlü bir imaj çizdi ve Arap dünyasındaki gelişmelere yön verdi. Bu bakımdan Hafız Esed’e büyük bir hayranlık duyan Patrick Seale 1980’lerin sonlarında ‘Hafız Esed ve Ortadoğu Mücadelesi’ adlı meşhur kitabını yayınladı!

Patrick Seale 1990’ların başlarında Beyrut'ta kitabının tanıtımını yapmak için verdiği bir röportajda şöyle demişti: Suriye gibi bir rejimde iç istikrar, dışa ve çevreye el uzatmaya bağlıdır. Ancak bu, Hafız Esed öldükten ve ABD’liler 2003’te Irak’ı işgal ettikten sonra mümkün olmadı. İran’ın içerdeki nüfuzunun artması ve 2005 yılında Lübnan’da Başbakan Refik Hariri’nin öldürülmesinin ardından Suriye ordusunun Lübnan’dan çekilmesi de bunda etkendi.

Suudi ve Mısırlı Araplar, o zamanlar rejimin hareket alanı daraldıktan sonra Suriye’de istikrarın temelleri haline geldi. Ancak oğlu Esed, İranlılarla ittifak yapmayı seçti. İranlılar ülkeyi Irak ve Lübnan’dan kuşatıp toplum içine nüfuz etmeye başladılar. 2015’te Suriye’deki çatışma iç savaş boyutuna ulaştı ve İran ile Rusya birer iç taraf haline geldi. Bu sırada Arap dünyasının Suriye üzerinde bir etkisi ve beklentisi kalmadı. Şimdi Suudilerin öncülüğünde Araplar Suriye’ye yüzlerini tekrar dönüyor. Ülke ve içindeki taraflar değişiyor. İddiaları büyük: Suriye’nin toprak bütünlüğü, otoritenin birliği, tam bağımsızlık, yeniden imar ve yerinden edilen en az 10 milyon kişinin topraklarına veya evlerine dönmesi. Sufiler arınmadan önce terk etmekten yani, düşünce ve davranışlarda iyiliklerin ortaya çıkması için kötülükleri bırakmak gerektiğinden bahsederler. Tövbe etmeye niyetlenen bireyler için durum buyken, devletler, milletler ve halklara ne demeli? Bunlar büyük meydan okumalar ve her düzeydeki taraftan yanıt gelmesi gerekir. Kulak verin ey Araplar!